Türkiye’nin İklim Politikaları, Ekonomisi ve Enerji Krizi: Siyasi Partiler Perspektifi, Demokrat Parti
Türkiye’de iklim politikalarının olması gerekenden daha az ilgi gördüğünü tespit etmiş ve bu politikaları gün yüzüne çıkarmak için siyasi partilerin ilgili temsilcileri ile mülakat serisi başlatmıştık. Bu serinin diğer mülakatları Demokrasi ve Atılım Partisi Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Sunar ile yapıldı. İklim, enerji ve ekonomi dosyamızın sıradaki konuğu ise Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Üyesi Ali Arif Aktürk oldu.
1) Avrupa Birliği, “Sürdürülebilir Avrupa Yatırım Planı’na” göre, iklim krizine yönelik aldığı önlemler kapsamında 2050 yılına kadar 175 ila 290 milyar euro arasında yıllık yatırım planı oluşturdu. Benzer şekilde birçok çok uluslu şirketin yeşil yatırımlara büyük krediler açması bekleniyor. Türkiye’de yeşil ekonomiye sürdürülebilirlik temelinde entegrasyon, beklenen hızda gerçekleşmezse bu durum gelecek yıllardaki iktisadi yatırımları ne şekilde etkileyecektir?
Bu mülakatı 23 Şubat öncesi yapsaydık cevaplarım daha farklı olurdu. Yeşil Mutabakat’ı 23 Şubat öncesi ve sonrası olarak değerlendirmekte fayda var. Rusya-Ukrayna Krizi sonrası Batı’nın Rusya’ya, Rusya’nın Batı’ya uygulamaya başladığı yaptırımlar var. Örneğin, Mayıs’ta Rusya’nın ruble ödeme zorunluluğu getirmesi, Kuzey Akım 2 projesinin bitmişken lisans sürecinde tıkanması ilişkileri tamamen dondurdu diyebiliriz. Bu noktada Rusya’ya olduğu kadar AB’ye de eleştirel yaklaşmak lazım. Ukrayna Krizi’nden önce anlaşmazlık sinyalleri ortadaydı. Minsk-1 ve Minsk-2 protokolleri görüşülüp, uygulanmaması neticesinde Rusya’nın bölgeye asker yığması gibi bir durum ortaya çıktı. Tüm bu anlaşmazlıklar apaçıkken, AB Rusya’ya olan gaz bağımlılığını 2000 yılından beri aynı seviyelerde tuttu. Krizin böyle bir alt yapısı var aslına bakarsınız. Bu başlangıçla Yeşil Mutabakat’a değinmek önemli çünkü elimizde farklı bir tablo mevcut. Rusya ile gerilen ilişkiler karşısında AB enerji bakanları alternatif yollar arıyor fakat kriz derinleşmekten öteye gitmiyor. Daha da önemlisi AB Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen açıklamalarında tasarruf önlemlerinin üzerine ilave kömür üretim senaryolarından bahsediyor. Hal böyle olunca yeşil yatırım planları Ukrayna krizi sebebiyle bana sorarsanız en az 10 yıl ötelendi. Türkiye’ye burada dönersek eğer, ülkemizde enerji yoğun sektörlerin ağırlığı hemen göze çarpıyor. Gerek üretimdeki payı gerek ihracattaki payı çok yüksek. Türkiye’nin artık katma değeri yüksek üretime geçmesi lazım. Enerji yoğun sektörlerin hakimiyeti bu şekilde devam ederse cari açığı da önleyemeyiz. Biz iktidarımızda üretim portföyümüzü katma değeri yüksek, Ar-Ge değeri yüksek üretimleri teşvik edeceğiz. Bunun başlangıç noktası da yetişmiş insan kaynağını korumak. Yani milli etiğim ve yüksek öğretim politikalarını gözden geçirip, nitelikli insan yatırımına katkı sağlayarak bu süreci kolaylaştıracağız. Tüm bunları yaparken Yeşil ekonomi ile ilgili ayrıca zamanımız olacak. Geçen seneki COP26 Glasgow’dan sonra dünya yeni bir düzene girdi. Bu düzende ülkemizin rekabet gücünü artıracak şekilde, yeni vergilendirme politikaları, sanayi, enerji, ekonomi ve çevre konularına bütünsel bakarak yeniden düzenleyeceğiz. Ayrıca 6’lı masada da bunu biz dile getirdik, Devlet Planlama Teşkilatı’nı, Stratejik Planlama Teşkilatı’nı etkin bir şekilde hayata geçireceğiz ve sıfır emisyon planını bu kapsamda belirleyeceğiz. Yeşil Mutabakat ile ilgili alacağımız kararları diğer gelişmiş ülkelerin süreçlerini dikkatle takip ederek ele alacağız.
