[voiserPlayer]
Kemalizm, 1960’lı yılların yükselen sol rüzgarında Marksist ideolojinin takipçileri ve ilgilileri tarafından sıkı bir eleştiriye tâbi tutuldu. Bu eleştirel yaklaşım neticesinde ortaya sol ve Kemalizm ilişkilerine dair pek çok farklı yorum çıktı. Bu yorumlara göre Türkiye’de sol hareketler birbirine yaklaştı ya da birbirinden ayrıldı. (Milliyetçi sol olarak tanımlanabilecek Yön-Devrim çevresi ile Kemalizm’i Marksist tarihsel şemada “ilerici” bir adım olarak gören Milli Demokratik Devrim hareketi yakınlaşırken; aynı MDD Kemalizm savunusu sebebiyle “Sosyalist Devrim” hareketiyle yolunu ayırmıştır.) Solun Kemalizm’i bu kadar önemseyerek tetkikini yapmasında, fikren ve tarihsel olarak belli başlı birkaç unsur ağırlık kazanır. Bu unsurlar şunlardır :
- Kemalizm’in anlatısında Ulusal Kurtuluş Savaşı büyük rol oynar. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na müttefikleri ve düşmanları gibi “emperyalist saiklerle” girmiş olmasına rağmen (Önce “eski” ve “kudretli” imparatorluğu yeniden inşa etme; sonra, gittikçe Pantürkist bir anlayışa yaklaşarak “Turan-İslam” İmparatorluğu gibi bir siyasi hayalin peşine gitme) savaşın yenilgiyle bitmesi Osmanlı topraklarının “Emperyalist” devletlerce işgal edilmesine yol açtı. Neredeyse tüm sol veya “sol-kemalist” yorumlarda bu emperyalist işgale karşı “anti-emperyalist” elit ve lider kadronun yönetimi altında (sol fraksiyonun yorumuna göre değişmekle birlikte) “mazlum Türk milletinin” ya da “mazlum Anadolu halklarının” “direniş ve mücadelesi” olarak Kurtuluş Savaşı’nı okuruz. (Bu elbette tümüyle “sol çarpıtma” anlamına gelmez. Yalnızca aynı olayın diğer unsurlarının bir ideolojinin gereklerince budandığını söyleyebiliriz.) Solun Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın “anti-emperyalist” niteliğine dayanarak Kemalizm’i “sahiplenmek” istemesini, halk desteği sağlamak ve komünizm karşıtı devletin “gazabını” üstüne çekmemek gibi “pragmatik” sebeplere bağlamak mümkündür.
- Kurtuluş Savaşı ve devamında Türk-Sovyet ilişkileri de solun Kemalizm yorumlarında bir dayanak noktasıdır. “Anti-emperyalist kardeşler” birbirlerine zor zamanlarda yardım etmiş, Mustafa Kemal Paşa ve Lenin birbirlerine dostça mektuplar göndermiştir. Bu husus da dönemin “pragmatik” politikasından soyutlanarak incelendiğinden, Kemalizm ve Bolşevizm arasında bir “kader ortaklığı” örülür.
- 1960’lı yılların Kemalizm savunan solcuları ve “sol-Kemalistleri” Türkiye Komünist Partisi ile ilişiği bulunmuş ya da bulunan isimlerden oluşur. Sovyet Komünist Parti Genel Merkezi’nin sık sık TKP’ye Kemalist rejimle zıtlaşmamalarını nasihat etmesi bugün bilinen bir bilgidir. Bu “dış etken” de belirleyici olduğu gibi yine 1960’lı yıllarda Kruşçev “üçüncü dünya ülkelerinin ekonomik ve siyasi bakımdan desteklenmesi” gibi bir politika izleme kararı almıştır. Kemalizm’in özündeki “üçüncü yolcu”, “anti-emperyalist” nitelik de bu kapsamın içinde değerlendirilebildiğinden, Kemalizm tetkiklerinde daha “yumuşak” bir yorum tercih edilmiş olması mümkündür.
- Kemalist devrim genel hatları ile bir “modernleşme” tatbikidir. Kadın-erkek eşitliği, demokratik hak ve hürriyetlerin anayasada yer alması, sanayileşme gibi temel reformlar, aşağı yukarı değişik bir formla da olsa sosyalist fikriyatta da savunulan ve arzu edilen reformlardır.
