[voiserPlayer]
“Arafat bayrak mefhumunu bir metonim olarak kullanmaktaydı: Bayraktan bahsederken Filistin milletliğine işaret ediyordu. Filistin bayrağını sözleriyle dalgalandırıyor idiyse de, bayrakların kurtarılmış ana vatanda bir gün gerçekten dalgalandırılacağını ümit etmekteydi. Aslında, uzun vadede Arafat’ın umduğu şey dalgalandırmanın son bulmasıydı; Filistin Devletinde surlarda ve çatılarda rutin biçimde sergilenen Filistin bayraklarının özgürce işlerinin peşinde koşan vatandaşlarca farkedilmeyeceği bir zamanın geleceğini umuyordu.” (Billig, 2002: 54)
Michael Billig, Banal Milliyetçilik (Banal Nationalism) adlı eserinde milliyetçiliği algılayışımızı ele alırken “banal” kavramını, milliyetçiliğin yaşamın her parçasına sinmişliği üzerinden okuyor. Billig, milliyetçiliğin ya da milliyetçi olmanın, yaygın olarak nüfusun azınlıkta kalan bir kısmının radikal düşünce ve eylemlerine özgü bir vaka olarak ele alınmasına eleştiri getiriyor. Devletlerin bir kriz, konu ya da savaş karşısında aldığı tutumu bir anda üretmediğini, aksine, yaşamın her parçasına sinerek artık durağan hale gelmiş olan milliyetçiliği yeniden (bir bayrağı sallarcasına) “dalgalandırarak” benimsediğini belirtiyor (Billig, 2002: 15-17). Bu bakımdan Ernest Renan’ın “bir ulusun varlığı günlük bir plebisittir.” sözüne eleştiri getiriyor. Bireylerin her gün yataklarından kalktıklarında bilinçli bir düşünce süzgecinden geçirerek hala uluslarıyla birlikte kalmak isteyip istemediklerine karar vermediğinin altını çiziyor. Ona göre, kişiler, milliyetçiliklerinin günlük yaşamlarına işlemiş ve “dalgalanmayan” ögeleriyle zaten bu birliğin içinde tutulurlar ya da doğal olarak (bilinçsizce) bunun içinde hissederler (Billig, 2002: 113). Dolayısıyla, Billig’in anlatımında, milliyetçilik ya da milliyetçiler yalnızca küçük bir grupça belli bir ırkın, kültürün, dinin radikal biçimde savunulmasına hapsedilmiş egzotik bir kavram ya da grup olmaktan çıkar.
Bir arada ulus olarak yaşayışımızı sembolleştiren ögeleri, yerleştirildikleri yerlerden edilmediği ya da saldırıya uğramadığı sürece günlük yaşamlarımızda göz ardı ederiz. Aslında, Billig’e göre bu ögelerin her an bilinçle kucaklanmayan kabulleri, ulus olarak bizi bir araya getirirken bizim yaşamlarımızı normalleştirir ve her birimizi milliyetçi yapan da bu olur. Milli günleri özel hale getiren sürekli olarak milli hassasiyetlerle tetikte olmayışımızdır. Hatta milli günleri özel yapan o tetikte oluş ve geçmişi hatırlayıştır (Billig, 2002: 54-58). Sonuçta, krizler ve milli bayramlar geçip gittiğinde bayraklar yine rüzgârla dalgalanırlar ama bunun milli bayramlarda dalgalandırılışında hissedilen duygu yoğunluğu artık yoktur.
Şimdiye kadar Billig’in ele aldığı haliyle banal milliyetçiliğin ve hep merkez dışında bulunduğu için egzotik olarak değerlendirilen “onlar”a atfedilen milliyetçiliğin ne olduğunu ele aldık. Türkiye’de durumun nasıl farklılaştığını, milliyetçi olanın nasıl hep “biz” olduğumuz konusunda da bir şeyler söylemek gerekiyor.
