[voiserPlayer]
Türkiye uzun zamandır bir seçim atmosferinde. Uzatılmış bir seçim süreci yaşıyoruz. 2015’ten beri derinleşen rejim krizine 2018’de ekonomik kriz, 2020’de pandemi krizi eklendi. 2019’da muhalefet, başarılı seçim stratejisiyle İstanbul ve Ankara belediyelerini kazanarak Recep Tayyip Erdoğan’a en büyük yenilgisini yaşattı. 2020’de ABD’de Trump’ın başkanlık seçimini kaybetmesiyle Erdoğan iktidarının uluslararası ilişkilerdeki manevra alanı iyice daralmaya başladı. 2021’de Sedat Peker’in açıklamaları siyasi krizi derinleştirdi, yeraltı hesaplaşmaları başladı. 2021 Kasım-Aralık aylarında yaşanan kur şokuyla ekonomide kontrolün yitirildiği iyice ayyuka çıktı. İktidarın faiz inadı ve Merkez Bankası’nın dolar rezervlerinin çarçur edilmiş olmasının neticesinde resmi yıllık enflasyon Şubat 2022’de yüzde 54,4’e ulaştı. Tüm bunlara bir de Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan ekonomik dünya savaşı eklendi ve petrol fiyatlarında tarihi zirvelere yaklaşıldı. Akaryakıt zamları takip edilemez düzeyde. Türkiye’nin ekonomideki kırılganlığı, uluslararası şoklardan aşırı etkilenmesine neden oluyor.
Üst üste binen bu faktörler iktidarın oylarında görülmemiş bir erimeye yol açtı ancak bir süredir iktidarın oyu yüzde 30-35 arasına sabitlenmiş görünüyor. Yüzde 30’un iktidar açısından bir direnç seviyesi olduğu anlaşılıyor. Krizin derinleşeceği tahminleri nedeniyle zamanın, iktidarın aleyhine işlediği düşünülse de ekonomik koşulların kötüleşmesinin yol açabileceği erime miktarının da şimdilik sonuna yaklaşıldığını sanıyorum. Seçime giden süreçte istihdamda kayıp yaşanırsa iktidar oylarında bir miktar daha düşüş söz konusu olabilir.
İç ve dış koşullar herkes açısından öngörüde bulunmayı zorlaştırıyor ama iktidar açısından belirsizlik daha derin ve ürkütücü. Seçim kaybetmenin maliyeti iktidar için muhalefetten çok daha fazla. 20 yıllık yatırımı kaybetmenin ötesinde bir hukuki hesaplaşma da öyle veya böyle yaşanacak. Bu nedenle kazanmak için alabileceği riskler de o denli büyük. Bu meseleye tekrar değineceğim.
AKP ve MHP’nin birlikte oluşturdukları, seçim yasasında değişiklik öneren yasa teklifi 14 Mart 2022’de basına duyuruldu. 15 maddelik teklifin öngördüğü önemli değişiklikler:
1. Seçim barajı yüzde 7’ye düşürülecek.
2. Milletvekili seçiminde ittifakın toplam oyu değil, ayrı ayrı partilerin seçim bölgesinde aldıkları oy hesaba katılacak. Yani bir partinin vekil sayısı kendi aldığı oyla belirlenecek. Bu nedenle görece küçük partiler bir ittifaka dâhil olsa bile milletvekili seçiminde dezavantajlı konuma düşecek.
Barajın düşmesi temsilde adaletin güçlenmesi adına olumluymuş gibi görünse de vekil seçiminde ittifak sisteminin etkisiz kılınması temsil dengesini küçük partiler aleyhine zedelemiş oluyor. Aslında yapılmak istenen değişikliğin hedefi gayet açık: Deva, Gelecek ve Saadet partilerinin 6 partili muhalefet ittifakı çalışmasındaki varlıklarının anlamsızlaştırılması. Bu partilerin meclise vekil gönderebilmek için CHP veya İyi Parti listelerinden seçime girmek zorunda bırakılması. İktidar söz konusu parti seçmenlerinin özellikle CHP’ye oy vermek istemeyeceğini düşünüyor.
