[voiserPlayer]
Arın Demir, Medyagunlugu.com yazarı Aydın Sezer ile Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri ve Akkuyu Nükleer Santrali üzerine ayrıntılı bir röportaj gerçekleştirdi.
Türkiye’nin nükleer enerjiye olan ilgisi ne zaman başladı? Akkuyu’nun ihale sürecinden hükümetler arası anlaşmaya uzanan süreci nasıl gelişti?
Türkiye’de nükleer enerji santrali kurma süreci 1980’li yıllara dayanmaktadır. Yine 1990’lı yıllara uzanan tartışmalarda yatırım olanakları, iktisadi sorunlar ve yabancı yatırımcıların ilgisizliği nedeniyle herhangi bir yatırım yapılmamıştır. Yani kamuoyunda bilinenin aksine, Türkiye’deki nükleer yatırımlar, çevreci sivil toplum örgütlerinin baskılarıyla ertelenmiş değildir. Toplumumuzda nükleer enerji tartışmalarındaki bilincin oturması, 2000’li yıllardan sonra başlamıştır. Günümüze gelirsek, Türkiye’nin Akkuyu’ya ilişkin yaptığı ilk ihale 2008 yılında gerçekleştirildi. İhaleye Batılı firmalarla beraber Ciner Enerji’nin de ortak olduğu Rus Rosatom firması da katıldı. İhaleye teklif veren tüm firmalar, Ruslar haricinde ihaleden çekildiler. Rosatom, Türk ortağıyla beraber ihaleyi kazandı. İhaleye teklif veren diğer Batılı firmaların ihaleden çekilmesinin sebeplerini 1980 ve 90’lı yıllardaki gerekçelerle benzeştirebiliriz. Devamında, ihalenin yapılış sistematiğine karşı çıkan çevrelerin ihalenin iptaline ilişkin yapmış oldukları başvuru, 2009 yılında olumlu sonuçlandı ve ihale iptal edildi. O dönem hükümet hukuka saygı duydu ve ihale hukuka uygun olarak iptal edildi. Bu kararı, Ak Parti’nin hukuka son defa saygı duyduğu bir karar olarak not düşebiliriz.
İhale iptal olduktan sonra Akkuyu’nun devletler arası bir model ile geliştirilmesi süreci nasıl işledi?
Nükleer ihalenin iptali sonrası hükümetlerarası görüşmeler yoluyla Türkiye, Rosatom’la yani Rusya ile müzakerelere başladı. Rosatom’la müzakerelerin başlaması, süreci devletler arası bir modele taşıdı. Bu müzakereler 2010 Mayıs ayında sona erdi ve yeni bir anlaşma imzalandı. Sonuç itibarıyla, Türkiye iptal ettiği ihalenin yerine yine Rosatom ile 12 Mayıs 2010’da farklı bir şekilde anlaşmış oldu. Mayıs ayında müzakerelerin sona ermesinin ardından, anlaşma 28 Haziran 2010 tarihinde TBMM’den geçti. Yani yasa, yerel hukukun üstünde bir kanun maddesi olarak algılanacak düzeye geldi. Daha sonradan 13 Aralık 2010 tarihinde Ankara’da Rusya sermayesiyle Akkuyu Nükleer Santrali Anonim Şirketi kuruldu. Böylelikle Ruslar, Türkiye’de bir şirket kurmuş oldular. Biz bugün, yaklaşık 10 yıl önce imzalanan anlaşma ve kurulan bir şirketin bugünkü konumunu tartışıyoruz.
İhale iptali sonrası imzalanan yeni anlaşmada finansal olarak bir farklılık bulunuyor mu?
