Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (12-18 Mart 2024)
2024 yılının, ABD Merkez Bankası Fed’in ve diğer büyük merkez bankalarının faiz indirmeye başlayacağı ve bu nedenle de küresel ekonomik büyümenin ivmeleneceği bir yıl olacağı bekleniyordu. Halen de bu beklentiler kısmen sürüyor. Ancak jeopolitik riskler ve bu risklerin yarattığı enflasyonist ortam 2024’ün ilk çeyreği geride kalırken iyimser beklentileri törpülemiş görünüyor.
2024 yılında birçok ülkede seçimler olması ve en önemlisi de Kasım 2024’te ABD’de tüm dünyayı etkileyecek sonuçlara gebe bir başkanlık seçiminin yaşanacak olması, küresel ekonomi açısından birçok belirsizliği beraberinde getiriyor.
Küresel jeopolitik riskler açısından son yıllarda piyasaları en çok tedirgin edici gerilimlerden biri Tayvan Krizi. Çin’in kendisinin bir parçası olarak gördüğü bu ülke, bir yandan Çin’den bağımsızlığını korumaya bir yandan ise Çin ve ABD arasındaki rekabet alanlarından biri olma imtihanı ile karşı karşıya.
Bu nedenle Ocak ayında Tayvan’da yapılan seçimlerde bağımsızlık yanlısı aday William Lai’nin cumhurbaşkanı seçilmesi Çin’i oldukça kızdırmıştı. Bu seçimin sonuçları Asya-Pasifik bölgesinde yaşanan ABD-Çin gerginliğinde ABD lehine olmuş gibi görünüyor. Ancak Çin tarafının tepkisi ise Tayvan Krizi’ni 2024 yılı için de ciddi bir jeopolitik risk olarak küresel ekonominin önünde durduğunu gösteriyor.
Bu köşedeki yazılarımdan yakinen bildiğiniz gibi Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de küresel ekonominin dikkatle gözlemlemeye devam etmesi gereken bir jeopolitik risk olarak varlığını sürdürüyor. Geçtiğimiz hafta Rusya’da yapılan seçimlerde beklendiği gibi Putin tekrar seçimi kazandı.
Putin’in yüzde 88 aldığı seçimleri bir seçim olarak nitelendirmek ne kadar mümkün takdiri siz okuyuculara bırakıyorum. Ancak bu sonuçlar Putin’in en az 2030’a kadar iktidarda kalması anlamına geliyor ki bu da Ukrayna Savaşı’nda Rusya’nın işgalci politikasının süreceği anlamına geliyor.
Elbette Gazze Savaşı ve bu savaşın Orta Doğu’daki yansımaları da 2023’ten bu yıla devreden diğer bir jeopolitik risk olarak küresel ekonomik büyümeye ilişkin risk yaratma potansiyeli taşıyan diğer bir önemli uluslararası sorun. Nitekim Yemen’de İran destekli Husilerin Kızıldeniz girişinde İsrail’e destek verdiğini iddia ettiği ülkelerin gemilerini vurması, küresel ticareti çok yakından ilgilendiren navlun fiyatlarında artışa neden olmuştu. Bu savaşın sürmesi her an ortaya çıkabilecek yeni çatışmaları ve dolayısıyla da yeni jeopolitik riskleri bünyesinde taşıyor.
2024’ün pandemiden sonra başlayan, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile devam eden enflasyonist ortamdan çıkarak yumuşak bir inişle resesyonlara neden olmadan faiz indirimlerine geçilmesi ve sarsılan güvenin yeniden inşasının yılı olacağı beklentileri, özellikle ABD’den gelen ekonomik verilerle de baltalanmış görünüyor.
2023 sonunda yapılan analizler ABD merkez bankası Fed’in 2024 içinde 6 faiz indirimi yapabileceği gibi oldukça iyimser beklentileri içeriyordu. Bu beklentiler Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmekte olan piyasalar için de olumlu raporların yazılmasını beraberinde getiriyordu.
