[voiserPlayer]
Nereden başlasam ki.
Ben, Adunni…
15 yaşındayım.
Nijerya’nın küçük bir köyünde, İkati’de doğdum.
Aslında sıra dışı bir hayatım olabilirdi. Annem sağlayabilirdi bunu. O yüzden hayatımı tanımlayan insanla başlamalıyım: annemle.
Annem sıradan bir kız çocuğu olarak fakir bir köylü ailesinde doğmuş. Genç kızlığında Ade isimli bir gence aşık olmuş. Ancak kavuşamamışlar. Ade’nin zengin ailesi annemi oğullarına layık görmemiş ve onları ayırmış. Bu annemin içinde bir ukde olmuş ve hep orada kalmış. Annemin dediğine göre, cahil ve fakir olduğu için onu Ade’ye layık görmemişler. Şayet okula gitse imiş, Ade’den ayırmazlarmış. Ben… Adunni onun gibi olmamalıymışım. Bunun için okumalı, sesi gür çıkan bir kız olmalı ve sevdiğim adamla evlenmeliymişim.
Ade’den sonra, annem sevmediği bir adamla, babamla, evlendirilmiş. Babam tembel ve ayyaş bir adam çıkmış. Hayattaki tek misyonu karısını hamile bırakmak olan ve bu misyondan nasiplenen bir adam. Nitekim evin bütün masraflarını annemin üzerine yıkmış. Zavallı annem köy pazarında hamur tatlısı satarak evi geçindirmiş, hem evin bütün işlerini sırtlanmış, hem de bizi büyütmüş.
Annem yaşadığı bu zor hayat için ağır bir bedel ödedi. Acı bir bedel. 40’lı yaşlarında hastalandı. Köyde doktor da yok, hastane de. Son altı ayını ciğerlerini söken bir öksürükle boğuşarak geçirdi. Annem hayatımın ışığı, koruyucu meleğimdi. Onunla birlikte mezara ben de girdim. Küçük bir erkek kardeşim vardı. Ne abim, ne babam onun bakımını üstlenebilir, onunla ilgilenebilirdi. Onun için o mezardan çıktım. Ancak artık çocuk Adunni değildim.
Küçük kardeşimin, abimin, babamın bakımı ve diğer ev işleri derken, günler, haftalar geçti. Ve ben derslerimden çok geri kaldım. Annemin boşluğunu da dolduramadım. İşsiz güçsüz babam okulun parasını veremedi. Zaten kız çocuklarının okumasını gereksiz görüyordu. Evin kirasını da ödeyemedi. Gıda malzemelerini bile oradan buradan yardım isteyerek edindik. Borçlar gün geçtikçe yığıldı.
Asalak babam ancak bıçak kemiğe dayandığında bir çözüm buldu. Tam ondan beklenen bir çözüm. Beni 60 yaşlarında taksicilik yapan bir adamla, Morufu ile evlendirdi. Morufu evin kira borcunu ödeyecek ve babama başlık parası verecekti. Babam yeni bir radyo almanın hayalini kuruyordu. Hatta belki yeni bir televizyon. Yastıklı bir kanepe. İtirazlarım, yalvarmalarım, ağlamalarım kar etmedi. Babama anneme verdiği sözü hatırlattım. Ölüm döşeğinde verdiği sözü. Umursamadı bile. Ve Morufu ile evlendim.
Haftanın üç günü bu ateşleyici ilaç kullanmadan yatağa giremeyen adamla oldum. Her defasında kirlenmişlik hissiyle. Haftanın üç günü, çünkü Morufu’nun zaten iki karısı daha vardı. İlk karısı Labake’den benimle yaşıt bir kızı vardı: Kike. Morufu benimle evlenmek için çok masraf yapmıştı, o masrafları karşılamak için de Kike’yi evlendirdi. Kike’ye ödenen başlık parası ile benim başlık param ödenmiş oldu.
