Daktilo2 için gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, Gazeteci Barçın Yinanç ile 2025 yılında Türk dış politikasında yaşanan gelişmeleri ve 2026 yılında Türk dış politikasına yönelik Yinanç’ın öngörülerini konuştuk.
Türkiye’nin değişen uluslararası konjonktürde, önündeki fırsatlardan yararlanabilmesinin yolunun özellikle Avrupa başkentlerinin karşısında güvenilir bir müttefik olmasından geçtiğine dikkat çeken Barçın Yinanç, “Ancak hukukun üstünlüğünün olmadığı, demokratik geri gidişin tersine çevrilmediği, ekonomik sistemin sadece bir grubun zenginleşmesine odaklanıp ülkenin büyük çoğunluğunun yoksullukta ortaklaştırıldığı bir ülkenin önündeki fırsatları görüp, değerlendirip, gerekli adımları atmasını beklemek bu aşamada içi doldurulamayan bir iyimserlik oluyor” diyor. Gazeteci Barçın Yinanç’ın Daktilo2’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
2025 yılı Türk dış politikası açısından nasıl bir yıl oldu? Erdoğan yönetiminin popülist, pragmatik yaklaşımı, bölgesel krizlerin çözümüyle ilgili rolü ve Batı ile ilişkilerdeki gelgitler açısından genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Türkiye’de iktidar açısından 2024’ten 2025’e geçiş iki olumlu gelişme altında gerçekleşti. Biri 2024 Aralık ayında muhalif güçlerin Şam’a ilerlemesiyle yarım asırlık Esad rejiminin yıkılması, diğeri ise Ocak ayından itibaren ABD Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’a girmesiydi.
Trump’ın ikinci dönemi, gerek Türkiye’nin Ortadoğu gerekse Avrupa ile ilişkilerindeki en önemli değişkeni oluşturdu.
Trump’ın birinci döneminde yaşanan büyük gelgitler ve Türkiye’ye zarar veren krizler nedeniyle Ankara’da başlarda hissedilen temkinli iyimserlik, yılın ilk altı ayında yerini olumlu bir bakış açısına bıraktı. Trump’ın, kendisine yakın bir iş insanını, Tom Barrack’ı hem Ankara büyükelçisi hem de Suriye özel temsilcisi olarak ataması iktidarı memnun etti.
Bu memnuniyette, Barrack’ın bürokratik engellere takılmadan doğrudan Trump’ı etkileme imkanına sahip olması kadar, Washington’un Suriye sürecine verdiği önemi göstermesi de rol oynadı.
Trump yönetimi cihatçı geçmişine aldırmadan Ahmet El Şara’ya kredi açarak, Suriye’de rejimin başına geçmesine yeşil ışık yaktı. Trump’ın ülkenin yeniden ayakları üzerine kalkmasının önündeki en önemli engel olan Amerikan yaptırımlarını kaldırmaya karar vermesi de iktidar açısından sevindirici oldu.
Suriye’deki gelişmeler özellikle resmi ismiyle terörsüz Türkiye süreci açısından da hayati önem taşıdı.
Yıllarca Suriye’deki YPG-PYD oluşumunu şeytanlaştıran, YPG ile PKK’yı bir tutan Ankara, Şam ile ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki süreci Ahmet El Şara ile Tom Barrack üzerinden etkilemeye çalıştı. YPG’nin, askeri güçlerinin Suriye ordusuna entegrasyonu ile, bölgede Kürt nüfusuna göre orantısız kazanımlarından geri adım atıp atmayacağı, 2025 boyunca Ankara’nın yakından takip ettiği bir süreç oldu.
Öte yandan Türkiye ile İsrail’in Suriye’de taban tabana zıt politikalar izlemesi, zaten Gazze nedeniyle gergin seyreden ilişkilerin üzerine tehlikeli ek bir yük bindirdi.
Trump’ın Beyaz Saray’a girmesinin Türk dış politikası açısından diğer bir yansıması Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerinde hissedildi.
Trump ve ekibinin, ilk aylarda Rusya’ya gösterdiği müzahir yaklaşım ve NATO yükümlülüklerine dair kuşku uyandıran açıklamaları Avrupa’da sarsıcı bir etki yarattı. Avrupalıların savunma alanında Amerika’ya sırtını dayayamayacak olması, Türkiye’nin Avrupa nezdinde askeri bir güç olarak değerini arttırdı.