Bu yasa teklifinin iktidarın seçimlere yönelik atacağı bir dizi adımın ilk aşaması olduğunu düşünebiliriz. Bir diğer adımın HDP’nin kapatılması olması ihtimal dâhilinde. Ancak HDP’nin kapatılması tek başına yetmeyeceği için iktidar alternatif parti seçeneklerinin de önünü kesmek isteyebilir. Zira teklif, mecliste grup oluşturmuş olmayı seçime katılabilmek için yeterli koşul olmaktan çıkarıyor. Dolayısıyla olası kapatma kararı sonrası vekillerin yeni bir partiye geçmeleri yetmeyecek, ancak yasadaki teşkilatlanma kriterlerini karşılayan bir partiyle seçime girilebilecek. Bu da HDP açısından süreci güçleştirecek bir organizasyon maliyeti doğuruyor. Dahası, HDP’nin kapatılmasının ardından bir baskın seçim gündeme gelirse HDP seçmeninin bir kısmı en azından cumhurbaşkanlığı seçimi için muhalefet adayına yönelse de bir kısmı sandığa gitmekten vazgeçebilir. Her halükarda iktidarın HDP seçmeninin sandığa gitmesini zorlaştıracak ve katılımı düşürecek yöntemlere başvuracağını düşünmek gerekir.
Yukarıda iktidarın risk alma iştahının büyüklüğünden bahsetmiştim. Kaybetmenin maliyeti iktidarı oluşturan her özne için aynı ağırlıkta değil. Bu nedenle kaybetme ihtimalinin güçlendiği durumlarda iktidar ağında parçalanma, AKP’den kopmalar, MHP ile ayrışmalar yaşanabilir. Bunlar riskten kaçınma imkânı olanlar için geçerli. Öte yandan maliyeti ödenemeyecek kadar büyük olanlar da var. İktidarın zirvesini teşkil eden daha dar yönetim grubu çok daha büyük riskler alabilir. Hukuk ve yasalar, hatta kendi koyduğu yasalar bile AKP rejimi için denetleyici, kısıtlayıcı bir işleve sahip değil. AKP iktidarının erken dönemlerinde toplumsal meşruiyet kadar yasallık da zorunlu bir dayanaktı. Ancak zamanla hukuk ve yasallık kılıfından soyulup salt popülist söylemlere dayanan bir iktidar pratiği olağanlaştı. Yasalar yalnızca AKP rejimi tarafından koyulur ve onun yöneticileri dışında herkes bu yasalara uymakla yükümlüdür. Yani yasalar ve daha geniş anlamda hukuk, iktidarı bağlamaz. Rejimin karar ve eylemlerinin dayanağı, Erdoğan ve yönetim kliğinin çıkar ve ihtiyaçlarıdır. Uygulanabilirliğin ölçütü de yasalar değil, güçtür. Bir şey yapılabiliyorsa yapılır. Güçlü bir kamusal itirazla karşılaşılıyor veya iktidar desteği azalıyorsa yapılmaz. İktidarın risk iştahını ve olası eylemlerini bu anlayış çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Ben öngörüde bulunurken yasallık kılıfını öncelikli değil, tali bir belirleyen olarak düşünmek taraftarıyım. İktidar risk alma zorunluluğu arttıkça yasallık yanılsamasına daha az ihtiyaç duyuyor.
Seçim yasasında değişiklik teklifine de bu anlayıştan hareketle bir şerh düşeceğim. Anayasaya göre seçim yasasındaki değişikliğin geçerli olacağı ilk seçimlerin, değişikliğin yürürlüğe girmesinden en az bir yıl sonra yapılması gerekiyor. Teklifin en geç Nisan ayında meclisten geçip yürürlüğe gireceğini varsaydığımızda bu kuralların geçerli olacağı seçimlerin en erken Nisan 2023’te yapılabileceği sonucu çıkıyor. Bununla birlikte bir de cumhurbaşkanının üçüncü kez adaylığı tartışması var. Anayasaya göre bir kişi en fazla iki kez bu görevi yürütebilir. Bunun istisnası, meclisin beşte üç çoğunlukla (360 vekil) seçimleri yenileme kararı almasıdır. Bu durumda ikinci dönemini yürüten Erdoğan’ın tekrar aday olması mümkün görünüyor. YSK’nın kendisine CİMER aracılığıyla sorulan soruya Şubat 2022’de verdiği yanıta göre de Erdoğan’ın yeniden adaylığı meclisin seçimleri yenilemesine bağlı.[1] 6271 sayılı kanunun 4. maddesinde seçimlerin yenileme kararından sonra en geç 60 gün içinde yapılacağı belirtiliyor. Normalde Haziran 2023’te yapılması beklenen seçimlerin erkene alınması halinde, yeni seçim yasasının geçerli olabilmesi için Nisan 2023 ile Mayıs 2023 arasında bir erken seçim yapılması gerekiyor. Yani hem seçim yasası değişikliğinin geçerli olabilmesi hem de Erdoğan’ın üçüncü kez aday olabilmesi için 2023 Nisan-Mayıs ayları arasında yaklaşık bir aylık bir fırsat penceresi görünüyor.