Şu halde solun Kemalizm savunusu yukarıdaki dört ana maddede toplanır. Anahtar kelimeler “anti-emperyalizm”, “üçüncü yol” ve “ilericilik”tir. Sırf bu “ortak” unsurlara dayanarak sol, Kemalizm’in detaylı bir tahlilini yapmaya girişmiştir.
Peki sol birkaç temel kavrama dayanarak ayrıntılı bir tahlile girişmişken, Kemalizm’in Liberalizm’e göre liberallerce yapılan yorumları yapılmış mıdır, yapılmışsa nasıl bir sonuca ulaşmıştır? (Liberalizm, son yıllara kadar Türkiye’de siyaset içinde “eriyen” bir şekilde savunulmuştur. Genelde merkez sağ içinde savunulan ama sesini özgü bir biçimde duyuramayan bir konumdadır. Bu hususa aşağıda değinilecektir.) Günümüzden başlayacak olursak: Son yılların düşünce “modası” olan “Kemalizm yergisi” liberal yazar ve aydınlar tarafından fazlaca benimsenmiştir. Güncel liberal yorumlar incelendiğinde istisnalar saklı olmak üzere özetle “Kemalizm bir öcü, karanlık bir cellat; faşizmin ve sosyalizmin sentezi baskıcı bir ideolojidir” argümanının savunulduğu görülür. (Bu yorumun dayandığı tezler bu yazının konusu değildir. Yer yer bu tezlerin kısaca eleştirileri yapılabilir) Bu yazıda bu “negatif” yorum yerine; Kemalizm ve Liberalizm arasındaki ilişkinin “pozitif” bir yorumu yapılacaktır. Bununla birlikte “liberal” bir Kemalist tanım ve yorum ortaya konulması planlanmaktadır. Hedeflenen Kemalizm’i liberal bir bakış açısından “aklamak” değil, onun günümüz “hür” dünyasının şartlarına göre ülke içinde taşıdığı tarihsel potansiyeli anlamaktır, doğrudan Kemalizm’in “fikri” yapısını ve “amaçladıklarını” liberal bir anlayışla yorumlamaktır.
Madde madde ilerleyecek olursak:
- Kemalizm, bir yüzyıl önce başlayan “Türk modernleşmesinin” bir aşamasıdır. Kurucularının ve tabii ki Atatürk’ün beslendiği felsefe doğrudan Batı’nın liberal, hürriyetçi felsefesidir. (Altı oktan birisi olan “devrimcilik” de esasen Batı monarşilerini kaldıran ya da önemli ölçüde sınırlayan “devrimlere” atıf yapmaktadır. Şu halde Kemalist devrimcilik, Bolşevik devrimden çok İngiltere’deki Cromwell’in eylemleri ve Fransa’da 1789 Devrimi ile daha çok benzeşir.) Batı tipi eğitim veren okullarda okuyan geleceğin Kemalist rejim kurucu ve aydınları, tabiri caizse “gizli gizli” Batı’nın hürriyetçi “vaazlar” veren kitaplarını okumuş ve benimsemiştir. (bkz: Atatürk’ün “Efendiler, Jean-Jaques Rousseau’yu baştan nihayete kadar okuyunuz” sözü)
- Kemalizm Türk anayasal gelişme süreciyle iç içedir ve bu anayasal gelişmenin hür ve demokratik bir ülke olma yolunda oldukça önemsendiği açıktır. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ifadesi, Faşizm rüzgarlarının en sert şekilde estiği yıllarda dahi Meclis duvarından inmemiş; savaş sonrası çok partili hayata geçilerek “amacın” her zaman millet egemenliği yani “demokratik cumhuriyet” olduğu ispatlanmıştır. Bu temel ilkeden türetilen “milli irade” kavramı önce yine bir “Kemalist” olan Celal Bayar tarafından her siyasi eylemde kullanılacak, daha sonra merkez sağın altında toplandığı bir bayrak haline gelecektir.