Ancak ABD’de yeterince düşmeyen enflasyon (özellikle de çekirdek enflasyon) 2024 başında Mart ayında beklenen ilk faiz indirimini Haziran ayına öteledi. Geçtiğimiz hafta gelen verilerden sonra kimi yorumcular bu beklentiyi Temmuz ayına erteledi. Bu durum da 2024’ün 2. yarısında tüm dünyada riskli yatırım araçlarına yönelecek büyük miktarda fonun küresel ekonomiyi ciddi şekilde büyüteceğine dair beklentileri azaltıyor.
Ocak ayında Davos’ta yapılan zirvenin yapay zekanın ardından ana gündem başlıklarından biri olarak küresel jeopolitik riskleri belirlemesi boşuna değil. Dünya Ekonomik Forumu’nun Baş Ekonomistler Görünüm Raporu 2024’e göre küresel ekonominin yüksek enflasyon sonrası sıkı finansal koşullar, jeopolitik anlaşmazlıklar ve yapay zeka alanındaki kapsamlı ilerlemeler nedeniyle ortaya çıkan sıkıntılarla mücadeleye devam edeceği öngörüldü. Rapora görüş sunan 30 ekonomistin yüzde 70’i bu yıl jeoekonomik parçalanmanın hızlanmasından endişe duyduğunu belirtiyor. Jeoekonomik parçalanma ise küresel ticaretin korkulu rüyalarından biri.
Davos’ta ayrıca Nisan-Haziran arasında yapılacak Hindistan seçimleri ve elbette ABD seçimleri de risk unsurları arasında konuşulan konular arasındaydı. 1.5 milyara yaklaşan nüfusu, büyüyen ekonomisi ve Küresel Güney’in lideri olma konusundaki iddiası ile Hindistan, küresel siyaset ve ekonomi açısından oldukça önemli bir ülke.
İki dönemdir başbakanlığı yürüten popülist ve Hindu milliyetçisi Narendra Modi 3. kez seçilmenin hesaplarını yaparken Modi’ye karşı demokrasi sloganı altında birleşen muhalefet ise Modi’yi yenmeye çalışacak. Modi son yıllarda Hindistan ekonomisinde ciddi bir büyüme sağladı. Bu nedenle de kendine güveniyor. Ancak seçim sonuçlarının Hindistan ve dünya açısından neler getireceği küresel ekonomi açısından bir belirsizlik olarak analizlerde yerini alıyor.
Tüm bu olaylar ve gelişmeler içinde en çok merak ve heyecan uyandıran ise Biden ve Trump arasında geçecek olan ABD başkanlık seçimleri. Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla söz verdiği vaatleri iki katına çıkarma propagandası Trump’ın seçilmesi durumunda Çin ve ABD arasındaki gerginliği arttırmak ve küresel ticarette ulusal sınırların koruma duvarlarının güçlendirilmesine sebep olmak endişelerini beraberinde getiriyor.
Korkutan senaryolardan bir diğeri ise Çin’in Trump’ın başkan seçilmesiyle Tayvan’a düzenleyeceği olası bir silahlı harekat. Tüm bunlara Rusya’nın Ukrayna’da son dönemde üstünlüğü ele geçirmesi ve İsrail’in halen süren Gazze’ye müdahalesi eklendiğinde küresel ekonomilerde 2024’ün ikinci yarısında beklenen olumlu büyüme senaryoları gerçekleşmeyebilir.
Trump’ın seçilmesi durumunda yalnızca Çin-ABD ilişkilerinde değil, Rusya’ya karşı Ukrayna’nın desteklenmesi ve Ukrayna Savaşı ile gelişen ABD-Avrupa ilişkilerinin sekteye uğraması da söz konusu. Tüm bunlar düşünüldüğünde ABD seçim sonuçlarının yaratacağı olası riskler piyasaların tadını kaçırıyor. Geldiğimiz noktada 2024’ün küresel siyasetinin ortaya çıkarttığı riskler, bu yılın ciddi bir toparlanma ile tamamlanmasının zor olacağını gösteriyor. Bu nedenle küresel büyümeye dair beklentiler revize edilerek birçok hayal 2025 yılına ertelenebilir.