2) Türkiye’nin toplam ihracatında ilk sırada bulunan AB %41,3 gibi önemli bir yüzdeye sahip. Yeşil Mutabakat kapsamında AB, sürdürülebilir ve döngüsel ekonomi kodlarıyla karbon ayak izine sahip olan ürünleri, birlik sınırlarına yüksek vergilendirmeye tabi tutarak sokmayacak. Türkiye’nin 2030 yılına kadar, sınırda karbon düzenleme mekanizması, regülasyonlar ve endüstriyel dönüşüm anlamında nasıl bir politika planlaması oluşturmalıdır?
Şimdi tabi ki bu süreci dikkate almalıyız. Türkiye’nin mevcut sermayesini elde etmesi on yıllar aldı. Öncelikle enerji fiyatlarını sübvanse etmek uzun vadede bu ülkeye çok zarar veriyor. Elektrikte YEKDEM’i çıkardık, kömürde bazı fiyat garantileri verdik, sonra nükleerde 2010’lu yıllarda meclisten geçirerek fiyat garantisi verdik. Elektrikte durum böyleyken gazda bunu da beceremedik. BOTAŞ’ın elindeki kontratları rekabete açmamız büyük risk oluşturabilir dendi. Sonrasında kontratlar devredildi ama fiyat üzerinden sübvansiyon yapıldığı için pazar doğmadan öldü. Burada rekabetten sorumlu iki kurum vardı; birincisi rekabet kurumu, ikincisi de yine rekabetten sorumlu kurum Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu. Yani 4646 sayılı yasada rekabetçi bir gaz piyasasından bahseder fakat ne yazık ki biz bunu sağlayamadık, aksine sübvanse ettiğiniz gaz fiyatlarıyla büyük şehirleri ısıtmaya çalışıyoruz. Biz iktidara geldiğimizde maliye ve vergi politikalarını topyekûn gözden geçirmemiz gerekiyor. Sadece Yeşil Mutabakat değil, kayıt dışılık doğrudan ve dolaylı vergilerin arasındaki orantısızlıklar ve orta gelir tuzağına sıkışmış ekonomik yapımız gibi sorunlar ivedilikle gözden geçirilmeli. Buradan çıkabilmemizin önündeki en büyük engel, vergi ve maliye politikalarına bütüncül yaklaşamamak. Elektrik üretiminde pazar yapısına aykırı uygulama ve fiyat garantisi durumunu bitirmemiz gerekiyor. Bunun sonucunda ise karbon ayak izine etkisi olacak elektrik üretim kapasitelerini Yeşil Mutabakat’a uyumlu hale getireceğiz. Bu sürecin bir anda değil tedricen yapılması gerekiyor. Avrupa Birliği bizim önemli bir pazarımızdır, bu sürecin önemini göz önünde bulundurarak iktidarımızda gerçekleştireceğiz. Fakat, mevcut enflasyonun bizi zorlayacağının da farkındayız ve sürece bütüncül yaklaşarak yürütmemiz gerektiğini biliyoruz.
3) Birçok ülke enerji üretim ve tedariklerinin yenilenebilir kaynaklara geçişinde farklı planlamalar üzerinde duruyor. Türkiye’de elektrik üretimi başarılı denebilecek şekilde %16’sını yenilebilir enerjilerden karşılamaya başladı. Türkiye’nin enerji bağımlılığı ve tedarik kaynaklarını çeşitlendirmesi açısından diğer tedarikçi ülkelerle geçiş aşamasında nasıl bir yol izlenmelidir?