Burada dikkatimi çeken şöyle husus var. Demin bahsettiğimiz, 2009’da iptal edilen ihale yerine imzalanan yeni anlaşmayla kurulan şirketin 1.200 MW’lik aynı güce sahip 4 güç reaktörü bulunuyor. Dört reaktörün bedeli 12-13 milyar dolar seviyesindedir. Bu rakama, bugün hala Ciner Holding’in web sayfasında basın açıklamaları kısmından ulaşabiliyorsunuz. 2009 yılında iptal edilen ihale ve sonradan hükümetler arası anlaşma yoluyla kurulan şirketin yine aynı kapasite ve sayıda reaktörleri bulunuyor. Buna rağmen, bedelin 12-13 milyar dolardan 22 milyar dolara çıkacağı söyleniyor. Anlaşmada da bu var. 2 yıl içerisinde neredeyse iki katına yaklaşan bir maliyet artışının gerçekten olup olmadığı tartışılabilir. Öte yandan projenin finansmanıyla ilgili modelde Türkiye’nin Rusya’ya 15 yıl boyunca alım garantileri verdiğini görüyoruz. İki katlık bu artışın, alım garantilerinin karşılanması nedeniyle meydana geldiği iddia edilebilir. Bu projenin enteresan yönlerinden birisi, projede Rusya’nın yani Rosatom’un yatırım payının hiçbir zaman %51’in altına düşmeyeceğine ilişkin bir ifade bulunmasıdır. Bu ifadenin anlaşmaya eklenmesinden biz, Türk tarafının projenin maliyetini paylaşmak adına yarı yarıya ortak olma yönünde bir talebi olduğunu anlıyoruz.
Eğer Rusya tarafından bakarsak, yönetimin kendilerinde bulundurmak istemeleri, lojistik ve yatırımı nedenlerinden de kaynaklı olabilir. İkinci ise proje finansmanının geri dönüşü için Türkiye’nin de riske ortak olarak para koymasını istemiş olabilirler. O dönem kulis haberlerine göre, ihale sürecinin iptaliyle Ciner Enerji’nin yerine başka bir firma ya da konsorsiyumun projeye alınma iddiaları vardı. Bundan dolayı da anlaşmada, Türkiye’den projeye ortak almak için %49 pay bırakacak şekilde bir formülasyona gitmiş olabilirler. Bunun somut örneğinin ipucunu, şirketin kurulduğu 2010 Aralık ayından 2014’e kadar olan süreçteki sermaye artırımlarından anlayabiliriz. İlk etapta Ruslar projenin yaklaşık 6 milyar dolarlık yatırımla birinci reaktörünün hizmete alınacağını ön görmüş olmalılar ki, %51’lik kısmını nakit olarak Türkiye’ye getirdiler. 2014’e kadar bu paranın karşılığı, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesine yabancı sermaye statüsünde 2.916 milyar dolar doğrudan nakit girişi yapıldı. Dolayısıyla, bu rakama yakın bir rakamın da Türkiye tarafından verileceği hesap edilerek, öngörülen 6 milyar dolar civarında 2. ünitenin üretime başlaması planlanmıştı. Projedeki plan zaten birinci ünitenin garantili elektrik satımına başlayarak, sırasıyla ikinciyi, ardından ikincinin alım garantisiyle üçüncüyü finanse ederek aynı modellemeyle tüm ünitelerin aktive edilmesiyle proje gerçekleşecekti. Akkuyu’nun ve nükleer enerjinin 2010 senesinde gündeme gelişi ise Türkiye’de ve dünyada enerji fiyatlarındaki yükselmelerden kaynaklandı. Türkiye ithal ettiği doğalgazın yarısından, normal elektrik birimi maliyetinden daha pahalıya gelecek şekilde elektrik üretiyor. Ülkemiz 2010 yılında yıllık 60-67 GW’lik bir elektrik tüketimi gerçekleştiriyordu. Rusya’nın kurduğu 4 reaktör yıllık 4.8 GW üreterek yıllık tüketimimizin yaklaşık %8-10 seviyeleri kapsayacağı hesaplanmıştı. Bu rakamlar bir ülkenin enerji ihtiyacının karşılanması açısından ciddi seviyelerdir. 2010 yılında enerji piyasalarındaki fiyatlamalarla fosil yakıtlarından ve yenilenebilir enerji kaynaklarındaki maliyetlerin yüksekliği nedeniyle, bu projeyi mantıklı olarak gündemimizde bulunduruyorduk fakat, artık günümüzde piyasadaki fiyatlamalar çok değişti.
