[voiserPlayer]
Alexander William Salter
Vincent Geloso
Tyler Cowen, devlet kapasitesi ile klasik liberalizm arasında bir tartışmanın fitilini ateşledi. Basitçe söylemek gerekirse Cowen, devlet kapasitesinin (genel olarak, hükümetin amaçlanan politika hedeflerini gerçekleştirme yeteneğinin) özgürlüğe ve kalkınmaya karşı olmadığını iddia ediyor. Temelde, güçlü bir devlet mülkiyet haklarını koruyabilir ve uygun şekilde kısıtlandığı sürece piyasaları destekleyebilecek ve hatta genişletebilecek önemli kamu ürünleri sağlayabilir. Böylece, güçlü ve yetenekli bir devlet aynı anda hem özgürlüğü hem de ekonomik büyümeyi teşvik eder.
Pek çok insan Cowen’ı, liberteryenlerin “devlet kapasitesi liberteryenizmi” olarak adlandırdığı şeyi benimsemeleri gerektiği önerisinden dolayı eleştirmek için öne atıldı. İdeoloji konusuna girmeden, devlet kapasitesi tartışmasında önemli bir nüansın eksik olduğuna inanıyoruz. Cowen, “devlet kapasitesindeki hızlı artışların çok tehlikeli olabileceğine (daha önce Japonya ve Almanya), ancak yüksek düzeyde devlet kapasitesinin doğası gereği zorba olmadığına” dikkat çekiyor. Cowen ayrıca, bu kapasitenin kısıtlandığında büyüme için faydalı olduğuna da işaret ediyor. Her iki ifadede de üstü kapalı şekilde, “kısıtlanmış devlet kapasitesindeki artışın”, “daha fazla gelişmeye” yol açacağına işaret ediliyor.
Journal of Economic Behavior&Organisation dergisinde çıkacak olan bir makalemizde tam olarak buna karşı çıkıyoruz. Bu ilişki aslında geriye doğru gidiyor, daha fazla gelişme daha fazla devlet kapasitesini davet ediyor.
Devlet kapasitesi ile genelleştirilmiş refah arasındaki ilişkiyi neden sorgulayalım? Temelde, kavramın kendisi sosyal-bilimsel bir mekanizma olarak anlamlı değildir. Cowen ve diğerleri tarafından kullanıldığı şekliyle devlet kapasitesinin, büyümenin nedensel bir açıklaması olabileceğini anlamak zor. Ulusal refahı, yüksek yaşam standartları veya başka bir refah ölçütü ile değerlendirirken iki soruya cevap vermeliyiz: Sahadaki faktörler bu sonuçları desteklemek için hangi teşviklere sahipti? Ve bunu yapmalarını sağlayan bilgiyi nereden aldılar? Bunlar doğaları gereği kurumsal sorulardır, ancak bu sorular yalnızca kurumsal yapıya başvurularak yanıtlanamaz. Devlet kapasitesi iktisat tarihinde yararlı bir kavram olabilir, ancak açıklama yeteneği açısından kurumsal morfolojiden yalnızca biraz daha fazlasıdır.
Yönetişim kurumlarının merkezileştiğine ve hiyerarşik olduğuna işaret etmek, bu yönetişim kurumlarının neden “iyi” amaçlar için kullanıldığını açıklayamaz. Devletlerin rolünü, örneğin ekonomik kalkınmayı teşvik etmesini, açıklamak için devleti kontrol eden siyasi elitlerin dar anlamda kendi refahlarından ziyade genel refahı arttırmayı neden teşvik edici ve bilgiyle uyumlu bulduğunu anlamak adına “başka bir şeye” başvurmamız gerekiyor. Bu “başka şey” devlet kapasitesinden daha derin bir kurumsal varlık olmalıdır.
Devlet kapasitesinin kalkınmaya neden olduğunu iddia etmek pek mantıklı olmasa da kalkınmanın devlet kapasitesine neden olduğunu iddia etmek çok daha mantıklı. Devletleri sınırlı kapasiteye sahip birçok fakir ülke ve güçlü kapasiteye sahip birçok zengin ülke var. Bu kategorilerdeki ülkeler kolayca akla geliyor. Ayrıca SSCB ve Küba gibi güçlü kapasiteye ve düşük gelişmişliğe sahip ülkelerden de söz edebiliriz.
Ancak, zengin devletlerin zayıf devletlere sahip olduğu örnekleri kimse bulamaz. Neden? Zayıf devletlere örnek olan birçok tarihsel vaka var. Anarşi ve devletsizliğin ekonomisi üzerine literatürde sıklıkla bu zayıf devletlere referans verilir. Bu devletler nadiren uzun süre varlığını sürdürür. Sonlarına ya fetih ve boyun eğdirme ile ulaşma eğilimindedirler ya da fetih ve boyun eğdirmeye direnmek için güçlü devletler kurarlar.