Morufu’nun ikinci karısı Hatice’den üç kızı vardı. Ancak daha küçüklerdi, onları henüz satamazdı. Hatice daha 20 yaşındaydı ve Morufu ile beş yıldır evliydi. Kaderi benimle aynıydı. O da fakir bir ailedendi ve Morufu fakir ailesine yardımcı oluyordu. Üç hamilelikten sonra Hatice Morufu’ya erkek bir evlat doğuramamıştı. Morufu onu tehdit ediyordu. Şayet bir kez daha erkek çocuk doğuramazsa Morufu, onu ailesine geri yollayacak ve bir daha onlara yardım etmeyecekti. Hatice garip bir çözüm bulmuştu. Hatice’nin evlenmeden önce aşk yaşadığı bir çocuk varmış: Bamidele. Bamidele’nin ailesinin ilginç bir namı varmış. Ailede doğan çocukların çoğu erkek oluyormuş. Morufu tarafından terk edilmekten korkan Hatice bunu hatırlamış ve eski aşkı Bamidele’yi bulmuş. Erkek çocuğu sahibi olmak hayaliyle onunla ilişkiye girmiş ve hamile kalmış. Ben Morufu ile evlendiğimde Hatice zaten hamileydi. Tabi ki çocuğun Bamidele’den olduğunu evdeki kimse bilmiyordu. Ben de…
Hatice’nin bu yalanı hayatımın akışını değiştirdi. Bamidele’nin ailesi üzerinde bir lanet varmış. En azından Hatice de, Bamidele de buna inanıyordu. Doğumun sağ salim olması için bu lanet kaldırılmalıymış. Bunun için de Bamidele’nin yardımı gerekiyormuş. Hatice’nin artık karnı burnundaydı ve başka bir köyde yaşayan ebeye görünmek bahanesiyle beraber yola çıktık. Morufu Kike’nin düğünü ile meşguldu. O yüzden Hatice’ye ben eşlik ettim. Güya ebenin köyüne gitmek için yola çıktık. Ancak Hatice bizi Bamidele’nin köyüne götürüyordu. Otobüsten indik, bir müddet yürüdük. Ve Hatice’nin sancıları başladı. O acılar içinde yol kenarında kıvranırken, Bamidele’yi bulmak bana düştü. Bamidele ile birlikte döndük ve Hatice’yi yıkanması için nehre kadar taşıdık. Hatice acı çekerken, Bamidele evden sabun getirmeliyim diyerek ayrıldı ve bir daha geri gelmedi. Hatice acılar içinde kollarımda öldü. Çocuklarını da bana emanet etti.
O halde bulunursak Hatice’yi benim öldürdüğüm sanılacaktı. Korktum ve Hatice’yi o halde bırakarak babamın evine kaçtım. Babamın beni koruyabilecek gücü de yoktu, niyeti de. Oradan annemin hayattayken çok iyilik yaptığı yaşlı ve hasta bir kadının İya’nın evine gittim. İya’nın Lagos’ta zenginlere hizmetçi bulan bir kardeşi varmış: Kola. İya’nın ricası üzerine Kola, beni Lagos’a kaçırdı ve zengin bir kumaş tüccarı kadının, Florence Adeoti’nin, evine hizmetçi olarak yerleştirdi.
Ancak büyük hanımın evinde de rahat görmedim. Büyük hanımdan yediğim dayakların haddi hesabı yoktu, hakaretlerin, alayların da… Sabah erken saatlerde kalktım, geç saatlere kadar köle gibi çalıştım. Hakkım olan maaşı da alamadım. Çünkü büyük hanım maaşımı Bay Kola’nın hesabına yatırıyordu. O da bana maaşımı vermiyordu. Karın tokluğuna çalıştım o kocaman evde. Günde sadece bir öğün yemekle. Neyse ki büyük hanım evde olmadığında, iyi kalpli aşçı Kofi yemek artıklarından bana da veriyordu da bazen tokluk duygusu yaşayabiliyordum.
Ancak ne büyük hanımın dayakları, ne de ağır iş yükü… Hiçbirisi büyük beyin varlığı kadar ağır değildi. Büyük bey de babam gibi asalak, hiçbir işe yaramaz bir adamdı. El attığı her işi batırmış ve karısının ona verdiği parayla ve statü ile yaşıyordu. Ancak bu adam karısına minnet duyacağına, her fırsatta, onu her yaştan kadınla aldatma peşindeydi. Evdeki hizmetçilerden, büyük hanımın en yakın arkadaşlarına kadar herkes onun ilgi alanındaydı. Ben de… Çoluk çocuk demeden her dişinin peşinden koşan bu adam beni de gözüne kestirdi. Kur yaptı, imalar da bulundu ve en nihayetinde tecavüze yeltendi.