Benim bildiğim 10 tane GES yatırımı tarıma uygun topraklar üzerine yapıldı. Burada izin mekanizmaları da yanlış yapılıyor. Geçmişte tahıl ambarı olan Türkiye şu anda Kanada’dan mercimek ithal eden bir ülke oldu. Bunun önüne geçilmesi için güçlü düzenlemeler yapmalı. Türkiye yenilenebilir üzerine ciddi adımlar attı ama ciddi fiyat garantileri ile yatırımcı teşvik ediliyor. Amerikan doları ile alım garantisi verdiğiniz kur krizinde YEKDEM fiyatları ve gelinen seviyeler ortada. Yani elektrik ortalama maliyetimiz yukarı çekiliyor ve bu da sanayinin rekabet gücünü azaltıyor. O fiyatları yansıtmamak için sübvanse ediyoruz, bu sefer de başta konuştuğumuz konu, sermaye koyup yurt dışına sermaye transfer etmiş oluyoruz. Yani sonuç olarak bir bütün olarak bakılmadan yenilenebiliri teşvik ediyorum, 7.3 deyip durmamak, üzerine sağlaması yapmak lazım. Bence teşviklerin fiyat üzerinden değil vergi ile yapılması gerekir. Gerek kurumlar vergisi gerek ilerde oluşturacağımız karbon vergisi ile bazı teşvikler yapılmalı. Yani bütünsel bakmadan bu düzenlemeleri yapmak ülkenin makro ekonomisine zarar verecektir.
4) Taksonomi iklim değişikliği karşısında dirençli ve sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin bir listesinin oluşturulması ve yatırımlarla Yeşil Mutabakat’ın uygulanabilir hâle getirilmesini amaçlıyor. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, yapısı, departmanları ve ele aldığı konular itibarıyla bu bakanlığın taksonominin bürokratik süreçlerini yeterli biçimde uygulayabileceğini düşünüyor musunuz?
Öncelikle şunu söylemek gerekir, şehircilik, çevre ve iklim konuları faaliyet konusu olarak birbirleriyle çatışan ve çıkar farklılığı olan alanlar. Şehircilik ya da uygarlaşma da diyebiliriz. Başlı başlına çoğu zaman çevreye menfi zararlı etkileri vardır. Biz iktidara geldiğimizde mutlaka bu konuyu göz önünde bulundurup bir ayrıştırmaya gideceğiz. İklim bakanlığını yeniden yapılandırdıktan sonra iklim değişikliği etkilerini azaltma, iklim değişikliğine uyum, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve korunması, döngüsel ekonomiye geçiş, kirliliğin önlenmesi ve biyoçeşitliliğin korunması gibi departmanları gerçek uzmanların öncülüğünde sağlayacağız. Mesela, Türkiye’nin 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke. Amerika’da fueloil yakan gemilere izin verilmiyor. Artık LNG’ye geçiş var. Türkiye’de de Tuzla tersanesinin ürettiği gemiler doğalgazla çalışıyor. Bizim de deniz taşımacılığında bu tür adımları atmamız gerekiyor bunların da siyasi iradeler tarafından düşünülmesi gerekiyor. Bunlar ayrıca devasa ekonomik fırsatlar da yaratabilir, bu da zaten Yeşil Mutabakat’ın özü.
5) Avrupa Birliği, Ukrayna krizi sonrasında Rusya’ya olan enerji bağımlılığını iyice sorgular hale geldi. Daha önce Yeşil Mutabakat kapsamında tek çare olarak görünen yenilenebilir enerji yatırımlarına ek olarak nükleer enerji ve doğal gaz, yatırımlar için yeşil etiket aldı. Bu durumun ülkelerin münferit çıkarlarına ek olarak, enerji sistemlerinin karakteristiğine göre ortaya çıktığı görülüyor. Türkiye’nin bu tartışmalarda yerini nerede görüyorsunuz? Ayrıca, Türkiye’nin hem iklim krizi ile mücadelede hem de enerji bağımsızlığını koruması açısından nasıl bir tutum takip etmesini öneriyorsunuz?
