[voiserPlayer]
Ormansızlaşma tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri. Bu tartışmanın merkezinde ise kalkınma-çevre ikilemi yatıyor. Geleneksel kalkınma modelleri gün geçtikçe biraz daha fosil yakıtlara dayalı bir talep oluşturuyor ve kömür, petrol, doğal gaz yatırımları devam ediyor. Türkiye’de de maden sahaları ve termik santraller bu sebeple yatırım almayı ve enerji arzında önemli bir rol oynamayı sürdürüyor. Kalkınma ve çevre arasındaki bu derin ayrışmayı son olarak Akbelen Ormanı’nda yaşanan olaylarda gördük.
Akbelen Ormanı, Muğla’nın Milas İlçesi’ne bağlı İkizköy Mahallesi’nde bulunuyor. Bu bölge aslında yıllardır termik santraller ve orman kıyımıyla gündemde. 1982’de Yatağan, 1986’da Yeniköy ve 1994’te Kemerköy’de termik santrallerin üretime başlaması, bölgenin ekolojik dengesini ve sosyal yapısını etkiledi. Bu santrallerin devreye girmesiyle birlikte Hüsamlar, Çakıralan ve Sekköy gibi köylerin nüfusları büyük ölçüde azaldı veya köyler tamamen boşaltıldı. 1996 yılında alınan bakanlar kurulu kararına rağmen üç termik santralin kapatılmaması, ulusal ve uluslararası mahkemelerde tartışmalara yol açtı. Hatta bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruldu, ancak yine de santrallerin kapatılması yönünde bir sonuç alınamadı.
2020 yılında Yeniköy-Kemerköy Enerji Şirketi’nin (YK Enerji) orman kesimi için izin almasının ardından Nisan 2021’de Akbelen’de kesim faaliyetleri başladı. Ancak, yerel halkın nöbet tutması sonucu Orman Müdürlüğü kesimi erteledi. Bu direniş, 17 Temmuz 2021’de ilk kesimin başlamasıyla sonuçlandı. Ağustos 2021’de mahkeme kesim faaliyetlerini durdurma kararı aldı. Kararın ardından bilirkişi raporlarının oluşturulması ve dava hakiminin bizzat bulunduğu keşifler yapıldı.
Bilirkişi raporlarına göre linyit analizlerinde radyoaktif izotoplar tespit edildi. Bu izotopların hava kirliliğiyle birlikte solunduğunda insan sağlığına ciddi zararlar verebileceği ve kanser riski oluşturabileceği belirtildi. Bu durum, insan sağlığının yanı sıra bölgenin biyolojik çeşitliliği için de önem arz eden bir sorun. Endemik bitkilerin ve bölgeye özgü hayvan türlerinin yaşam alanı olan Akbelen ormanlarının aynı zamanda önemli bir karbon yakalama potansiyeline sahip olması bölgenin değerini daha da artırıyor.
İkizköy ve çevresindeki köylerin sakinleri, yaşam alanlarının ve doğal kaynaklarının korunmasını talep ediyor. Ancak YK Enerji Firması’nın bölgede 22 bin hektarlık bir ruhsata sahip olduğu ve bu alanda madencilik faaliyetlerinin devam edeceği biliniyor. Peki, kalkınma-çevre ikileminin yaşandığı bu tür durumlarda Türkiye nasıl bir tutum sergilemeli?
Türkiye, yenilenebilir enerjiye geçişte hem potansiyeli hem de imkanları değerlendirildiğinde rekabetçi bir aktör. Bununla birlikte, 2053 karbon nötr hedeflerinde enerji kaynaklarının nasıl şekilleneceği, şu anki yatırım kararlarıyla tesis edilecek. Türkiye’nin enerji portföyündeki projeksiyonları incelendiğinde ise kömür bazlı enerji üretimine dikkate değer bir yatırım yapmayı planladığı ortaya çıkıyor. Öte yandan, Avrupa Birliği’nde birçok ülke, enerji üretim stratejilerini dekarbonizasyon doğrultusunda yeniledi. 27 AB ülkesinden 16’sı termik enerji santrallerinden tamamen vazgeçme niyetini zaten ilan etmiş durumda.
Gelişmiş AB ülkelerinin mevcut ekonomik koşullarının Türkiye ile karşılaştırılması pek doğru olmayabilir ama siyasi ve ekonomik açılardan Polonya ülkemiz için önemli bir gösterge. Polonya hâlâ kömürden çıkış stratejisi konusunda AB ajandasının gerisinde. Ancak, adil geçiş süreci için önemli bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Avrupa Birliği Komisyonu’ndan ciddi boyutlarda Adil Geçiş fonu alan Polonya; Silesia, Malopolska, Wielkopolska ve Lodzkie bölgelerinde iklim tarafsız bir ekonomiye geçiş programını uygulamaya koydu.
En büyük pay ise 2.4 milyar Euro ile AB’nin en büyük sert kömür madenciliğine sahip olan Silesia ve Batı Malopolska’ya ayrıldı. Diğer bölgeler, linyit madenciliğinden uzaklaşma ve yeşil enerji üretimi gibi amaçlar için belirlenen fonları alacak. Adil Geçiş Mekanizması, 2021-2027 döneminde en çok etkilenen bölgelerde yaklaşık 55 milyar Euro’yu harekete geçirme amacı gütmekte. Türkiye’nin de bu potansiyelini Solar3GW “Kömür Sahalarının Güneş Potansiyeli” isimli raporda görüyoruz.