İktidar, Avrupa’nın Türkiye’ye askeri-stratejik bakışı ile Trump’ın Ortadoğu’da yüklemek istediği misyonu yeşil ışık olarak algıladı ve muhalefet üzerindeki baskısını beşinci vitese taktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük rakibi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın kaçma şüphesi olmamasına rağmen tutuklanması, CHP’nin kapanma riski, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in koltuğundan edilme teşebbüsü gibi gelişmeler karşısında gerek ABD gerekse Avrupa’nın sessiz kalması, iktidarın 2025’teki dış politikayla bağlantılı en önemli kazanımı olarak tarihe geçti.
Trump 2.0 döneminde ABD-Türkiye ilişkileri nasıl şekillendi? CAATSA ve NDAA yaptırımlarından F-35/F-16 engellerine kadar ilişkilerde yaptırımlar açısından yeni yılda bir değişim söz konusu olur mu?
Türk-Amerikan ilişkilerini Trump 2.0 döneminde belirleyen kelime meşruiyet oldu. Barrack’ın, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a meşruiyet vereceğiz” demesi, Türkiye cumhurbaşkanının Washington’un siyasi elitleri nezdinde itibar edilir bir lider haline getirilmesi ile sınırlı bir bakış açısı değildi. Üçüncü dönem için arayışta olan ama içeride ekonomik ve siyasi açıdan sıkışmış bir liderin siyasi kariyerinin geleceğine dair de ABD’nin bakışına ilişkin bir ipucu verdi.
Otoriter liderlerle çalışmayı tercih eden Trump, zaaflarının da farkında olduğu Türk liderliğinden gerek Suriye’deki sürece sahip çıkmasını, ama ondan da önemlisi Gazze’de ateşkes sağlanması ve Filistin sorununun akut kriz halinden çıkmasını sağlayacak sürece de kefil olmasını istedi.
Ancak 2025’te ABD’den Türkiye’ye dönük silah ambargosu, F16 satışı ve S400’ler nedeniyle F35 programından çıkarılmasına dönük savunma/askeri ilişkiler cephesinde yaşanan sıkıntılar giderilemedi. Türkiye’nin ABD’den doğal gaz alımına ilişkin uzun süreli anlaşma imzalaması ile Boing’ten daha fazla uçak alımına dair vaadi de engellerin aşılmasını sağlayamadı. Üstüne, ABD’nin Rusya’dan petrol alımını kesmesi baskısı eklendi.
İsrail-İran arasında Haziran ayında 12 gün süren savaş ve Gazze krizi, Türk dış politikasının önceliklerini nasıl etkiledi? Türkiye, Hamas’a açıkça destek beyan ederken yine aleni bir şekilde ticari ilişkilerini devam ettirdiği ve normalleşme süreci yürüttüğü İsrail’e karşıt bir pozisyon takınıyor. Bu çelişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?
Trump, Ortadoğu’yu görece istikrara kavuşturup, enerjisini Çin’le rekabete yoğunlaştırmak istiyor. Bu bağlamda, Türkiye’ye Ortadoğu’da önemli bir rol biçiyor. Trump Amerika’sı Filistin meselesinin kriz boyutundan çıkarılıp, idare edilebilecek bir boyuta taşınmasında Ankara’nın özellikle Hamas üzerindeki etkisini kullanmasını istiyor.
Filistin halkının kısa, orta ve uzun vadede haklarını ne ölçüde teslim edeceği son derece şüpheli Trump planına Türkiye gibi bir ülkenin Şarm El Şeyh’te tüm dünyanın gözleri önünde imza atan dört ülkeden biri olması, planın “meşruiyeti” açısından paha biçilmez değerde oldu. Zira, Türkiye Gazze meselesinde İsrail karşıtlığında liderliği hiçbir Arap ülkesine kaptırmadı.
Ankara ayrıca, Hamas’ın belki de kendi sonunu getirmesine yol açabilecek Trump planına ikna edilmesinde de Katar’la birlikte kritik rol oynadı.
İsrail ise Ankara’nın Gazze-Hamas konusunda oynadığı rol arttığı ölçüde Suriye’de Kürt kozunu masaya sürme konusunda pervasız davrandı. Türkiye’nin Suriye’de yeni rejimi destekleme siyasetinin önündeki en büyük engeli de İsrail oluşturdu.
Türkiye-AB ilişkilerinde bu yıl ne gibi gelişmeler yaşandı? Gümrük Birliği’nin modernizasyonu, vize serbestisinin sağlanması ve göç anlaşması açısından 2026 yılında umut verici gelişmeler yaşanacak mı?
