Ekonomos Haftalık Ekonomi ve Finans Bülteni (13-19 Haziran)
[voiserPlayer]
Amerikan Merkez Bankası (FED) 15 Haziran tarihli toplantısında para politikası faizini 75 baz puan yükselterek 1994 yılından sonra ilk kez bu kadar yüksek oranda bir artışa gitti. Bir ay öncesine dönüldüğünde 75 baz puanlık bir artış piyasalarca beklenen bir durum değildi, beklenti 50 baz puanlık bir artıştı. Beklentileri değiştiren ise bir önceki hafta cuma günü açıklanan ve beklentilerin üstünde gelen mayıs ayı enflasyonu oldu. Mayıs ayında ABD enflasyonu yıllık olarak % 8,3 olarak gerçekleşti ve bu yüksek enflasyon FED’in daha agresif faiz artışına gideceği beklentisini artırdı ve nihayetinde de 50 baz puanın üzerinde bir artışa neden oldu. FED Başkanı Powell karar sonrası toplantıda yaptığı açıklamada “Enflasyonu düşürmeye büyük önem veriyoruz ve bunu yapmak için hızla hareket ediyoruz.” dedi. Her ne kadar Powell bu büyüklükte bir artışın yaygın olmasını beklemediğini söylese de bir sonraki Temmuz ayı toplantısında 50 ya da 75 baz puanlık bir artışın geleceğini beklediğini de iletti.
Bankalar, kısa vadeli borçlanma için birbirlerinden aldıkları faizde bu artan politika faiz oranını bir kıyaslama noktası (benchmark) olarak kullandıkları için bu faiz artışı oldukça önemli. Bununla birlikte, konut ve otomotiv kredileri gibi çok sayıda tüketici kredi ürünü bu faiz oranından etkilenmektedir. Böylece faizlerdeki bu artışın tüketim tarafını sınırlayıcı etki yapması beklenmekte. Nitekim, bu karar sonrası FED’in ekonomik büyüme beklentisi %1,7’ye indi. Mart ayında ekonomik büyüme beklentisi FED için %2,8 idi. Tüketim tarafında beklenen düşüş ise yüksek faiz artışının ABD’yi resesyona götürebileceği tartışmalarını daha da kuvvetlendirdi. Önceki bültenlerde de bahsettiğimiz üzere son dönemlerde ABD’de ekonomik büyümenin düşeceği, stagflasyona gireceği beklentisi artmıştı ve farklı finansal kuruluşların yöneticilerinden endişeli açıklamalar gelmişti. Bu faiz kararı ile birlikte bu beklenti daha da güçlenmiş oldu. Fakat bu noktada Powell farklı düşünüyor. Powell, “Son aylarda gördüğümüz finansal koşullardaki sıkılaşma, büyümeyi yavaşlatmaya devam etmeli ve talebin arz ile daha iyi dengelenmesine yardımcı olmalı” diyerek, büyümede yavaşlamanın gerekliliğine vurgu yaptı.
ABD dışındaki diğer gelişmiş birçok ülke de artan enflasyonla birlikte faiz artırımına gitmekte. Bunlardan en dikkat çekici olanı ise İsviçre’nin 15 yıl sonra ilk kez faiz artışına giderek faizleri -0,75’ten -0,25’e getirmesi oldu. Diğer birçok ülkede olduğu gibi İsviçre de özellikle gıda ve enerji fiyatlarındaki artışın tetiklediği enflasyona karşı korunma önlemi almakta. Enflasyondan korunmaya çalışan İsviçre’de Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon beklentisi ise sadece %2,8.
Faiz Kararı: Türkiye Gibi Gelişmekte Olan Ülkelere Etkisi
Başta ABD olmak üzere dünyadaki faiz artırımı dalgasının, en çok da Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeleri negatif etkilemesi bekleniyor. Faiz artırımının gelişmekte olan ülkelere en önemli etkilerinden birisi sermaye kaçışının gerçekleşecek olması. Gelişmekte olan ülkelere yatırım yapan yatırımcılar ABD’deki faiz getirisinin artışıyla birlikte ABD’yi daha cazip bulmakta ve böylece gelişmekte olan ülkelerden ABD’ye doğru bir sermaye hareketi gerçekleşmekte.
İkinci bir negatif etki ise gelişmekte olan ülkelerin mevcut yüksek borçluluğu. Özellikle Covid-19 dönemi ile birlikte gelişmekte olan ülkelerin dış borçluluğu artmış durumda ve artan faizlerle birlikte dış borçlanmaya gitmek veya mevcut borçları döndürmek bu ülkeler için daha da zor hale gelmekte.
Bir diğer negatif etki ise faiz artışları ile birlikte gelişmekte olan ülkelerin kurlarında görülen dalgalanma. Kurlardaki dalgalanma ekonomik belirsizlikleri artırırken, ülkelerin dış borç miktarını da yukarıya çekmekte. Paul Volcker’ın Merkez Bankası Başkanı olduğu 1980’li yılların başında ABD’deki faiz artışları birçok Latin Amerika ülkesinin borçluluğunu artırarak bu ülkeleri temerrüde düşürmüştü.
Faiz artışının tüm bu negatif etkilerinin varlığında gelişmekte olan ülkeler de hızla faiz artışına gitmekte. Bunlar arasında Brezilya Merkez Bankası’nın üst üste 11. toplantısında da faiz artışına gitmesi en çok dikkat çekenlerden. Yine ekonomik riskler söz konusu olduğunda sıklıkla Türkiye ile birlikte anılan Arjantin de bu yıl içerisinde 6. kez faiz artışına giderek faizleri %52’ye çıkarmış durumda. Mevcut durumda Arjantin’de enflasyon oranı %60,7.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hızla faiz artırım kararı verdiği bu dönemde, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ise 2021 Aralık ayından bu yana faizleri %14 seviyesinde sabit tutmakta. Böylece dünyanın gittiği yönün aksine yukarıda bahsi geçen faiz artırımlarının negatif etkilerine karşı TCMB tarafında bir önlem alma gereksinimi duyulmamakta. Üstelik bu faizi sabit tutma kararı resmi enflasyonun %73.5’e ulaştığı bir yüksek enflasyon döneminde devam edebilmekte.
Hem ABD faizlerinin artışıyla ABD’ye olan yatırımların daha cazip hale gelmesi, hem de risk iştahının azaldığı bu dönemde hala gelişmekte olan ülkelerde yüksek getiri arayan yatırımcı için faizleri artan ve daha az riskli olarak ölçülen diğer gelişmekte olan ülkeler varken, Türkiye yatırımcı çekmekten oldukça uzak bir hale gelmektedir. Bu durum Türkiye’yi ekonomik anlamda kırılgan ülkeler listesinin en tepesine oturtmaktadır. Bu nedenle son dönemlerde gittikçe artan dolar yetersizliği de göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin yurtdışından borçlanmalarda diğer gelişmekte olan ülkelere göre daha zorlanması ve dolar likiditesindeki problemlerle daha büyük kur dalgalanmalarıyla karşı karşıya kalma ihtimali her geçen gün daha da artmakta.