[voiserPlayer]
Türkiye’de AKP iktidarının özellikle son on yılında ciddi bir otoriterleşme yaşandı. Otoriterleşme, öyle bir noktaya geldi ki parti devlet ayrımı neredeyse ortadan kalktığı gibi hükümet ve devlet arasındaki son derece berrak olması gereken ayrım da netliğini yitirdi. 2017 referandumu ile geçilen, resmi adı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olan, kamuoyunda Türk tipi başkanlık sistemi olarak anılan ve muhalefetin ucube sistem olarak adlandırdığı yeni yönetim sisteminde, demokratik bir hukuk devleti açısından hayati olan erkler ayrılığı da büyük yara aldı. Ve maalesef ki bağımsız olması gerek yargının üzerine de yürütmenin gölgesi düştü.
İşte bu ortamda devletin temelde ne olduğu, devletin gücünün ne anlama geldiği ve devlet kapasitesinin devlet gücünden farklı olarak kamuya verilmesi gereken hizmetlere ilişkin işlevinin ne olması gerektiğini tartışmak çok daha önemli bir hale geldi. Bu tartışmalara teorik bir çerçeveden bakmak ve tüm bu kavramları siyaset biliminin perspektifinden tartışmak amacıyla Daktilo1984 olarak Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi adında bir proje gerçekleştirdik. Proje kapsamında alanında uzman akademisyenler, devlet kapasitesi liberteryenizminin kendi disiplinlerine ve çalışma alanlarına bakan yönlerini farklı temalar bağlamında ele aldılar. Bu bağlamda; afetlerden yapay zekaya, siyaset felsefesinden piyasalara, ideolojiler ve aydınlanmadan ekonomi tarihine kadar birçok tema ve teorik yaklaşım çerçevesinde devlet kapasitesi liberteryenizmini tartıştığımız 12 özgün makale, 12 çeviri makale ve 12 Youtube yayınına imza attık. (Arzu edenler bu projenin tüm içeriklerine şu linkten ulaşabilirler.)
Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi Amerikalı akademisyen ve ekonomici Tyler Cowen’ın liberteryenizm tartışmalarında devletin rolünün ne olduğu ve ne olabileceği konusunda yeni bir tartışma alanı açmak için 2020 yılının başında kendi bloğunda yayınladığı “What libertarianism has become and will become — State Capacity Libertarianism” (Çevirisi için bknz. Liberteryenizm Neye Dönüştü ve Neye Dönüşecek: Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi) adlı makale ile başladı.
Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi tartışmaları oldukça geniş. Bu nedenle, bu makalenin sınırları içerisinde Tyler Cowen’ın ortaya koyduğu temel tezlere değinerek bu yeni kavramın hangi spesifik konularda açılım sağlayabileceği ve Türkiye’de yapılan siyasi tartışmalara ne tür katkılar sunabileceği üzerinde kısaca duracağım. Öncelikle Cowen’ın tespitleri ile başlayalım.
Cowen, piyasalar ve kapitalizmin muazzam gücünü yadsımayıp toplumsal olanı belirleyiciliği açısından piyasalar ve kapitalizmin hakkının teslim edilmesi gerektiğini ilk tespiti olarak ortaya koyuyor. Bu tespit ile ömrü liberteryen hareket içerisinde geçmiş bir akademisyen olarak kendini halen liberteryen hareket içerisinde konumlandırdığını da belirtmiş oluyor. Bu tespitinin ardından, kapitalizmin ortaya çıkış döneminde bir sistem olarak var olmasının sağlanması için güçlü devlete ihtiyaç duyulduğunu ve günümüzün koşullarında da yine kapitalist sistemin varlığını sürdürebilmesi için güçlü devletin gerekli olduğunu iddia ederek asıl konusuna geliyor.