Türkiye-AB ilişkileri 2025’te derin dondurucuda kalmaya devam etti. İktidarın, 2024 yerel seçimlerinde birinci parti olan CHP’yi etkisiz hale getirme stratejisine Avrupa başkentlerinin sessiz kalması iktidar açısından önemli bir kazanım oluşturdu. Bu sessizliğin ardında ise Avrupa’nın Türkiye’yi “yedekleme” siyaseti vardı. Ukrayna’da olası bir ateşkesin ardından, gerek bu ülkeye verilecek güvenlik garantilerinde Türkiye’nin üstlenebileceği görev, gerekse orta vadede ABD’nin askeri yükümlülüklerini azaltmasıyla Türkiye’nin Rusya’ya karşı oluşturulacak savunma hattında oynayabileceği potansiyel rol Avrupa’nın bakışını şekillendirdi.
2025’in en önemli gelişmesi, Almanya’nın onayıyla İngiltere’den Eurofighter uçaklarının alımının karara bağlanması oldu.
Ancak, Avrupa başkentlerinin savunma alanında alım satımın ötesine gitmeyen, derinlikli bir işbirliği arayışına girmemeleri, Türkiye’ye dönük sığ bakış açısını net şekilde ortaya çıkarttı. Yunanistan ve GKRY engellemeleri nedeniyle Türkiye’nin AB’nin yeni savunma mekanizmasına girişi sınırlandı.
2026’da Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ya da vize meselesinde ilerleme sağlanacağına dair 2025’ten elimizde kalan umut verici bir ipucu bulunmamakta. GKRY’nin AB’nin ilk altı ay dönem başkanlığı yapacağını da hatırda tutmakta yarar var.
2026 yılında Türkiye’yi dış politika açısından bekleyen büyük riskler ve fırsatlar neler? Donald Trump yönetiminin gümrük tarifeleri, Suriye’de yaşanan istikrarsızlık, Ekrem İmamoğlu, Osman Kavala gibi çok sayıda önemli aktörün tutuklu olması gibi faktörler 2026 yılında Türk dış politikasını nasıl şekillendirecek?
Türkiye’nin Trump planının bir parçası olarak Gazze’ye konuşlanacak İstikrar Gücü’nde görev alma konusundaki ısrarı üzerine, İsrail’in itirazının aşılıp Türk askerinin Gazze’ye gitmesi 2026 yılında Türk Dış Politikası’nın en büyük risklerinden birini oluşturabilir.
İki ülke arasında bu kadar gergin bir atmosfer varken, iki hükümetten biri Hamas’ı düşman, öteki kendi projesi olarak görürken, askerlerinin bu kadar yakın mesafede durmasına olur verilmesi, ateşle barutun yan yana gelmesi gibi bir durum oluşturur.
İktidarın Gazze ve Hamas konusunda sesini yükselttikçe İsrail’in de Suriye’yi istikrarsızlaştırma ve başta Kürtler ve Dürziler, azınlıkları kışkırtma stratejisinin devam etmesi, özellikle Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu “yeni barış sürecinin” üzerindeki etkisi açısından risk teşkil edecektir.
Şam yönetimi ile SDG arasındaki olası bir anlaşmayı iktidarın nasıl karşılayacağı, kamuoyuna nasıl bir algı operasyonuyla açıklayacağı önemli olacaktır. Şam-SDG uzlaşısının olumlu karşılanması durumunda içerde barış sürecinin ivme kazanması, PKK’nın eli silah tutmuş üyelerine dönük “geçiş yasalarının” gündeme gelmesiyle, özellikle Kent Uzlaşısı nedeniyle hapiste tutulan kimi muhalif isimlerin serbest kalmasının gündeme gelmesi beklenir.
Türkiye’nin değişen uluslararası konjonktürde, önündeki fırsatlardan yararlanabilmesinin yolu, özellikle Avrupa başkentlerinin karşısında güvenilir bir müttefik olmasından geçiyor.
Güvene dayalı böyle bir ilişki biçimini ne Ankara ne Avrupa arzuluyor. Özellikle Ankara açısından muhalefet üzerindeki baskıya sessiz kalınması kaydıyla, sınırlı iş birliği, iki taraf için de “olduğu kadarı bizi idare etsin” bakışıyla tercih ediliyor.
Türkiye’nin önünde fırsat pencereleri yok değil; ancak hukukun üstünlüğünün olmadığı, demokratik geri gidişin tersine çevrilmediği, ekonomik sistemin sadece bir grubun zenginleşmesine odaklanıp ülkenin büyük çoğunluğunun yoksullukta ortaklaştırıldığı bir ülkenin önündeki fırsatları görüp, değerlendirip, gerekli adımları atmasını beklemek bu aşamada içi doldurulamayan bir iyimserlik oluyor.

