[voiserPlayer]
Avrupa Konseyi 2019’un ilk yarısında karbon-nötr, sürdürülebilir kalkınma ve adil dönüşüm gibi kavramları tartışmaya başladığında hem pandemiden hem de yanı başında yükselecek olan Ukrayna-Rusya krizinden bihaberdi. Yeşil Mutabakat’ın ilk adımlarının atıldığı ve 2019-2024 yıllarını kapsayan bir planın tasarlandığı ilk görüşmeler, daha aydınlık bir geleceğe işaret ediyordu. Ancak, normal şartlar altında uzun vadeli projeksiyonlarında başarılı öngörüler üretebilen Avrupa Birliği’nin önümüzdeki kış itibarıyla ekonomik daralma yaşayacağı, herkesin üzerinde mutabık olduğu bir gerçek.
Yeşil Mutabakat’ın Avrupa Birliği siyasetinde önemli derecede yer edinmesi ve AB ajandasının merkezine yerleşmesi iklim krizi açısından teveccüh ile karşılanmıştı. Fakat, hemen her Birlik üyesi ülkenin baş etmek zorunda kaldığı mevcut iktisadi darboğazı, AB’nin enerji ajandası palazlandırmış durumda. Kimi eleştiriler, pandemi ve bölgesel savaşlara bağlı birçok faktörün ortaya çıkardığı kriz durumuna dayanıklı senaryolara hazırlanılmadığını, yalnızca emisyon azaltımına yönelik politikaların ise mevcut durumu daha da karmaşık hâlâ getirdiğini vurguluyor. Bu nedenle 2023 kışına damga vuracak konular, enerji yoksunluğu ve bununla ilintili enflasyon tartışmaları olacak. Peki bu kara kıştan çıkış mümkün mü? Yeşil Mutabakat iktisadi kırılganlıklardan kurtulmak için artık bir çözümden ziyade sorun mu teşkil ediyor?
Avrupa Birliği enerji alanında ciddi oranda dışa bağımlı ülkelerden oluşuyor. Bağımlılığın yöneldiği ülke ise Rusya. Bu hem ekonomik hem de politik bir külfeti beraberinde getiriyor. Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi enerji bağımlılığı kimi ülkelerde yüzde yüzlere varırken, Türkiye’de ise %71 oranında. Bu da demek oluyor ki Türkiye’nin enerji bağımlılığı Avrupa ortalamasının çok üzerinde. Fakat, Türkiye’nin aksine Avrupa’da, mevcut AB politikalarında enerji krizine ciddi önem atfedildiği görülüyor. Rusya ile ilişkilerin gerilmesinden itibaren enerji tüketimi için AB’nin 314 milyar Euro ve Birleşik Krallık’ın 178 milyar Euro ek finansman sağladığı yönünde raporlar mevcut ve önümüzdeki dönemde bunun devam edeceğine dair emarelere, geçen hafta bir araya gelen enerji bakanları zirvesinde tanık olduk.
Zirvede, AB Dönem Başkanı Jozef Sikela, AB’nin bir savaşta olduğu ve belirleyici savaşın bu kış yaşanacağı açıklamasında bulundu. Zirvenin asıl konusu ise enerji fiyatlarına yönelik yeni vergi düzenlemesi, piyasayı krizden korumak adına atılacak adımlar ve Rusya’ya yönelik politika birliğinin sağlanması idi. Buna ek olarak, acil gündemiyle yapılacak olan toplantıların sayısının artacağı ve sanayinin direnç kazanması için paketlerin açıklanacağı da toplantının ardından paylaşılan gündemler arasındaydı. Tüm bu koşullar altında Yeşil Mutabakat’ın AB ajandasındaki yeri de tartışma konusu oldu. Yani, Avrupa ülkeleri yaşadığı enerji krizi sebebiyle ciddi tasarruf önlemleri almış durumda. Günlük hayatı doğrudan etkileyen bu tasarrufların amacı, sanayinin ve hane halkı tüketiminin kış boyunca aksamasını önlemek.
Evet, Yeşil Mutabakat’ın mevcut durumu daha da karmaşık bir hâle getirdiği doğru. Ancak hâlâ vadettiği gelecek bir çıkış önerisi sunuyor. Bu krizin alışılmışın dışında bir yaşam tarzı getirdiği açık. Zira, kişi başına enerji tüketiminin yüksek olması bir tür refah göstergesidir. Avrupa ülkeleri de uzun yıllar boyunca bu istatistiği yakalarken, enerjinin olmazsa olmazları olan güvenlik, sürdürülebilirlik ve satın alınabilirlik koşullarını sağlamayı başardı. Avrupa Yeşil Mutabakatı ile de karbon nötr bir gelecek planlarken, rekabetçiliği korumak adına sınırda karbon düzenleme mekanizması gibi önlemler aldı ve yenilenebilir enerji kaynaklarına da ciddi yatırımlar yapmaya başladı. Bu şekilde de aslında küresel anlamda iklim hareketinin liderliğini yapar konuma geldi.