Tabii bunlar iktidar tarafından yasallığın gözetildiği ve yeniden esnetilmeye girişilmediği bir ideal durum için geçerli. Çünkü iktidar çevrelerinde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen yeni sistemde sadece bir kez cumhurbaşkanı olduğu, dolayısıyla seçim zamanında yapılsa bile adaylığının mümkün olduğu iddiaları dillendiriliyor. Bu iddia iktidar açısından yasallığın bir kelime oyunundan ibaret olduğunun işaretlerinden biri. Bir diğeri de geçerli olması için bir yıl geçmesi gereken seçim yasası değişikliğinin bir yıldan önce gerçekleşecek bir seçimde anayasaya aykırı bir biçimde uygulanması girişimi olacaktır. Sanıyorum iktidarı tanıyan kimse buna kolay kolay “olmaz” diyemeyecektir. Oldubittiyle hukuksuz da olsa bir erken/baskın seçim kararı alınması halinde uzun süredir erken seçim talep eden muhalefet bu hukuksuzluğa güçlü bir şekilde karşı çıkabilir mi? İktidar seçmeni de dâhil halkın çoğunluğu bir seçim beklentisine girmişken erken seçim kararındaki hukuksuzluğa karşı güçlü bir kamusal itiraz örgütlenebilir mi? AKP rejiminin yönetme pratiği göz önünde bulundurulduğunda bunlar yabana atılacak meseleler değildir sanıyorum.
Peki, muhalefet seçim yasası değişikliğinin getirdiği zorluklar karşısında ne yapmalı? Deva, Gelecek ve Saadet’in ayrı bir ittifak kurup yüzde 7 barajını aşabilmesi şu an için gerçekçi bir senaryo değil. Kamuoyu araştırmaları böyle bir seçmen yöneliminin varlığına işaret etmiyor. Bununla birlikte değişiklik mevcut oyu nedeniyle İYİP’in vekil sayısını da azaltma potansiyeli taşıyor. Hem hesaplama yönteminin değişmesi nedeniyle hem de güçlü partiye dönük psikolojik bir çekim etkisi oluşacağı için ittifak içinde CHP’ye doğru bir kayma olabilir. Ancak toplamda bakıldığında değişikliğin amacı iktidarın vekil sayısını, aldığı oy karşısında orantısız biçimde arttırmak. Vekil sayılarının belirlenmesinde ittifakın toplam oyu değil, ayrı ayrı partilerin seçim bölgelerindeki oyları belirleyici olacağı için muhalefetin parçalı yapısı bir dezavantaj haline geliyor. Öyleyse 6 partili muhalefet çalışmasının sürebilmesi için geriye başlıca üç seçenek kalıyor:
1. Seçim bölgelerinin iğneyle kuyu kazar gibi analiz edilip hangi bölgede hangi parti güçlüyse diğer parti adaylarının güçlü partinin listesinden seçime gireceği bir karma liste formülü.
2. Diğer partilerin tamamının ittifaktaki en güçlü partinin listesinden seçime girmesi (MHP’nin de bu yolu izlemesi ve AKP listesinden seçime girmesi ihtimal dâhilinde).
3. İdeolojik ve siyasi açıdan bir araya gelmeyi olanaksız kılmayan, ittifak stratejisi açısından gri alanda görünen bir seçim partisi belirlenip tüm partilerin bu partinin listesinden seçime girmesi. Yani tüm partileri kapsayan bir çatı partiyle seçime girilmesi.
Birinci seçenek muhalefet içindeki çekişmeleri kızıştırabilir. Sürecin yakıcı ve acil ihtiyaçları da göz önünde bulundurulduğunda, bu seçeneğin tercih edilmesi halinde bir an önce harekete geçilmesi gerekiyor. Seçime en iyi ihtimalle bir yıldan biraz fazla zaman kalmış durumda. İkinci seçenek sağ ve dindar seçmenin bir kısmının CHP’ye oy vermekte zorlanacağı gerekçesiyle kabul görmesi en düşük seçenek gibi görünüyor. Üçüncü seçenek ise en radikal ama getirisi de o ölçüde büyük olabilecek seçenek. Çünkü ittifak oylarının tek bir parti listesinde birikmesi vekil sayısı bakımından muhalefete en büyük üstünlüğü sağlayacak yöntem. Sürecin çok başındayız ve bunların çoğu spekülasyon düzeyinde. Gerektiği takdirde bunların ayrıntıları, eksileri, artıları başka yazılarda daha geniş biçimde ele alınabilir. Şimdilik burada duruyor ve yazının omurgasını teşkil eden şu önermeyle bitiriyorum: AKP rejimi hukukla dizginlenemez; yalnızca siyasetle dizginlenir ve siyasetle mağlup edilebilir.
[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/yskden-dikkat-ceken-yanit-erdogan-ucuncu-kez-cumhurbaskani-adayi-olabilir-mi-1906815
Fotoğraf: Tingey Injury Law Firm