- Her ne kadar aksi iddia edilse de, ifade ve düşünceyi yayma hürriyeti gibi liberal felsefenin en temel esaslarından birisi 1930’lu yılların sert iklimine rağmen korunmaya çalışılmıştır. Dönemin ideolojik görüşleri olan Sosyalizm, Faşizm ve Liberalizm çeşitli dergi ve gazetelerde savunulmuştur. (Doğrudan millet egemenliğini hedef alan hilafetçilik ve saltanatçılık gibi lokal akımlara izin verilmemesi herhalde Liberalizm’in de hayrınadır.) Yeri geldiğinde ilgili dergi ve gazeteler birbirlerini “Kemalizm” hususunda dahi eleştirmiş ve kendi yorumlarını ortaya koymaya çalışmıştır. (Tan gazetesi sosyalizm propagandası yapabiliyordu. Kadro dergisi Kemalist inkılabın bir tür sol yorumunu/eleştirisini yapıyordu. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi bile çıkarılmaktaydı.)
- Dönemin Liberal düşünceye sahip aydınları da vardır. Ahmet Ağaoğlu ve rejimin ideologlarından Yusuf Akçura bunlara örnek verilebilir. 4. Maddeyle bağlantılı olarak Ağaoğlu, “sol-kemalist” Ş. S. Aydemir’i “inkilabı dinleştirmekle” eleştirmekte ve “Şark”ta ferdin boğulduğuna dair ferdiyetçi düşünceler açıklamaktadır. Rejimin ideoloğu Yusuf Akçura “milli hakimiyet” ve “milli iktisat” kavramını ön plana çıkarır. Bir sanayici ailesinden gelen Yusuf Akçura da bir “milli burjuvazi” yani Liberal ilkelere dayanan orta sınıf oluşturulması gerekliliği düşüncesindedir.
- Kemalist rejim, liberal ekonomiye geçiş yanlısıdır. İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar ve 1923-1929 arası uygulanmak istenen ekonomik politikalar ülkede liberal-serbest piyasa ekonomisini oturtmak amacını taşır. Daha sonra altı oktan birisi haline gelen devletçilik dahi liberal politikaların uygulanması için bir “araç” olarak ortaya konmuştur. (Solun daha sonra “devletçilik” ilkesini sosyal demokrasi-sosyalizm arasında bir yere konumlandırma ihtiyacı da yukarıda açıklanan “meşruiyet” kaygısıyladır.) Serbest Fırka da Kemalist rejim tarafından liberal politikalar üretmesi ve mevcut “devletçi” hükümete alternatif oluşturması için “kurdurulmuştur.”
- Kemalizm, savunucuları ve eleştiricileri tarafından bir “tek adam” yönetimini meşrulaştıran siyasal bir sistem olarak anlaşılmıştır. Kişi kültü kavramı iki tarafın da birbirinin söylemini kınadığı bir alan olagelmiştir. (Ülke modernleştiren, yaptıkları aşılmaz, kurtarıcı bir Atatürk kültü ile tek adam, despot, tiran ve tarihe gömülmesi gereken Atatürk kültü adeta bir Janus heykeli gibidir. Kemalizm’e ismini vermesi dahi eleştiren taraf için bir “ispat” oluşturur.) Gelgelelim, Kemalist rejimin kurucusu olan Atatürk’ün tek adam olmaktan ziyade “gücün dağıtılması” arzusunda olduğunu söylemek mümkündür. Tanör’e göre, Liberal hukukun ilkelerinden kuvvetler ayrılığının yasama-yürütme ilişkileri çerçevesinde sıkı biçimde benimsendiğini; 1924 anayasası tasarısında cumhurbaşkanının gerekçeli olmak şartıyla seçimleri yenileyebileceği hususuna milletvekillerinin şiddetle karşı çıkması ve oylamada söz konusu düzenlemeyi reddetmesinde görmek mümkündür. Yine Tanör’ün yorumuyla (1924 anayasası ile ilgili) değişiklikler, Cumhurbaşkanlığının anayasal konumunun güçlendirilmesinin reddi, millet egemenliğinin ve onun biricik temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nin üstünlüğünün sürdürülmesi anlamındadır. Ayrıca, yürütmenin doğrudan hükümete ve İsmet Paşa’ya bırakılmasına dair, Andrew Mango’nun Atatürk biyografisinde sık sık atıf yapılıyor; özellikle 26. bölümün son paragraflarında Atatürk’ün, sekreteri Hasan Rıza Soyak’a “Bizde cumhurbaşkanı imzacıdan başka bir şey değildir” dediği aktarılıyor. Mango’nun Soyak’tan aktardığı kadarıyla “Atatürk otoriter bir yönetici olarak tanımlanmaktan nefret ediyordu ve aslında daha çok hükümet işlerini başbakanına bırakıp, elinden geldiğince kendisini eğlendirmeye çabalayan modern bir devlet adamını andırıyordu.” Yapılan devrimleri meşrulaştıranlar haricinde çıkan yasalar Meclis’teki tek partiye rağmen farklı görüşlerdeki milletvekillerinin hararetli tartışmaları ile çıkar. Yürütme görevi doğrudan “hükümet”e bırakılmıştır.