Peki, Cowen’ın güçlü devlet derken kastettiği devlet nasıl bir devlettir? Bu soruyu da yanıtsız bırakmayan Cowen, güçlü devletin çok büyük devletten ya da bir tiranlık devletinden farklı olduğunu ileri sürüyor. Güçlü bir devletin öncelikli amacının ise kapitalizmin ve piyasaların korunması gerektiğini ekliyor. İşte tam bu noktada ise karşımıza devletin kapasitesi kavramı çıkıyor. Devlet kapasitesi, devletin öncelikli görevlerini gerçekleştirmesi anlamında iyi işleyen, vatandaşlarının bireysel özgürlüğünü kısıtlamadan ve hukuk çerçevesinde çalışan bir devleti ima ediyor. Güçlü görünen bir devlette devlet kapasitesi düşük olabileceği gibi İskandinavya örneklerinde gördüğümüz üzere birçok açıdan güçlü sayılmayacak devletlerde yüksek kapasite sayesinde halkın gündelik yaşamına da değen birçok iş layıkıyla başarılabiliyor.
Cowen, devlet kapasitesini açıklarken ABD’den örnek veriyor. ABD hükümetinin başarısızlıklarının -liberteryen anlayışla uygun şekilde- fazla regülasyonlardan kaynaklandığını iddia ediyor. Ancak öte yandan, ABD hükümetlerinin başarısız olduğu bazı alanlardaki verimsizliğinin sebebini ise devlet kapasitesinin düşük olmasına bağlıyor. Devlet kapasitesinin düşük olmasından kaynaklı başarısızlıklara örnek olarak; iklim değişikliği, K-12 eğitimi (12 yıllık ilk-orta-lise eğitimi), trafik sıkışıklığı ve ihtiyari harcamalar sorunlarını ileri sürüyor. Tam da bu noktada birçok liberteryenin devlet kurumuna karşı olan alerjisi nedeniyle karşı çıkacağı bir argüman ile Cowen, bu problemlerle başa çıkma konusunda klasik liberteryenizmin devlet anlayışının yetersiz kaldığını ve ancak devletin kapasitesinin arttırılması ile bu problemlerin çözülebileceğini savunuyor. Eğitimde özelleştirmeyi savunanların bile kısa vadede mevcut eğitim sistemini daha iyi hale getirmek için çabalamaları gerektiğini salık veriyor. Ve bu önerinin daha da ötesine giderek mevcut eğitim sisteminin iyileştirilmesinin, özelleştirmenin de önünü açacağını iddia ediyor. Kamu sağlığı alanında tüm dünyada yaşanan gelişmeleri de kapitalist piyasa ile birlikte devletin gelişen kapasitesine bağlayan Cowen, her seferinde piyasaların önemine vurgu yaparak, devlet kapasitesinin yüksek olması gereken alanlara işaret ediyor.
Özetle, Cowen’ın liberteryenizmden -özelliklere kadınların- dışarı kaçışı durduracağına inandığı ve günümüzün koşullarında küreselleşmenin getirdiği meydan okumalara karşı liberteryen teori içinde bir açılım sağlamak amacıyla önerdiği Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi, serbest piyasayı korumak koşuluyla belli alanlarda devlet kapasitesinin yükseltilmesini savunuyor. Elbette liberteryen teorisyenlerden bu yeni tür liberteryenizm savına karşı itirazlar da gelmiştir. Aslında klasik liberalizm içinden devletin kimi alanlarda oynaması gereken rol üzerine ciddi bir literatür kolaylıkla çıkartılabilir. Bu nedenle, Cowen’ın ileri sürdüğü Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi’nin aslında yeni olmadığı iddia edilebilir. Ya da liberteryenlerin klasik devlet alerjisinin motivasyonu ile devlet kapasitesinin yükseldiği alanlarda gücü artan devlet kurumlarının, piyasa koşullarını bozabileceği ve bireysel özgürlüklere zarar vereceği öne sürülebilir. Her halükârda, özellikle iklim değişikliği gibi küresel bir problem ya da artık kronikleşmiş bir hale bürünen genel eğitim sorunu gibi alanlarda devlet kapasitesinin arttırılması gerektiği ve bu tür problemlerin devlet organizasyonun gücü ve kabiliyetleri olmadan gerçekleştirilmesinin pek mümkün olmadığı benim kanaatime göre de açıktır.