Santral 60 yıl çalışırken ilk 15 yıl boyunca Rusya’ya verdiğimiz enerji alım garantisini fiyat rekabeti açısından ticari olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Bu soruyu iki türlü cevaplamamız mümkündür. Akkuyu toplamda dört reaktörden oluşuyor. İlk iki reaktörde üretilecek enerjinin %70’i üretime başladıkları gün itibarıyla 15 yıl boyunca Rusya’ya alım garantisi olarak verildi. Yine üretime başladıkları tarihten gelecek 15 sene boyunca üçüncü ve dördüncü reaktöre de %30 alım garantisi verildi. 60 yıllık bir proje olduğundan, en yakın zamanda faaliyete geçecek reaktörle ilgili yorum yapmak doğru olur zira, diğer ünitelerin ne zaman üretime başlayacağı, piyasa koşullarını ne olacağı hiç belli değil. Zaten olağan haliyle projede 7 yıllık bir gecikme söz konusu. 2023’e bile yetişip, yetişmeyeceği bile belli değil. Fiyat rekabeti açısından düşünürsek, reaktörlere verdiğimiz alım garantisinin fiyatı sözleşmede kilovat saat başı 12,35 $ cent’tir. Alternatif kaynaklar olarak rüzgar ve güneşten üretim yapmamız bu fiyatın yarısından hatta daha azına enerji almamız mümkündür. Kilovat saat başına 12,35 sent rakamı bugünün piyasasında çok yüksek bir rakamdır. Hükümet piyasa ile arasında oluşan fiyat farkını mutlaka sübvanse edecektir. Ancak, bazı siyasi partilerin yaptığı gibi aradaki farkı zarar olarak değerlendirmek doğru değil. Bu yatırımın maliyetinin çıkartılması anlamında yüksek bir parasal bedeli var. Bugün Türkiye olarak nakit paramız olsa ve ekonomimiz iyi olsaydı nükleer enerjiye 15-20 milyar dolar yatırımı kendimiz yapabilirdik. Doğrudan piyasaya 3-4 sente elektrik satabilir ve kimseye de alım garantisi vermezdik. Fakat, bizim bunu yapacak gücümüz yok. Dolayısıyla, burada gelen yatırımları yabancı sermaye gibi düşünün. Normal şartlarda da X ülkeden alınan paranın faizi olarak düşünürseniz ortalama en yüksek maliyet buraya gidecekti. Öte yandan ben, 12,35 sent fiyatını asla savunmuyorum. Bu çok yüksek bir rakam ama arka planını anlatmaya çalışıyorum. 2010 senesi için bu rakam cazipti fakat, bugünün döviz kurlarıyla ve piyasa fiyatlarına göre inanılmaz derecede yüksek bir rakamdır. Gelecekte Türkiye ekonomisi iyileşirse bu fiyatlar yeniden normal olarak görülebilir. Akkuyu çalıştıkça kilovat saat başına ödenen ücret de zamanla azalacak. Ruslar yatırım maliyetlerini çıkardıktan sonra da bu alım garantileri ile şirketin elde edeceği karın %20’si Türk tarafına ödenmeye başlayacak.
2010 yılında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Milletlerarası Anlaşmasının TBMM’deki onaylanmış halinden sonra, projeye stratejik yatırım statüsü verilmesi ve ana yüklenici firmasının değişimi gibi önemli farklılıklar olduğunu gözlemliyoruz. Projede sonradan yapılan değişikliklerin yeniden TBMM’ye sunularak oylanması gerekmiyor mu?
Evet çok net. Kesinlikle tekrar oylama gerekmektedir. 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesiyle başlayan kriz sonrası Akkuyu’ya stratejik yatırım statüsü verildi. Uçak krizinden sonra yapılan ilk görüşmede bu tarafımızca Rus tarafına iletildi. O sırada nükleer projeye verilecek stratejik yatırım statüsünün, Türkiye’de mevzuatsal teknik altyapısı dahi yoktu. Bir şirketin stratejik yatırım statüsünü haiz olabilmesi için şirketin ihracat yapıyor olması gerekmektedir. Türkiye’de o tarihteki mevzuat öyle değildi. Biz TBMM’den geçtikten sonra bunu bile değiştirdik. Kaldı ki, değişen başka maddeler de var. Örnek olarak, Meclis’ten geçen anlaşmada Atomstroyexport Rosatom’un projenin ortağı olacağı yazarken bugün TITAN-2 isimli özel veya kamu olduğu belli olmayan bir firmanın ana yüklenici olduğunu görüyoruz. Bu değişikliklerin amasız fakatsız TBMM’de tekrardan oylanması gerekiyor.
Projeye sonradan verilen stratejik yatırım statüsü projeye ne gibi ticari özellikler sunuyor?