Yine biz defalarca şunu söyledik, enerjide arz güvenliği milli güvenlik meseledir. Uzun vadeli politikalar belirlenmeli. Şimdi enerjide kısa vade 1-3 yıl, orta vade 5-10 yıl, uzun vade 10-30 yıldır. Bir siyasi iradenin ömrü, bir seçim dönemiyle sınırlı. Bir seçim dönemiyle gelir ve diğeriyle gider. 5 yıllık bir seçim dönemi ise kısa bir dönemdir. Bizim milli güvenlik kurulu benzeri enerji arz güvenliği kuruluna ihtiyacımız var. Biz iktidara gelirsek Cumhurbaşkanı başkanlığında bu kurulu sağlayacağız. Burada dış politika, sanayi, çevre, dış politika ve istihbarat gibi tartışmaların da gündemi olacak. Aynı zamanda bu kurulun ana muhalefet partisi liderinin ve sivil toplumun temsil edildiği bir yapısı olacak. Burada Yeşil Mutabakat, yenilenebilir enerji, nükleer gibi stratejilerimizi belirleyecek bir devlet şurasını tesis edeceğiz. Sorunuza dönecek olursak, doğalgaz tüketici açısında konforlu bir yakıt. Kapınıza kadar gelir ve vanayı açtığınızda anında kullanılabilir durumdadır. Türkiye’ye geldiğinden beri de doğalgaz, alternatif yakıtlara göre vergi muafiyetleri gibi pozitif ayrıcalıklara tabi tutuldu. Doğalgazın bu kadar kolay kullanılabilir olması şehirlerde konfora neden oldu. 81 vilayete gittiğini övünerek söyledik. Fakat şehirlerde kullanımı yaygınlaştırdıkça yaz-kış arasındaki kullanım dengesini kaybettik. Şimdi boru gazlarıyla bu dengenin sağlanmasının imkânı yok. Dünyanın hiçbir yerinde yaz ve kış arasında iki katı sıcaklık farkı varken boru hatlarıyla bunu sağlayamazsın. Kaynaktan pazara o esnekliği sağlayacak, örneğin Rusya özelinde, yer altı depolarıyla bir yere kadar yapılabiliyordu. Yazın %40, kışın %60 gibi kullanım planı sunuyordu. Yani %20’lik bir esneklik. Bunun Türkiye’de sağlanması imkânsız. Bu denli enerjide bağımlı bir ülkenin böyle yaygın bir doğalgaz sistemi kurması oldukça büyük bir hata. Akdeniz havzasında örneğin çok konforlu ısı pompalarıyla ısınma sorununu çözebilirdik fakat oralara da doğalgaz götürdük. Bu noktalara ayrıca güneş enerjisi de yetersiz bir şekilde kullanılıyor. Bugün geldiğimiz noktada kışın LNG’ye sarılıyoruz. Hatta pandemi dönemde LNG fiyatlarının düşmesiyle biz artık LNG ile piyasaya döndürürüz gibi absürt bir akla sahipti. Çok yüksek miktarlarda enerji alındı ve tüketildi. Gelin görün ki Ukrayna krizinden sonra LNG kapanın elinde kalıyor. Son birkaç yılda LNG’nin tüm spot piyasalardaki payı %40’ları geçti. TTF’ye endeksli bir LNG piyasasında sisteminizi çevirmeniz oldukça maliyetli bir hal aldı. Bu krizde fırsatlar çıkar mı? Yani Rusya ile ilişkiler kapalı kapılar ardında sürüyor. Basına yansımadığı için bir yorumda bulunamıyoruz ama Ruslar da gazı satmak zorunda. Maalesef bu kriz çıkmadan önce çok yanlış bir müzakere ile Rus kontratlarını yanlış bir baza dayandırarak yeniledik. 1996’da imzalanan sözleşmelerin 2021’de biteceği biliniyordu. Bu uzun dönemli sözleşmelerin ilgili maddelerinde alıcı ya da satıcı 3 yıl öncesinde yazılı ihbarda bulunursa, bu sözleşmelerin aynı şekil ve şartta uzatılma maddesi olmasına rağmen 2021’e kadar bekledik bunları. Fiyat formüllerini TTF’ye endeksledik %70’ini, tabii TTF de bu hale gelince ortaya çıkan fahiş bir rakam var. Şimdi basiretli yaklaşan birisinin bunu Ruslarla müzakere ederken görüşmelere tahıl koridoru, Akkuyu Nükleer Santrali gibi konuları da dahil ederek fiyat indirimi istemesi gerekiyor ama isteniyor mu istenmiyor mu bilmiyorum. Rusya’nın elinde bir doğalgaz birikti, buradan Türkiye mevcut durumda kendisine bir fayda sağlayabilecektir.
