Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (8-14 Şubat)
[voiserPlayer]
Ukrayna krizi geldiğimiz noktada sürreal bir söylemler savaşına dönüşmüş durumda. ABD ve Avrupa ülkelerine göre Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeye başlaması artık an meselesi. Rusya ise halen her açıklamada böyle bir niyetlerinin olmadığını vurguluyor. Dünya gündeminde Ukrayna ana başlık olarak yerini haftalardır koruyor. Olası bir işgal durumuna dair ülkelerin askeri güçleri masaya yatırılıyor. Rusya’nın işgale nereden başlayabileceği, Ukrayna’nın hangi bölgelerini vurabileceği analistler tarafından tartışılıyor. Ukrayna’nın Batı’dan aldığı yeni silahlar ve Türkiye’den aldığı insansız hava araçları ile neler yapabileceği konuşuluyor. Tüm bu tartışmalar arasında ise birçok istihbarat raporu Rusya’nın Ukrayna sınırındaki askeri gücünü artırdığını gösteriyor.
Geçtiğimiz hafta Ukrayna krizinde diplomasi trafiğinin hızlandığını gördük. Macron’un ardından Almanya Şansölyesi Olaf Scholz da bugün Moskova’yı ziyaret ederek Putin ile görüşüyor. Bu yazının yazıldığı saatlerde Putin-Scholz görüşmesi henüz sona ermemişti. Ancak Scholz’un da Putin’i olası bir Ukrayna işgali konusunda yaptırımlarla tehdit edeceği bekleniyor. Beklentiler arasında Scholz’un Ukrayna’nın NATO’ya 10 yıl boyunca alınmayacağına dair bir garanti vermesi de yer alıyor ki bu durum artan tansiyonu düşürebilir. Geçtiğimiz hafta İngiltere de Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda Rusya’ya garanti verilebileceğine dair bazı işaretler vermişti. Anlaşılan o ki Batılı ülkeler nihai olarak olmasa da bir süreliğine böyle bir garanti vererek Putin’in talebine cevap verilebileceğini ve Ukrayna krizinin bir savaşa dönüşme riskinin ortadan kaldırılabileceğini hesaplıyorlar. Scholz’un Moskova ziyareti, Almanya’nın Rusya’ya enerji bağımlılığı nedeniyle de Rusya ile ilişkilerinin diğer ülkelere göre daha hassas dengelere dayanması açısından önem taşıyor.
Bu haftanın Ukrayna gündemine dair diğer bir önemli gelişmesi ise birçok ülkenin olası bir savaş durumuna önlem olarak diplomatik misyonlarını Ukrayna’dan geri çağırması oldu. Bu durum savaş ihtimalinin beklenenden yüksek olduğuna dair inancı pekiştirdi. Buna rağmen ABD ve İngiltere krizin çözülebilmesi için halen önemli diplomatik adımların atılabileceği görüşünde. Geçtiğimiz haftalarda bu köşede yaptığım değerlendirmelerde iki tarafın da diplomatik yolları ilk terk eden ve diplomasi masasından ilk kalkan taraf olmayı istemediğini belirtmiştim. Görüntü halen o yönde ancak Rus ordusu, hem Ukrayna sınırında hem de Belarus’ta askeri tatbikatlar yaparak gövde gösterisi yapmayı sürdürüyor. Bu kapsamda üç adet Rus savaş gemisi Boğazlar’dan geçerek Karadeniz’e girdi. Rusya bu savaş gemilerinin Belarus ile yapılan tatbikatta kullanılacağını duyurdu. Elbette Ukrayna krizinde Rusya’nın Karadeniz gücünü artırarak Ukrayna ve Batı’ya kuvvetli bir mesajı daha bu yolla ilettiğini söyleyebiliriz.