Tek kelimeyle teşviktir. Stratejik yatırım statüsüyle birlikte projeye ilave teşviklerin verilmesi sağlandı. Alım garantisinin ötesinde doğrudan arazi verildi. Arazinin inşaatının şantiye alanına uygun olmasını sağlayacak düzenlemeler torba kanun ile geçirildi. Biliyorsunuz, o süreçte zeytin ağaçları da kesildi. Bununla ilgili yasal düzenleme dahi yapıldı. Detaya girmeden özetlersek, parasal olarak ciddi teşviklerin verildiğini söyleyebiliriz.
Projenin genel yüklenici firmasının Atomstroyexport olarak anlaşmada belirtildiğini fakat bugün TITAN-2 adlı firmanın yüklenici olarak değiştiğini belirttiniz. Meydana gelen bu değişiklik neden oldu ve projenin ortaklık yapısı ne şekildedir?
Rusya perspektifinden herhangi bir değişiklik olmadı. Rusya hala Türkiye’nin %49’luk kısmı karşılamasını bekliyor. Henüz böyle bir gelişme yok. Bir de çevresel faktörlerin tartışılması ve Türkiye’de ilgili mevzuatın hazır olmaması projeye yatırımını geciktiren nedenlerden oldu. Rus tarafı 9 yıldır Türk tarafına sermaye girişinin yapılmasını istiyor. Peki, Rusya neden Türk tarafının para yatırmasını istiyor? 2010 yılından sonra dünya enerji fiyatlarındaki düşüşler Rusya’nın da mali durumunu zorlamaya başladı. Mevcut piyasa koşullarında böylesine büyük bir yatırımı tek başlarına üstlenmek istemiyorlar. İkincisi projenin uzunluğundan kaynaklanıyor. 60 yıllık bir projeden bahsediyoruz. Rusya projeyi finansal bir yatırım olarak gördüğünden, Ak Parti iktidarı sonrasını da projenin geleceğini de bugünden düşünüyor. Bunun bir devlet projesi haline gelerek başına bir sorun gelmemesi için yerli bir ortak istiyorlar. Başka bir deyişle, Ak Parti sonrası dönem için bir garanti isteği olarak değerlendirilebilir. Ancak, şunu da ifade etmeliyiz. Akkuyu’ya ilişkin Türkiye’yle Rusya arasındaki sorunlar uçak krizinden çok daha önce çıktı. Örneğin, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakanlık döneminde 2013 yılında bir Uzakdoğu gezisinden dönerken, “Ruslarla sorun çıkarsa başkasına yaptırırız” diye beyanat verdi. O tarihte bile projeyle ilgili Türkiye ve Rusya tarafından henüz mutabakat sağlanmamış konular ortaya çıkmaya başlamıştı. Mesela bir dönem, %49’luk payın Cengiz, Kolin ve Kalyon gruplarının oluşturacağı konsorsiyuma verilmesi konuşuldu. Sonradan Rus tarafı yabancı bir danışmanlık firmasına yaptırdığı araştırma sonucunda, bu şirketlerle iş birliğine gitmedi. Şunu net olarak söyleyeyim, Rus tarafı bugün hala Türkiye’nin %49’luk payla ilgili yükümlülüğünü yerine getirmesini bekliyor.
Limanlar nükleer santrallerinin atık yönetimi konusunda önemli bir parçasıdır. Anlaşma çerçevesinde Rus tarafına tanıdığımız liman yönetimi ne şekildedir?
Anlaşmanın maddeleri içerisinde nükleer santralin gerektirdiği limanla ilgili önemli bir hususiyet var. Münhasıran nükleer santralle ilgili amaçlar çerçevesindeki bir limandan bahsediliyorsa bu anlaşmada bulunuyor. Öte yandan geçtiğimiz yıl şirketin ticaret sicil gazetesinde yayınlanan sözleşme değişikliğinde, buradaki liman izni bu kapsamın dışında tutulmuş. Rusya’ya liman izni kapsamında ticari faaliyetleri de kapsayacak biçimde düzenleme getirildi. Bu Rusya’nın Doğu Akdeniz’de Mersin gibi son derece stratejik bir konumda ticari bir üs, liman kazanmasıdır. Rusya bugün Suriye’deki işletmeye de talip olduğu ya da işlettiği limanlar gibi Doğu Akdeniz’de Mersin’i ticari bir üs olarak görmektedir. Bu verilen çok önemli bir ticari ayrıcalıktır.