- Kemalizm’in dogmalarla dolu bir “öcü” ideoloji olduğu savı da 6. Maddeyle birlikte ileri sürülür. Üç vakıa bu iddiayı çürütür. Birincisi, Atatürk “Kemalist rejimin doktrinleştirilmesini” isteyen Yakup Kadri’ye karşı (ki Yakup Kadri Kadro hareketinden bir “sol-kemalist”tir.) “O zaman donar kalırız” diye cevap vermiştir. Pek çok “Atatürk sözü” akıl ve bilimi rehber edinmeyi nasihat eder. “Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür nesiller ister” sözü de yine Liberal felsefenin “değişime açıklık” ve “bireysel hürriyet” kavramlarına dayanılarak söylenmiş bir sözdür. Bununla bağlantılı olarak, Atatürk ve İnönü CHP içindeki “dogma” bırakacak hareketlerin önünü kesmeyi bilmişlerdir. Kemalizm’i Marksist ideoloji ile ele almaya çalışan Kadrocular çeşitli görevlere verilerek dağıtılmıştır. Kemalizm’in sıkça Faşizm ile birlikte anılmasına sebebiyet veren Recep Peker genel sekreterlikten alınmıştır. İkincisi, İsmet İnönü, Kemalist rejimin ikinci adamı, dünya siyasetindeki değişimlere ayak uydurmayı bilmiştir. “Milli şeflik” gibi bir otoriter yönetimi terk edip çok partili demokratik hayata geçmiş, CHP’nin yönünü “ortanın soluna” çevirerek partinin “dogmalara” dayanmadığını göstermiştir. Üçüncüsü 1961 Anayasasıdır. Türkiye’nin en hürriyetçi anayasası olarak bilinen anayasayı Kemalist rejime bağlı akademisyenler hazırlamıştır. Yıllardır baskılanan sol ve muhafazakar sağ bu anayasa sayesinde yayın, ifade ve düşünce hürriyetlerine somut olarak kavuşmuştur.
Bu tarihsel vakıaları belli başlı bazı kitaplardan okumak mümkündür. Mesele, bu vakıalardan bir yorum ve gidilecek istikameti seçmeyi başarmaktır. Yukarıda sayılan esaslara göre: Kemalizm, getirdiği kurumlar ve izlediği uzun vadeli politikalar bakımından her zaman hür ve demokratik bir cumhuriyeti hedeflemiştir. Kemalizm’in düşünsel kaynakları, dönem dönem kendi içinde sapmalara uğrasa bile her zaman Liberal kaynaklar olmuştur. Kemalizm içe dönük ve otoriter bir rejimi değil; dışa dönük, demokratik, Batı ve dünyayla bağlarını koparmayan bir rejim biçimine ulaşmak amacını taşıyan bir ideolojidir. Tabii ki Cumhuriyet tarihi boyunca “Kemalizm” adına hatalı politikalar işlenmiş; kendisini “Kemalist” olarak nitelendiren insanlar mühim hatalar yapmış olabilir. Fakat, bu yazının konusu yukarıda yazıldığı gibi Kemalist siyasanın içindeki Liberal özü anlamaktır. Bu yüzden konuyla ilgili vakıalarla sınırlı tutulmuştur.
Özetle, Kemalizm ve Liberalizm ilişkisi; Kemalizm’in Sosyalizm ve Faşizm ile olan ilişkisinden çok daha yoğundur. Kemalizm’in ana hedefleri arasında “tam bağımsızlık” ve “milli güvenlik” olduğu kadar (ki bu kavramlar için de uluslararası hukuka dayanır) Liberal felsefeye ait “hürriyet”, “demokrasi”, “serbest piyasa”, “değişime açık olma” kavramlarını tesis etmek de vardır. İstisnalar mevcut olmakla birlikte genel kaidenin bu şekilde olduğunu görmemek elde değildir. Başka türlü bir değerlendirme, öcüleştirme, tarihsel önemini göz ardı etme, bu potansiyeli ziyan etmektir.