Fakat, Yeşil Mutabakat’ın temel direği sayılabilecek enerji dönüşümü ve üzerine inşa edilen ekonomik ve sosyal politikalar ciddi risk altında. Önce Covid-19 pandemisi sonra Ukrayna-Rusya Krizi, Yeşil Mutabakat’a yönelik eleştirilerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu eleştiriler öncelikle Yeşil Taksonomi ile gündeme geldi. Zira, bu eleştiriler sağlam dayanak noktalarına sahipler. Nükleer enerji ve doğalgaz yatırımlarının yeşil etiket alması ve AB’nin geçiş sürecinde bunları meşru kaynaklar olarak görmesi oldukça tepki topladı. Bu alanlara yatırımların devam etmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarına olan ilginin azalmasına ve geçiş sürecinin olumsuz yönde etkilenmesine yol açacak görüşü hâkim.
2050 karbon nötr dünya tahayyülleri, geçiş sürecinde fosil yakıt kullanımının zirve yaptığı bir dönemi öngörebiliyordu. Her ne kadar münferit olarak devletler ve uluslararası örgütler çeşitli planlar ve katkı beyanları sunsa da Glasgow’da yapılan COP26 toplantısı, karbonsuzlaştırma politikalarının uyumsuzluğunu gözler önüne serdi. Gelişmiş ülkelerin kalkınmalarını tamamlaması ve geçiş sürecini finanse edebilmesi, gelişmekte olan ülkeler tarafından iki yüzlülükle suçlanmış, “merdiveni itme” olarak tanımlanmıştı. Ayrıca, iklim krizinden ilk ve doğrudan etkilenecek ada ülkeleri protestolarını dile getirmişti.
Mısır’da düzenlenecek COP27’de ise bu sefer, orta ölçekli ekonomilerin diplomatik zemini kızıştıracağı ve görüşmelerde söz sahibi olacağı bekleniyor. Böylece, bir tür diplomatik çaresizliğin içinde kalan iklim politikaları, enerji krizi ile karşılaştığında rotasını pragmatik ama sürdürülebilirlikten uzak bir noktaya çeviriyor. Fakat, bu süreci devam ettirecek olan uluslararası aktörler, politik ekonomi açısından da önemli bir konuma sahip olacak. Çünkü, fosil kaynaklara dayalı olan geleneksel üretim yöntemleri artık terk ediliyor ve hatta sınırda karbon düzenleme mekanizması gibi önlemlerle cezalandırılıyor. Yani öyle ya da böyle iklim politikaları bir dengeye oturacak ve diplomaside bir anahtar görevi görecek.
İklim politikalarının mevcut krizlerden korunması ve 2050 karbon nötr ile 1,5 derece hedeflerine ulaşılabilmesi hâlâ mümkün. Bu noktada önemli olan, ısrarlı bir şekilde programa bağlı kalmak olacaktır. Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat’ı yalnızca çevre duyarlılığı sebebiyle planlamadı; sürdürülebilir bir enerji ve ekonomi düzeni tesis etmek en önemli parçalardan biriydi. Rusya ile gerilen ilişkiler sebebiyle Avrupa’yı sert bir kış bekliyor. Halihazırda ciddi tasarruf önlemleri alındı ve enerji tüketiminde önemli miktarlarda düşüş görülüyor. Buna ek olarak çeşitli sektörlerdeki sanayi kuruluşları, artan enerji maliyetlerinden dolayı üretimi azalttığına ya da tamamen durdurduğuna dair açıklamalar yapıyor. İşte bu yüzden Yeşil Mutabakat gibi yeni nesil sürdürülebilir sistemlere sahip olmak, hem enerji bağımsızlığını sağlayacak hem de uzun vadede maliyetleri de düşürecektir. Sonuç olarak, AB’nin enerji krizini aşması mümkün ve bu krizi aşacaktır. Fakat Yeşil Mutabakat’ı zedelemeden bunu yapması, ona ayrıca politik bir avantaj da sağlayacaktır.
Fotoğraf: Jeremy Cai