Solar3GW analizi, Türkiye’nin enerjide dönüşüm kapasitesine dair önemli veriler içeriyor. 22 kömürle çalışan termik santralin toplamda 10.495 MW kurulu güce sahip olduğu belirtilirken, bu santrallere hizmet eden açık kömür ocaklarının güneş enerjisine dönüştürülmesi halinde 13.189 MW kapasiteye ulaşabileceği belirtiliyor. Bu, kömür alanlarının güneş enerjisi potansiyelinin şu anki termik santral kapasitesinden daha fazla olduğunu işaret ediyor.
Solar3GW’in analizine göre bu sahaların güneş enerjisi üretimine dahil edilmesi, yıllık 19.079 GWh elektrik üretimine katkıda bulunabilir. Bu enerji, Türkiye’de ortalama 6 milyon evin yıllık enerji ihtiyacını karşılamaya yetecek miktarda. Ancak bu dönüşüm sadece ekonomik değil, aynı zamanda çevresel bir getiri de sunmakta. Kömür sahalarının bu yolla dönüşümü, yıllık 12,4 milyon ton karbondioksit emisyonunun azaltılmasına olanak tanır. Akbelen’deki son gelişmeler, bu dönüşümün ne kadar gerçekçi olduğunu ve politik kararlılığın bu süreçte ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyor.
Kömür madenleri ve termik santral işçileri ise Akbelen’de yaşanan olaylara tepki gösterdi. TES-İŞ Sendikası öncülüğünde bir araya gelen işçiler, maden ocaklarını işaret ederek ellerindeki istihdam kaynağını kaybetmek istemediklerine dair açıklama yaptılar. Kömür madenleri ve termik santraller, bu bölgede ekonomik aktivitenin ve istihdamın en önemli damarlarından biri. Bu bağlamda, yenilenebilir enerji sistemine geçiş, sosyo-ekonomik bir paradigma değişikliği olarak ele alınmalıdır.
Bu dönüşümün sürdürülebilir ve insancıl bir şekilde yönetilmesi, mevcut çalışanların mağduriyetini önlemek için kritik öneme sahiptir. Madenlerin ve santrallerin bölgede önemli bir istihdam kaynağı yarattığı göz ardı edilmez bir gerçek. Fakat bu geçişi sağlamak mümkün ve sistemli bir siyasi iradeyle uzun vadeli bir süreç gerçekleştirilebilir. Bunun örnekleri ise hem yukarıda bahsedilen Polonya’da hem de İspanya ve Bulgaristan gibi Türkiye ölçeğine uyabilecek ülkelerde yapıldı.
Adil geçiş için mevcut işgücünün yenilenebilir enerji sektöründeki yeniden rol tanımı oldukça önemli. Bu, özelleştirilmiş eğitim ve meslek edindirme programlarıyla mümkün. Bu programlar, çalışanların sektörel ihtiyaçlara göre donatılmasını sağlıyor. Ayrıca, dönüşüm sürecini desteklemek için mali teşviklerin ve desteklerin sunulması kritik öneme sahip. Böyle bir yaklaşım, sektör değişikliği nedeniyle gelir kaybı yaşayan bireyler için geçici bir güvence oluşturabilir.
Sektörel dönüşüm, kömür madenleri ve termik santrallerin kademeli olarak devre dışı bırakılmasını gerektirecektir. Bu süreç, çalışanların yeni iş olanaklarına uyum sağlamaları için yeterli zamanı garantilemek adına planlı ve aşamalı bir şekilde uygulanmalıdır. Yenilenebilir enerji projeleri, yerel toplulukların katılımıyla birlikte planlandığı taktirde de artı katma değer sağlayacaktır. Bu, hem yerel halkın dönüşüme aktif katılımını teşvik eder hem de projelerin bölgesel ihtiyaçlara daha duyarlı olmasını sağlar. Sosyal güvence haklarının korunması, çalışanların bu dönüşüm sürecinde sosyo-ekonomik güvencesini sağlamada hayati bir role sahiptir. Avrupa örneğindeki bu bütüncül yaklaşımlarda emeklilik, sağlık ve diğer sosyal haklara erişimin önündeki kısıtlar kalkıyor.
Sonuç olarak, kömür madenleri ve termik santrallerin dönüşümü, sadece teknolojik veya ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda sosyal bir meseledir. Bu dönüşüm, tüm paydaşların -devlet, özel sektör, sivil toplum ve hatta uluslararası kuruluşlar- kapsamlı bir işbirliği ve diyalog içinde olduğu bir yönetim anlayışına ihtiyaç duyuyor. Akbelen, Türkiye’de kalkınma ve çevrenin karşı karşıya geldiği ilk vaka değil muhtemelen son da olmayacak. Zira, Türkiye’nin mevcut ekonomik koşulları değerlendirildiğinde kalkınmaya dair çok daha radikal kararlar vermesi gerekebilir. Ülkemizin hem Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı gözetmesi hem de küresel enerji dönüşümünü takip etmesi uluslararası sisteme entegre olabilmesi için elzem.