Türkiye’nin düşmanlığa hapsedilmiş gündemine maruz kalan seçmeninin, bayrakların kâh durulup kâh coşan temposuna sahip olması, günümüzde bir lüks gibi. Sosyal medyasından tutun sokaklarına ve gazetelerine kadar ülkenin her köşesinde sürekli yeni bir kutsalın bayrağı dalgalandırılıyor. Siyasi gündemler sürekli belirli kutsallarla örüldüğü ölçüde alternatif söylemlere tahammül azalıyor. Diyalog kanalı oluşturması açısından çağımız insanını diğer çağların insanından kat be kat şanslı hale getiren sosyal medya, insanların küfür ya da hakaret etmeden konuşamadığı bir ortama dönüşmüş durumda. Kişilerin özel mülkleri (arabalarının arka camları en gözde sahne) eğer hangi ideolojiye, hangi dine ait olduklarını yeterince kanıtlayamıyorsa herkesin kolayca örneklerini verebileceği çıkartmalarla süsleniyor. İçinde bulunduğum genç nesil ve bizden sonra gelen Z Kuşağı sıkça apolitik olarak tanımlansa da yurt dışındaki yaşıtlarının yalnızca meslekleri icabı bilecekleri kavramları öğreniyor ve öğrenmek zorunda hissediyor her yeni gün. Deyim yerindeyse Türkiye gündemi, yurttaşına ama özellikle gençlerine, bilmemenin mutluluğunu seçme olanağını bahşetmiyor. Söylemler üzerindeki tekelin yanında “bilmek” de veri alınan bilgilere bağlı olarak hem tekel oluşturuyor hem de biliyor olmanın rahatsızlığı, siyasi ve sosyal kimliği yansıtır hale geliyor.
Dolayısıyla, Türk halkı, içinde bulunulan grubun (yakın hissedilen siyasi parti ya da ittifak da olabilir) sürekli yüceltildiği, grubun dışında kalanların eylemlerinde sürekli bir kusur arandığı, çoğunlukla bulunduğu, bulunamadığında da fitneden/büyük bir oyunun varlığından emin olunduğu bir ortamdan çıkamaz hale geliyor. Bu ortamın sınırlarını; istihdamından ekonomisine, kurumlarının işleyişine ve güvenilirliğine, demokrasisine ilişkin konuşulacak çok şey varken bunların yüksek perdeden ve kutsallarla bezeli konuşmalarla bastırılması ve bunları konuşanların sürekli azarlanışı çiziyor. Başarısız olmuş bir operasyonun ardından kitleler yine söylemlere boğuluyor. “Esir” sözcüğünün kullanılmasının ne kadar uygunsuz olduğunu, parti kongresinde cumhurbaşkanının gülmesinin “yakışıksızlığını”, alternatif söylemleri nedeniyle “muhalefetin terör yardakçılığını” tartışıyor. Siyasi arena, Şahan Gökbakar’ın yarattığı Dünyanın En Hızlı Laf Sokan Adamı tiplemesinin hamasete âşık kopyalarıyla dolu. Soruna odaklanmaktansa söylemler yerden yere vuruluyor. Sonuç olarak, Billig’in belirttiğinin aksine sadece içinde bulunulan grubun milliyetçi olduğu, yurdu sadece o gruba bağlı olanların sevdiği, sadece onların ulusun iyiliğini gözettiği ön kabulü yerleşmiş durumda. Yurttaşlar, her yeni gün Renan’ın ulus olma plebisitlerine ek olarak kendi değerlerinin ve sembollerinin de plebisitini gerçekleştiriyor ve o günün kavgasına kendilerini hazırlıyorlar. Özetle, aynı ülkenin yurttaşlarının sürekli olarak birbirine kendi bayraklarını sallaması, Türkiye’nin normaline dönüşmüş durumda. Bu bayrak sallama coşkusu ve hengâmesi, tarafların birbirini dinlemesini imkânsız hale getiriyor.
Fotoğraf: https://gazetebalkan.ro/2020/09/04/aferin-mariana/
Kaynakça
Billig, M. 2002. Banal Milliyetçilik. Çeviren Cem Şişkolar. İstanbul: Gelenek.