Yazımın başlığını “Pratiğe Bakan Yeni Bir Teorik Tartışma” olarak attım. Zira, bilişim çağında, baş döndürücü bir hızla değişen toplumlarda ve küreselleşmenin birçok yolla hızla ilerlediği bir dönemde yaşıyoruz. Bireysel özgürlükler ve piyasaların özgür bir şekilde çalışmasını sağlama almak koşuluyla devlet kapasitesinden yararlanmak durumunda olduğumuz alanlar genişliyor. Ancak tüm bunları düşünüp hesaplarken her zaman akılda tutmamız gereken temel ilke, devletin kapasitesinin arttırılmasını, merkezi bir otoritenin despotik gücünün genişletilmesinden farklı olarak kurgulamak gerektiğidir. Tam da bu noktada Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi tartışmalarının ülkemize bakan yönüne kısaca değinip makaleyi sonlandıralım.
Türkiye’de, özellikle Türk tipi başkanlık sistemi ile topluma vaat edilen ve devasa bir propaganda mekanizması ile allanıp pullanarak sunulan güçlü devlet argümanı, ne kadar güçlü ve etkin bir devlete işaret ediyor? Devletlerin gücünün ne olduğu ve bu gücün nasıl tanımlanacağı çok çetrefilli ve üzerinde ortak bir kanaate varılması zor bir konu. Ancak devlet kapasitesinin, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda ve özellikle kriz anlarında test edilen bir eyleme gücüne işaret ettiğini varsayarsak Türkiye’de Erdoğan rejiminin kapasitesinin test edilen birçok alanda defalarca kez sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Bu sınıfta kalış, kamu harcamalarının usulsüzlüğünden sosyal devletin yetersiz kaldığı birçok alana kadar uzun bir listeyle ortaya konulabilir. Ancak 6 Şubat Maraş depremlerinin çok acı bir biçimde tekrar bize gösterdiği üzere Türkiye’de devlet kapasitesinin, otoriterleşmenin artışına zıt olarak düştüğünü afetler üzerinden örnekleyerek daha net bir biçimde ortaya koyabiliriz.
Son yıllarda, Karadeniz’de yaşanan sel felaketleri, Ege’de yaşanan orman yangınları, İzmir ve Elazığ depremleri ve son olarak Maraş depremlerinde gördüğümüz üzere, devletin gücünün tek adam rejimi tarafından soğrularak merkezde toplandığı bu sistemde; afetlere hazırlık, afete müdahale ve afet sonrasında toparlanma süreçlerinde yaşanan zafiyetler, açık bir biçimde, otoriterleşen rejimin birçok alanda kapasitesinin düştüğünü göstermektedir. Öte yandan bu otoriterleşme, serbest piyasaya ve özgürlüklere müdahale ile de kendini gösterdiği için devletin hem kapasitesi düşmüş hem de demokratikleşme, erkler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda ciddi bir zemin kaybı yaşanmıştır.
Bu çerçevede, Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi tartışmalarından ilhamla Türkiye’nin yeniden inşası sürecinde güçlü devletin, “kapasitesi güçlü devlet” demek olmadığını idrak etmek durumundayız. Eğer yeni bir güçlü devlet tanımlayacaksak bu devletin en hayati görevinin, demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğünün korunarak serbest piyasa ekonomisine müdahale etmeden, kamusal gücü etkin bir şekilde toplumun yararına kullanacak devlet olarak tanımlamalıyız. Bunu yaparken de devletin kapasitesinin güçlendirilmesi gereken alanları, özgür bir kamusal tartışma ortamında ortak akılla tespit edip denetimi elden bırakmadan daha etkin bir yönetimi savunmalıyız.
Siyasi düşünce tarihinde Antik Yunan’dan bu yana sıklıkla gündeme gelen devletin rolü ve işlevleri tartışması, günümüzün yeni meydan okumalarına karşı halen tazedir. İdeolojiler çağı olan 19. yüzyılda Marksist ve anarşist düşünürlerin “proletarya diktatörlüğü” kavramı üzerinden yürüttükleri devlet tartışmaları, neo-Marksistlerin klasik Marksizmin devlet anlayışını revize çabaları ve tarihsel sosyoloji literatüründe devleti tekrar toplumsal dönüşümün önemli bir öznesi haline getirme girişimleri; devletin rolünü farklı ideolojik çerçevelerin ve disiplinlerin bakış açısıyla ele alan verimli tartışmalardır. Cowen’ın adını koyduğu Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi de liberteryen camiada bu tip bir açılıma kapı aralıyor. Ve bu tartışma da günümüz Türkiye’si için bize faydalanılması gereken argümanlar sağlıyor.
Fotoğraf: Alexander Andrews