Bu tür anarşi örneklerinin hayatta kaldığını göremememiz, nedenselliğin yönü hakkında oldukça bilgilendiricidir. Zayıf bir devlete sahip zengin bir ülke, diğer ülkelerden gelen yırtıcıları davet ediyor. Sahip olunan belirli bir servet stokunu savunamama, yöneticiler için zayıf devlet kapasitesine sahip ülkeyi boyun eğdirmek için cezbedicidir. Zayıf devlet kapasiteli ülkenin iki seçeneği vardır. Birincisi, güçlü devlet kapasitesine sahip ülke tarafından fethedilmek ve özümsenmektir. İkincisi, devlet kapasitesine yatırım yapmaktır (yani, kaynakları ulusal savunma ve/veya başka şeyleri üretmek amacıyla kullanabilen merkezileştirilmiş-hiyerarşik bir mali bürokrasi).
Her iki durumda da, “zayıf devlet kapasitesi” senaryosu sona ermelidir. Bu istikrarsız bir dengedir. İstikrarsızdır; çünkü büyüme, potansiyel yırtıcıların artan dikkatini çekme şeklinde bir dışsallık yaratır. Dolayısıyla, tutarlı bir şekilde örgütlenmiş bir devlet haline gelir gelmez, merkezi olmayan yönetişim kurumlarına sahip zengin toplumların nasıl hayatta kalabileceğini hayal etmek zordur. Hal böyle olunca devlet kapasitesi büyümeye neden olmuyor. Büyümenin bir ürünü oluyor.
Ampirik araştırma açısından, ters nedensellik için, bu argüman birçok çıkarımla doludur. İlk çıkarım, devlet kapasitesi ve bunun büyüme üzerindeki etkisi konusundaki ampirik çalışmaların seçim yanlılığıyla malul olmasıdır. Yalnızca devlet kapasitesini başarılı bir şekilde inşa eden toplumlar, ulusal ekonomik performansı yüksek ülkeler örneklemine girer. Başarısız olanlar basitçe ortadan kaybolurlar. Bu, “yüksek devlet kapasiteli” bir toplumun içine aldığı “düşük devlet kapasiteli/yüksek kalkınmaya sahip” bir toplumu bulmanın, devlet kapasitesinin büyüme üzerindeki etkilerini değerlendirmek için daha iyi bir ampirik yaklaşım olacağı ve karşı-olgusal bir yaklaşımın ortaya çıkarılabileceği anlamına gelir. Farklılıklardaki farklılıklar veya sentetik kontrol gibi ekonometrik yöntemlerle oluşturulabilecek bu karşı olgu, bize o ülkenin “düşük devlet kapasiteli” olarak kalsaydı ne kadar daha iyi veya kötü olacağını söyleyebilirdi.
İkinci çıkarım daha önemlidir. Devlet kapasitesi literatürü açık ve tartışılmaz bir iddiadan yola çıkar: Yöneticiler, devlet kapasitesini kendi çıkarlarına uygun olduğu için ve kendi çıkarlarına uygun olduğunda geliştirirler. Yöneticilerin üretkenliğe karşı “kapsayıcı bir ilgisi” vardır. Böylece güçlü devletler; mülkiyet haklarını koruyarak, yasal anlaşmazlıkları çözerek, sözleşmeleri uygulayarak, iç ticaret engellerini ortadan kaldırarak, suçları kovuşturarak, ağırlık ve ölçüleri düzenleyerek, ulaşım altyapısı ve halk eğitimini sağlayarak ekonomik büyümeyi teşvik eder.
Bununla birlikte devlet kapasitesi, yağmalanmak için veya yağmalamaya direnmek için inşa edilmişse o halde büyüme üzerindeki herhangi bir olumlu sonuç, yöneticilerin iyi niyetinden değil, bir tesadüften kaynaklanır. Bu nedenle, hâlâ yanıtlanmamış önemli bir soruyla karşı karşıyayız: Hangi kurumlar insani gelişmeye uygundur? Bu bağlamda devlet kapasitesi literatürü bize yalnızca bazı devletlerin neden diğerlerinden daha iyi olduğuna dair cevaplar sağlar. Bize ne tür bir yönetimin en iyi olduğunu söylemek için ise fazla bir şey yapmaz.
Tyler Cowen tarafından ileri sürülen görüşlere ille de düşman değiliz. Aslında, onlara oldukça yakın olduğumuz da söylenebilir. Örneğin, yalnızca daha küçük bir hükümete değil, etkili hükümete de odaklanma çağrısını yürekten destekliyoruz. Sorun şu ki araştırma perspektifinden bakıldığında -ideolojik olarak uygun olsa bile- devlet kapasitesi kervanından uzak durmak için önemli nedenler var.
Fotoğraf: Rafael Sales