Uluslararası ilişkiler literatüründe sıklıkla kullandığımız escalation (gerginliği tırmandırma) ve de-escalation (gerginliği yatıştırma) kavramları, Ukrayna krizinde şu ana kadar yaşanan gelişmeler düşünüldüğünde, her ne kadar diplomatik yöntemler elden bırakılmamış da olsa, escalation yönünde ilerledi. Ancak de-escalation süreci de genelde escalation’ın zirve yaptığı yerde başlar. Taraflar gelinen noktada bu gerilimi bu şekilde sürdürmeye devam edemezler. Ukrayna krizi ya bir silahlı çatışmaya ya da geçici de olsa diplomatik bir çözüme ilerleyecektir. Bu arada Rusya topyekün bir işgal girişimi yerine önceki yazılarımda da belirttiğim gibi sınırlı askeri operasyonlarla ciddiyetini göstermek isteyebilir ve Ukrayna içinde de, özellikle Donbass bölgesinde, daha küçük çaplı sıcak çatışmalara girişebilir. Rusya’nın sonuç olarak istediği şey Batı yerine Rus hegemonyasında kalan bir Ukrayna. Bunu savaş dışında yollarla sağlayabilir ve Ukrayna yönetiminden istediği tavizleri kopartabilirse savaşa başvurmayacaktır.
Batılı ülkelerin Ukrayna’nın NATO’ya alınmayacağına dair kesin ve nihai bir garanti yerine, bu konuda belli süreliğine güvence sağlaması ve bu bağlamda bir anlaşmanın taraflar arasında imzalanmasıyla önümüzdeki dönemde gerginliğin azaldığını da görebiliriz. Zira Ukrayna-Rusya arasında yaşanacak bir savaş, siyasi anlamda olduğu kadar ekonomik açıdan da birçok ülkenin hiç istemediği sonuçlar doğuracaktır. Rusya’nın büyük bir petrol ve doğal gaz üreticisi olması, aynı zamanda hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın dünyanın en büyük tahıl üreticileri arasında yer alması fiyatlar üzerinde baskı yaratıyor. Hafta sonu gerginliğin tırmanması, petrol ve doğal gaz fiyatları üzerinde olumsuz etkisini dün itibarıyla hemen gösterdi. Bu nedenle, hele ki pandemi sürecinin yarattığı ekonomik sorunların çözülmeye çalışıldığı ve tüm dünyada enflasyonun büyüme potansiyelini tehdit ettiği şu günlerde, savaşın yol açacağı yeni ekonomik sorunları hiç kimsenin istemediği sır değil. Özellikle akaryakıt fiyatlarındaki yükselişin ABD ekonomisini ve Biden yönetimini çok büyük sıkıntıya sokacağını biliyoruz. Sonuç olarak, tarafların rasyonel aktörler olduğu varsayımıyla Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeyeceği ve tarafların diplomatik bir ara çözümle bu krizi geçiştirebilecekleri, Ukrayna krizinde ortaya çıkabilecek ihtimaller arasında halen en yükseği olarak görünüyor.
Kanada’da Kamyoncuların Başlattığı Aşı Karşıtı Eylem Sürüyor
Dünya gündemi Ukrayna krizi ile yatıp kalkarken Kanada’da pandemi döneminin en geniş çaplı ve ses getiren eylemleri Ottawa kentini esir almış durumda. Her ne kadar bu eylem gündemde hak ettiği yeri bulamamışsa da bu eylemler, pandeminin yol açtığı ekonomik problemlerin ve kısıtlamaların insanlığı getirdiği yer açısından bize çok şey söylüyor. Kanada ile ABD arasında nakliye hizmeti gören kamyoncular, tüm kamyonculara aşı olma zorunluluğu getiren ve aşı olmayan kamyonculara karantina önlemi uygulanmasını devam ettiren karar nedeniyle Ocak ayı sonunda Kanada’nın başkenti Ottawa’da şehir merkezini ve birçok yolu trafiğe kapattı. Özgürlük Konvoyu adı verilen kamyonlar Ottowa’nın merkezine park ederek hayatı durma noktasına getirdi. Birçok insan bu eylemlere ailesiyle birlikte katılarak Kanada kamuoyunda pandemi kısıtlamalarının daha çok tartışılmasının yolunu açtı.