Bu potansiyel günümüz şartlarında nasıl kullanılabilir? Günümüz Türkiye’sinde Batı paradigmasını kabul etmiş; laik ve evrensel değerleri ve evrensel insan haklarını benimsemiş ya da benimsemeye hazır, Kemalizm’in biraz daha popüler bir biçimi olarak Atatürkçülüğü (ve ya doğrudan Atatürk’ü) siyaseten savunan bir seküler kesim bulunmaktadır. Seküler kesim bu tarihsel potansiyeli kendi siyaset anlayışında müşterek bir dayanak olarak kabul edebilir. Kemalizm’in taşıdığı liberal-hürriyetçi öz, yalnızca seküler kesime değil, evrensel değerlerin varlığını kabul eden muhafazakar kesime de hitap etmektedir. Zira Kemalizm toptan bir “ulusun” hürriyet ve değişimini hedefler. Fikri altyapısı dünyaya ve çağa ayak uydurmak ilkesine göre oluşan Kemalizm; bugün, toplumun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin samimiyetle benimsenmesinden, toplumun dünyaya ve değişime açılabilmesine kadar tarihsel bir dayanak teşkil etmektedir. (“Türk milleti, medeni milletler arasında yerini alacaktır” şiarı ve Lozan Barış Antlaşması’nda da bu şiarın dayandığı uluslararası hukuk ilkesi olan “devletlerin egemen eşitliği”ne başvurulması birer örnektir.) Bu tarihsel dayanak toplumu içine ve dünyaya karşı kapatmak isteyen bir rejime karşı duygusal bir başvuru kaynağı olduğu kadar; siyaset açısından da bir program çizer. (Kemalist ideolojiye yakınlığı ile bilinen Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk’un başörtüsü sorunu ile alakalı görüşleri, o dönem için “laik bürokrasi” ve seküler kesim tarafından kabul edilseydi; Kemalizm’in özüne uygun hareket edilmiş olurdu. Sami Selçuk, malum dönemde konu olan AYM kararlarının başörtüsü yasağı gibi bir yasak koymadığını, başörtüsü yasağının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da konulmadığını hararetle savunmuştu. Kemalizm’in yol haritası işte bu “temel hak ve hürriyetlerin” savunulması noktasına dayanmalıydı. Bunun yerine kerameti kendinden menkul soyut lafızlara dayanmak tercih edildi. Bu başka bir yazının konusu olsun.)
Küreselleşme, neoliberal ekonomi, evrensel insan hakları gibi tüm dünyayı etkisi altına alan kavramlarla Kemalizm adı altında otoriter saiklerle mücadele etmeye kalkan siyasetler; Kemalizm’in tarihsel özü ile ters düşmekte oldukları gibi onun hürriyetçi ve dünyaya ayak uydurma amacına da aykırı hareket etmektedir. İdeoloji, toplumsal sorunlara çözüm bulmak için kavram üreten ve ya üretilen kavramları yorumlayan bir alet kutusudur. Bugünün tek kutuplu dünyasında, tüm dünyada başvurulan tek alet kutusu da Liberal-kapitalist ideolojidir. Dünyanın işleyişi başka bir alternatif olmadığı sürece bu ideolojik paradigmaya göre sürmektedir. Kemalizm de çağdaşlaşma ve değişim (devrimcilik) amaçlarını ancak geçerli paradigmayı yorumlayarak ve ona uyum sağlayarak tesis edebilir; Türkiye için hedeflediği demokratik ve hür cumhuriyet modeline ulaşabilir. Zira beslendiği kaynaklarla dünyada geçerli olan paradigmayı aynı felsefe ortaya koymuştur.
Kaynakça
–Türkiye’de Çağdaşlaşma, Niyazi Berkes, YKY
-Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Hilmi Ziya Ülken, Türkiye İş Bankası
-Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Bülent Tanör, YKY
-Anayasal Gelişme Tezleri, Bülent Tanör, YKY
-Tarihe Emretmek, Stefan Plaggenborg, İletişim Yayınları
-Demokrasinin Türkiye Serüveni, Bernard Lewis, YKY
-Türk’e Tapmak, Onur Atalay, İletişim Yayınları
-Türkiye’de Sol ve Ordu, Özgür Mutlu Ulus, İletişim Yayınları
-Türkiye’nin Düzeni, Doğan Avcıoğlu, Kırmızı Kedi Yayınları