1800 yılının Amerika’sında toplam işgücünün tahmini olarak sadece yüzde 3.7’si kadındı. Aynı oran 1900 yılında yüzde 18.3 oldu, 2000 yılında yüzde 45. 1800 yılının Amerika’sında çalışan kadınların sayısının toplam kadın sayısı içindeki oranı tahmini olarak yüzde 8.4’tü. Aynı oran 1900 yılında yüzde 20.4’tü, 2000 yılında yüzde 58.6.
Kadınların işgücüne katılımı kapsamlı da oldu. Her iş kolunda farklı seviyelerde de olsa oldu. 1950 gibi bir tarihte bile artık bazı iş kolları kadınların yoğun olduğu iş kollarıydı. O tarihte Amerika’da hemşirelerin yüzde 97’si kadındı, sekreter ve yazıcıların yüzde 94’ü, kütüphanecilerin yüzde 91’i, öğretmenlerin yüzde 73’ü. Takip eden yarım asır içinde bu iş kolları kadın-yoğun iş kolları olarak kaldı. 2000 yılında hemşirelerin yüzde 92’si kadındı, sekreter ve yazıcıların yüzde 97’si, kütüphanecilerin yüzde 80’i, öğretmenlerin yüzde 75’i.
Kadın yoğun iş kollarına yeni iş kolları eklendi. Banka çalışanları, tıp ve diş teknisyenliği gibi. 1950 yılında banka çalışanlarının yüzde 43’ü kadındı, tıp ve diş teknisyenlerinin yüzde 41’i. 2000 yılında banka çalışanlarının yüzde 94’ü kadın oldu, tıp ve diş teknisyenlerinin yüzde 73’ü.
Aynı dönemde kadınlar, erkeklerin yoğun olarak var olduğu iş kollarında da varlıklarını artırdı, öyle ki bu iş kollarından bazıları kadın yoğun iş kolları oldu. Otobüs şoförlüğü, barmenlik, yöneticilik, muhasebecilik, emlakçılık gibi. 1950 yılında otobüs şoförlerinin sadece yüzde 4’ü kadındı, barmenlerin yüzde 8’i, yöneticilerin yüzde 13’ü, muhasebecilerin yüzde 13’ü, emlakçıların yüzde 16’sı. 2000 yılında otobüs şoförlerinin yüzde 57’si kadın oldu, barmenlerin yüzde 57’si, yöneticilerin yüzde 36’sı, muhasebecilerin yüzde 60’ı, emlakçıların yüzde 52’si.
Bazı iş kolları erkek yoğun olarak kaldı, ancak kadınlar varlıklarını bu iş kollarında da ciddi olarak artırdı. Doktorluk, avukatlık, mimarlık, polislik, din hizmetçiliği gibi. 1950 yılında doktorların sadece yüzde 6’sı kadındı, avukatların yüzde 4’ü, din hizmetçilerinin yüzde 4’ü, mimarların yüzde 2’si, polislerin yüzde 2’si. 2000 yılında doktorların yüzde 30’u kadın oldu, avukatların yüzde 33’ü, din hizmetçilerinin yüzde 15’i, mimarların yüzde 21’i, polislerin yüzde 15’i.
Kadınların varlıklarını ciddi olarak artıramadığı iş kolları elektrikçilik, itfaiyecilik, pilotluk, kamyon şoförlüğü vb. iş kolları kaldı. 1950 yılında elektrikçilerin sadece yüzde 1’i kadındı, kamyon şoförlerinin yüzde 1’i, itfaiyecilerin yüzde sıfırı, pilotların yüzde sıfırı. 2000 yılında elektrikçilerin yüzde 3’ü kadın oldu, kamyon şoförlerinin yüzde 6’sı, itfaiyecilerin yüzde 4’ü, pilotların yüzde 4’ü.
Kadınların farklı iş kollarında daha büyük oranlarda varlık bulması salt niceliksel bir değişim olarak kalmadı, beraberinde niteliksel değişimler de getirdi. Kadınlar; varlıklarını artırdığı iş kollarının değerlerini, normlarını, kurallarını, kurumlarını, kültürlerini değiştirdi. Erkeklerin, erkek gibi davrananların avantajlı olduğu baba-erkil binalar tuğla tuğla söküldü. Yerlerine kadınların, kadın gibi davrananların avantajlı olduğu ana-erkil binalar inşa edildi. veya J. Stone mahlaslı bir kişinin “great feminization (büyük kadınsılaştırma)” adını koyduğu süreç.