Akkuyu Nükleer’in bir nükleer proje olarak güvenlik riskleri taşıdığı biliniyor. Olağanüstü güvenlik riskleri açısından projede teknoloji transferi yapılmaması ne kadar uygundur?
Türkiye’ye yönelik herhangi bir teknoloji transferi verilmiyor. Bu projeyi teknik ve güvenlik riskleri açısından eleştiren kesimlerin en çok kullandığı argümanlardan birisidir.
Rusya ile Türkiye arasında Mavi Akım ve TürkAkım vasıtasıyla oluşan doğalgaz temelli enerji diplomasisinde, Akkuyu Nükleer ile elektrik yatırımının yapılması, ülkemizin müzakere ve pazarlık gücüne nasıl yansır?
Türkiye önümüzdeki yıllarda, Mavi Akım ve Türk Akım’ı Rusya ile uzun vadeli anlaşmalar yaparak tam kapasiteyle kullanırsa, bir de üzerine 1 milyon 200 kilovat saat enerji alırsa, bu kuşkusuz Rusya’ya çok ciddi bir bağımlılığı oluşturur. Bunu siyasi ve enerji güvenliği açısından eleştirebiliriz. Ancak burada şunun hesaba katılması lazım. Ruslar böyle bir projeye girerken, Rusya’nın Türkiye’ye yönelik doğalgaz ihracatında düşüşe neden olacak bir boyutun olacağının bilincindeler. Akkuyu devreye girdiği zaman doğalgazdan elektrik üretme gereksinimi kalmayacak ve bu da Türkiye’nin doğalgaz ithalatı düşecektir. Öte yandan doğalgaz boru hatlarının bir yedeği olarak Akkuyu enerji güvenliğinin sağlanmasına katkı sağlayabilir. Yine Türkiye’nin enerji arzı, ekonomisinin büyümesiyle doğrudan bağlantılı. O nedenle, bugünden konuşmak pek mümkün değil. İkincil olarak, doğalgaz kapsamında Türkiye’nin Rusya bağımlılığını konuşurken hep aynı hatayı yapıyoruz. Mavi Akım’ın yarısı İtalyan Eni’ye aittir. Biz Mavi Akım’dan doğalgazımızı İtalyanlarla yapılan bir sözleşmeye istinaden alıyoruz. Büyük ihtimalle 2025 yılında Mavi Akım anlaşması sona erdiğinde biz İtalya ile kontratı yenilmeyeceğiz. Dolayısıyla Rusya’ya bağımlılıkta doğalgaz bir şekilde dengesini bulacak. Türkiye son iki senede enerji fiyatlarındaki düşüşe paralel olarak bir deneyim(LNG) elde ediyor. Bunun önümüzdeki süreçte olumsuz etkisi olmayacak diye düşünüyorum. Sonuç itibarıyla, Türkiye ekonomisinin Akkuyu gibi mega bir yatırımın alım garantilerini finanse edip, edemeyeceği belirsizdir. Bu fiyatlarla çok ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Sizce Akkuyu Nükleer rasyonel bir zeminde tartışılabildi mi?
Hayır, kesinlikle rasyonel bir zeminde tartışılmadı. İlgili kurum ve kuruluşlar, tartışmayı nükleer yandaşlığı ve karşıtlığı gibi dar bir alana sıkıştırdı. Ben şahsen ne karşıyım ne de nükleer enerji yandaşıyım, bunu net olarak belirteyim. Nükleer karşıtları bugüne kadar olayı sadece nükleer karşıtlık temelinde gündeme getirdikleri için projenin niteliği, içeriği, maliyeti, anlaşmalar hatta anlaşmadan sonra verilen ayrıcalıklar hiçbir zaman Türkiye’de gündem olmadı. Akkuyu tartışmasındaki eksik olan temel boyut meselenin ticari düzeyde teknik tarafıydı. Bu kritik bir proje ve kamuoyunda nükleer olması nedeniyle çok ciddi tepkiler var. Bana göre, Mersin’de, böyle bir anlaşma ile değil nükleer enerji üretimi, herhangi bir ticari üretim dahi söz konusu olamaz. Kaldı ki, nükleerin güvenlikle ilgili ciddi riskleri bulunuyor.