Büyük hanımın da olan bitenlerden haberi vardı. Bana tecavüz girişiminden de. Hatta beni onun elinden büyük hanım kurtardı. Ancak büyük hanımı çileden çıkaran kocasının bana tecavüz girişimi değildi. Onu çileden çıkaran kocasının onu yakın arkadaşı Caroline’le aldatmasıydı. Hatta bu yüzden büyük beyi evden kovdu. Ancak bir süre sonra affetti. Zavallı Florence. Boşanmış bir kadın olmayı gözüne kestiremedi. O mağrur bedenin içinde sadece kötü değil, zayıf bir yürek de taşıyordu. Öğrendim ki benden önceki evin hizmetçisi Rebecca da beyin kurlarının hedefi olmuş. Rebecca saf. Beye inanmış. Onunla evlenme hayalleri kurmuş, hatta hamile kalmış. Ancak düşük yapınca evin hanımı Rebecca’ya para vererek Lagos’tan uzaklaştırmış.
Yolum iyi insanlarla da kesişti. Morufu’nun evinde bana ikinci annelik yapan Hatice. Beni babamdan saklayıp, kardeşi Kola ile Lagos’a gönderen İya… ve evin aşçısı Kofi. Kofi bir gün bana bir gazete ilanı verdi. İlan bir petrol firmasının yürüttüğü burs programı hakkındaydı. Program 15 yaş altı okuma fırsatı bulamayan ve çalışmak zorunda kalan kız çocuklarına eğitimlerine devam etmeleri için burs sağlıyordu. Tam benim içindi. Ancak başvuru için İngilizce bir mektup yazmak ve Nijeryalı bir referans bulmamız gerekiyordu. İngilizcem yeterli değildi. Kofi de aslen Ganalıydı. Benim için hiç bir ümit yoktu.
Derken büyük hanımın ev davetlerinden birine genç bir kadın katıldı. Bayan Tia Dada. İngiltere’de yaşıyormuş. Sonra Doktor Ken ile tanışmış ve evlenip Lagos’a yerleşmiş. Aslında büyük hanım o davette gözükmememi söylemişti. Ancak Kofi tek başına yetişemediği için benden yardım istemişti. Ben de davetlilere hizmet ederken büyük hanımın bir kez daha öfkesine maruz kaldım ve herkesin gözü önünde ondan dayak yedim. Öyle ki bayılmışım. Kendime geldiğimde Bayan Tia yanımdaydı.
Bayan Tia Lagos’un görgüsüz, sonradan görme zengin kadınları ile pek geçinemiyordu. Halkının yüzde 40’ının günlük 2 $’ın altında kazandığı, sadece yüzde 55’inin elektriğe, sadece yüzde 30’unun temiz suya erişiminin olduğu, sağlık hizmetlerinin eksikliğinden dolayı doğumda yaş beklentisinin 55 yıl olduğu, beş yaş altında her bin çocuktan 100 küsurunun öldüğü bir ülkede, Louis Vuitton veya Hermes’in son marka çantalarına sahip olmakla övünen, bir günlüğüne Londra’ya gidip alışveriş yapmakla övünen o kadınlarla Bayan Tia’nın elbette bir işi olamazdı.
Onlarla değil, Bayan Tia benimle arkadaş oldu. Ona burs programından da bahsettim. Hemen bana İngilizce dersi vermeye başladı, burs için istedikleri mektubu yazmama da yardımcı oldu. Ayrıca referans da oldu. Bu süre içinde ben de ona kendimce yardım edebildim galiba. Hayatın ufak tefek zorluklarını nasıl karşılaması gerektiğine dair bir iki taktik öğrettim. Bütün olumsuzluklara rağmen gülümseyebilmeyi. İyimser kalabilmeyi. Bayan Tia’nın keskin doğruları vardı. Bir şey ya doğruydu, ya da yanlış. Yanlışsa yapılmamalıydı. Nokta. Ancak bir şey hakkında ne düşündüğünden bağımsız olarak, o şeyi yaptığında sevdiği bir insanı mutlu eder miydi? Bayan Tia’ya bu soruyu sordurabildim sanırım. Ancak sonradan bunu keşke öğretmeseydim dediğim de oldu.
Nijerya şartlarında yaşadıklarım sıradan olandı aslında. Ne tektim. Ne ilk. Ne de son olacaktım. Annem benim için sıra dışı bir hayal kurmuştu sadece. Ancak o kurduğu hayalle ayakta kaldım ve bir imkansızın peşinde koştum. Ve 15 yaş altı kız çocuklar için verilen o bursu kazandım. Zavallı Hatice’nin, yaşlı kadın İya’nın, aşçı Kofi’nin ve Bayan Tia’nın zorunda olmamalarına rağmen uzattıkları eller sayesinde o düştüğüm çukurdan çıktım. Galiba.
Abi Daré, Sesim Duyulana Dek, Çev. Filiz Çakır, Epsilon Yayınevi, 2022.
Fotoğraf: Annie Spratt