* * *
1800 yılının Amerika’sı, elbette bütün dünyası, yoğun bir şekilde baba-erkil bir dünya idi. Hayatın hemen hemen her alanının erkekler tarafından yoğrulduğu, hatta kadınlığın kendisinin bile erkekler tarafından tanımlandığı bir dünya.
“Kadın, keyif veren fakat kısa ömürlü bir çiçek,
İş için fazlasıyla narin ve iktidar için fazlasıyla zayıf:
Ya zincirli bir eş ya da farkedilmeyen bir hizmetçi;
Hor görülür, çirkinse; aldatılır, güzelse.
Yalnız servettir tek başına can verir zerafetine,
Ve coşku taşır onun besili yüzüne.”
Kadınların işgücüne katılımı bu dünyayı ve bu dünyayı besleyen, ayakta tutan ne varsa onu, hukuku, dini, felsefeyi, kültürü, hepsini derinden sarstı; yeniden şekle soktu. Aslında son derece basit bir gözlemle başladı her şey: “La Femme naît libre et demeure égale à l’homme en droits.” Kadın özgür doğar ve sahip olduğu haklarda erkekle eşittir, eşit kalır. Ardı, hayatın daha kapsamlı değişimi içinde, kadına her alanda yer açma, açılan alanlarda kadınların sayısını artırma ve o alanlarda erkeklerle her anlamda eşit olmalarını sağlamanın mücadelesi veya feminizm. Netice birbirini tetikleyen ve mümkün kılan altyapı ve üstyapının katmanları arasındaki karşılıklı etkileşimler ve bu etkileşimlerin yarattığı dönüşümler. Bugün yaşadığımız dünyayı yoğuran ve yoğurmaya devam eden dönüşümler.
Pekala, olan hayatın kadınsılaşması mı? Mezkur tez değişmeyen bir erkeklik ve kadınlık özü olduğu temel varsayımına dayanmakta. Tarihin derinliklerinde şekle giren ve o zamandır sabite kalan bir öz. “Wokeness (uyanıklık)” mesela, aslında o sabite kadınlık özünün hayata yansıması. Amerikalı yazar Helen Andrews’in diliyle… “Bugün ‘wokeness’ olarak düşündüğün her şey aslında dişil olanı eril olana öncelemektir: empatiyi rasyonaliteye, güvenliği riske, kenetlenmeyi rekabete.” Daha meşhur bir formülasyonla. Erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten. Cinsiyetler arasında bu temel farklılaşmanın kökeni önemsizdir aslında. Tanrı öyle yaratmış da olabilir, insanlık tarihinin en uzun dönemi avcılık ve toplayıcılık döneminin kalıntısı da. Netice aynıdır. Hayat aynı zamanda cinsiyetler arası bir mücadeledir ve olan, kazananın hayatı kendi değişmeyen özü ile uyumlu olacak şekilde yeniden inşa etmesidir.
İtiraz, sabite özün iş başında olduğuna… Öyle bir öz var mı? Genetik/biyolojik sebeplerle var olsa bile tam olarak içeriği ve sınırları bilinebilir mi? Daha makulü, iki farklı sabit özün varlığı varsayılsa bile, insanın sadece biyolojik bir varlık olmadığının kabulü. En güçlü biyolojik dürtüleri bile iradesi ile yönlendirebildiğinin, hatta bastırabildiğinin kabulü. Ve materyal temel üzerine devasa bir yapı inşa edebildiği, sonra o kendi inşa ettiği yapı ile uyumlu davranabildiği. Kadınlığın ne olduğu, erkekliğin ne olduğu, çok büyük oranda işte insanlığın o inşa ettiği yapının ürünü olduğu. Siyasi, iktisadi ve kültürel güç mücadelelerinin seyrine göre şekil alan o üst yapının.
O üst yapının değişimi ve dönüşümünün sebep ve sonuç ilişkiler zincirini de kapsayan hikayesi çok daha karmaşıktır. Kadınların işgücüne artan katılımının neticesi olarak işgal ettikleri alanlarda kendi özlerini dikte ettirmesi olarak özetlenebilecek hikayeden daha karmaşık. Son iki yüzyılın, hatta beş yüzyılın, kapsamlı değişim, dönüşüm ve devrimlerini de içeren devasa bir modernite/post-modernite hikayesidir o. Günümüzün “wokeness”ının da, “prenses erkeklik”inin de ve her daim yeniden ve daha farklı tanımlandığına şahit olduğumuz cinsiyet rollerinin de parçası olduğu hikaye.