Kanada’da ABD ticareti için sembolik bir değere sahip Windsor’da bulunan Ambassador Bridge (Büyükelçi Köprüsü) üzerinde başlayan kamyoncu eylemleri, aşırı sağ ve Trudeau yönetiminden memnun olmayan grupların desteğiyle yaygınlaştı ve ülkenin birçok bölgesinde konvoylar ve yol kapatmalarla halen sürdürülüyor. Kamyoncular pandemi kısıtlamalarının ABD ile ticari ilişkilerine ciddi zarar verdiğini belirtiyorlar. Hükümet kanadı ise bu eylemlerin halkın güvenliği ve gündelik yaşantısını sıkıntıya soktuğunu ve Kanada ekonomisini olumsuz etkilediğini belirterek göstericilere karşı sert polisiye önlemleri uygulamaktan geri adım atmıyor. Ottawa şehir yönetimi protestoların ilk haftasının ardından şehirde olağanüstü hal ilan etmişti. Bu önlemler de eylemleri bitirememiş ancak hükümet Windsor köprüsündeki kamyoncuları temizlemeyi başarmıştı. Üçüncü haftada da eylemlerin sürmesi sonucu hükümet, polise yeni yetkiler veren Emergency Act (Acil Eylem) planını devreye sokma kararı aldı. Trudeau bu kapsamda uygulanacak politikaların zaman kısıtlı, orantılı ve makul olacağını belirtiyor. Bu sayede konvoylar şeklinde süren eylemlere son noktayı koymayı düşünen hükümetin, eylemlere katılanların banka hesaplarının dondurulması gibi aşırı yöntemlere başvuracağı da anlaşılıyor. Trudeau tüm bu önlemlerin hukuk ve demokrasi kapsamında olduğunu iddia ediyor. Ancak bir mahkeme kararı olmadan eylemlerle ilişkilendiren insanların banka hesaplarının dondurulması hiç de demokratik ve yasal bir önlem gibi durmuyor. Kanada gibi demokrasi standartları açısından en üst lige mensup bir ülkenin pandemi nedeniyle ortaya çıkan eylemlere karşı otoriter yöntemler benimsemesi, birey özgürlüğü ve insan hakları açısından hükümetleri kusurlu önlemlere iten pandeminin yol açtığı otoriterleşme eğilimlerine yeni bir örnek teşkil etmiş oldu.
Avrupa’da sonbaharda yeniden kapatma kararlarıyla birlikte birçok ülkede aşı karşıtı eylemler gerçekleştirilmişti. Kanada’nın özgürlük konvoyu hareketinden esinlenen konvoylarla yapılan eylemler de Avrupa’da karşılık buldu. Fransa, Avusturya, Hollanda ve Belçika’da da benzer konvoy eylemleri düzenlendi ancak Kanada’da ulaştığı boyutlara ulaşamadı. Yalnızca Fransa’da bir grup araç ve protestocu Zafer Takı ve Champs-Elysee meydanında toplanmayı başardı. Fransa polisinin biber gazıyla müdahale ettiği eylem sırasında 337 kişiye para cezası kesilirken 54 kişi de gözaltına alındı.[1] Bu köşede pandemi nedeniyle getirilen kısıtlamaların birçok otoriter yöntemi sıradanlaştırdığı, demokratik rejimleri anti-demokratik uygulamalara alıştırdığı ve otoriter rejimleri de bu kısıtlamalardan faydalanmak suretiyle yeni gözetleme ve denetleme mekanizmalarını yerleşikleştirme fırsatına kavuşturduğunu yazmıştım.[2] Anlaşılan o ki Omicron ile bitmesinin öngörüldüğü pandemi ve kamu sağlığını korumak adına getirilen kısıtlamalar dünyanın birçok bölgesinde insanların sabrını artık taşma noktasına getirdi. Bu tip eylemler ise demokratik hukuk ve insan hakları konusunda hükümetlerin demokratik tavırlarının sınırlarını zorluyor. Ancak demokratik bir rejimin kalitesi ve insan haklarına bağlılığı da kriz dönemlerindeki uygulamalarla test edilebiliyor. Kanada’daki Özgürlük Konvoyu eylemleri, toplumsal hareketler literatüründe yeni bir sayfa açmaya ve pandemi nedeniyle zarar gören insan hakları anlayışımız konusunda yeni tartışmalar başlatmaya aday gözüküyor. Bakalım gelecek dönemde Trudeau hükümeti aldığı bu aşırı önlemleri Kanada toplumuna kabul ettirmekte başarılı olabilecek mi.
[1] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kanadadaki-kamyoncu-eylemi-avrupada-ayni-etkiyi-yaratamadi/2502434
[2] https://new.daktilo1984.com/bultenler/haricten-gazel-haftalik-dis-haberler-bulteni-11-17-ocak/