6) Türkiye 2023 yılında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni açmayı planlıyor. Projede belirtildiği üzer 4800 MW kurulu güce sahip olan tesisin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %10’unu karşılayacağı öngörülüyor. Rusya tarafından yapılan tesise yaklaşık 20 milyar dolarlık yatırım planı varken, yap-işlet-sahip ol sistemi ile proje tasarlanmış. Bu tür bir projenin Türkiye’nin enerji bağımsızlığını, alternatif enerji yatırımlarını (yenilenebilir enerji gibi) ve mevcut enerji arzını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin nükleer hikayesi 1970’lere kadar gider, ama o kadar derine girmeyelim. 2010 yılında biz Hükümetlerarası bir anlaşma imzaladık ve mecliste de onayladık. Bu yüzden hükümetlerarası bir anlaşma olduğu için reddetmeyerek anayasanın 90. maddesi gereği yerel kanunlar üzerinde sayıldı ve dolayısıyla iptali söz konusu değil. Meclis tutanaklarını inceledim. O dönemde böylesine bir kanunun bu kadar az katılımla konuşulması çok ilginç. Sadece 26 aleyhte oy var, kabul edenler de 206 gibi bir sayıydı, yani meclisin nitelikli bir çoğunluğu bile katılmamış. Sonra, meclis komisyonlarına bakmak istedim raporlarda dış ilişkilerde tartışılmış ama enerji ile ilgili komisyonda görüşülmemiş bile. Düşünün bu konuda görüşülmemiş bile. Şimdi 20 milyar dolarlık yatırım doğrudur ya da yanlıştır diyemem. Ama o dönemde verilen yatırım garantisi 20 milyar dolar baz alınarak kilovatsaat başına 12.35 dolar garanti verildi. Fakat 2014’te bu proje stratejik yatırım kapsamına alınıyor ve 7 milyar dolarlık çeşitli vergi ve yatırım indirimleri gibi ilave teşvikler sağlanıyor. Şimdi ise 12.35 dolar bu fiyattan revize edilmeli. Bunun üzerine Akkuyu’da inşa ve operasyon işletmesi için liman da olacak ve buraya da ayrıca ticari liman statüsü verildi. Biz iktidara gelirsek tüm bunları yeniden hesaplayarak, tekrar ele alacağız.
7) Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olacağını açıklamasının ardından anlaşma, 6 Ekim’de TBMM’de onayladı. Seçim vaatleriniz arasında Paris Anlaşması’nın gerekliliklerinin yerine getirilmesi için politika hedefleri koyacak mısınız?
Paris İklim Anlaşması ne yazık ki Glasgow COP26 öncesinde tam tartışılmadan onaylandı. Biz iktidara geldiğimizde TBMM’de onaylanan uluslararası anlaşmalara bağlı kalacağız. Fakat bu anlaşmaların dışında ülkenin çıkarlarına ters düşen anlaşmaları tekrar ele alacağız. Tabi ki Paris Anlaşması’nın dünya için öneminin farkındayız. Aynı zamanda anlaşmanın paydaşı olarak yükümlülüklerimizi biliyoruz. Paydaş ülkeler ile de iletişimi kuvvetli tutarak bütüncül bir şekilde hareket edeceğiz.
Fotoğraf: Thomas Reaubourg