[voiserPlayer]
Eylül ayında yapılması planlanan Alman federal seçimlerine 1 aydan az bir zaman kaldı. Ocak ayında yazdığım ilk yazıdan bu yana yeni başbakanın kim olacağına ilişkin belirsizlik azalmak bir yana giderek arttı. Bu sebeple, tekdüze, eril ve yaşlı siyaset konuşmaktan bunalan ve biraz heyecana ihtiyaç duyan, Türkiye’den kondisyonu sağlam siyaset severler için yeni nesil Alman siyasetini önermeyi bir borç biliyorum. Öyle ki burada, homofobi/transfobi ve yolsuzluğun ödemeniz gereken bir bedeli var; gezegene ilişkin konuşmayan da pek dikkate alınmıyor.
Seçimlerde üç parti aday çıkardı
20 Nisan itibariyle Kuzey Ren-Vestfalya Başbakanı Armin Laschet’in Hristiyan Birlik partileri CDU ve CSU’nun başbakan adayı olacağı kesinleşti. 2005’ten beri başbakanlık görevini CDU’lu Merkel’in yürüttüğü Almanya’da; uzun zaman sonra ilk kez birlik partilerinin çok güçlü rakipleri var. Gelecek Partisi lideri Davutoğlu’nun gülümsemesinin çok benzerini yüzünden eksik etmeyen Laschet’in yarışta işi kolay değil.
Özellikle son birkaç haftadır yayınlanan anketlere göre, şu anki koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar (SPD)’ın -Merkel’in partisiyle birlikte büyük koalisyonu oluşturuyorlar- birinci olacağı tahmin ediliyor. SPD, çokça zamandır Birlik partileri ve Yeşiller’in gerisine düşmüş, 20%’leri bile göremiyordu. Bu sebeple partinin başbakan adayı Scholz’a kimse tarafından şans verilmiyordu. Başbakan Yardımcılığı ve Maliye Bakanlığı görevlerini yürüten Hamburglu politikacı, partisini anketlerde birinci sıraya taşıdı. Üstelik “başbakan için doğrudan oy kullanacak olsanız, kimi tercih ederdiniz?” sorusuna Almanların yanıtı açık ara farkla Scholz.
Yeşiller’in adayı, aynı zamanda partinin eş başkanlık görevini de yürüten Annalena Baerbock seçimlerde yarışan tek kadın başbakan adayı. Yalnızca birkaç ay öncesine kadar anketlerde lider gözüken parti, şu an SPD ve CDU/CSU’nun gerisinde buluyor. Ocak ayından bu yana, üç parti de dönem dönem birinciliği göğüsledi; bu sebeple hangi partinin koalisyona liderlik edeceğini kestirebilmek çok güç.
Anketler ne söylüyor?
Geçtiğimiz Aralık ayından beri anketlerde, sırasıyla her üç başbakan adayının partileri de birinciliği tattı. Henüz Birlik partilerinin başbakan adayı belli değilken, Bavyeralı ortak CSU’nun lideri Söder’e verilen destek 73%’leri bulurken Laschet yalnızca 32%’yi görebiliyordu. Buna rağmen anketlerin popüler ismi Söder’i devre dışı bırakarak bu seçimi kendi siyasi kariyeri için kader seçimi haline getiren de Kuzey Ren-Vestfalyalı siyasetçinin kendisiydi. Şimdi Bavyera çayırlarında mavi-beyaz bayraklı maskesini indirip birasını yorumlayan Söder, içinden ya Sosyal Demokratlar’ın ya da Yeşiller’in seçimlerde birinci olmasını diliyor. Laschet kaybederse, CDU’da kopacak fırtınayı da aynı keyifle takip edeceğinden ve sonraki seçimlerde aday olmasının önündeki tüm engellerin kalktığı inancıyla önümüzdeki 4 sene boyunca huzurla kostüm partilerine katılmaya devam edeceğinden kimse şüphe duymuyor.
Kuzey Ren-Vestfalya’da siyaset yapan Laschet’e en yakın politikacılardan Uyum Müsteşarı Serap Güler’e göre anketlere her zaman güvenilemez. Güler, anketler bu denli doğru sonuç veriyor olsaydı 2017 seçimlerinde Merkel’in değil SPD’li politikacı Martin Schulz’un başbakan olacağı iddiasında. Türkiye kökenli politikacının başbakan tercihlerine ilişkin anketlere çok fazla önem verilmemesi isteği, Almanya’da halkın yalnızca parti seçimi yaptığı başbakanı ise meclisin seçtiği düşünüldüğünde de çok da mantıksız değil.
Almanya’nın seçimi: Yeniden Merkel
Anketlerde 23%-25% bandında gözüken SPD ve hemen arkasında 20%-23% arasında gezinen Birlik partileri durumu bize bir gerçeği açıkça söylüyor. Kim gelirse gelsin, tekrar Merkel’i göreceğiz. Her iki adayın da Merkel’le taban tabana zıt tek bir söylemi bile bulunmuyor, her ikisi de sakin politikacılar ve kendilerini politik spektrumda merkezde konumlandırıyorlar. Bu sebeple post-Merkel döneminde, uzun yıllardır görmeye alışık olduğumuz siyaset tarzında çok keskin bir farklılık beklemek güç.
Güncel anketlerden, üç (CSU’yla birlikte dört) partili bir koalisyon kurulmasının çok olası olduğu sonucunu çıkarmak mümkün. Koalisyon hükümetinde spektrumun en solundaki, Doğu Almanya diktatörlüğünün tek partisi Die Linke (Sol Parti) yer alabilir, zira ne SPD ne de Yeşiller bu ihtimali reddediyor. Üstelik her ne kadar eyalet bazında Sol Parti’li hükümetler kurulsa da daha önce federal düzeyde hiçbir hükümetin parçası olmadılar. 26 Eylül’ün akabinde koalisyon görüşmelerinden, Sol Parti’li bir koalisyon çıkarsa ancak işte o zaman Alman siyasetinde gerçekten bir şeylerin değişiyor olduğundan bahsetmek mümkün olabilir.
Fotoğraf: Christian Wiediger