İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne ilişkin son gelişme, yalnızca bir üniversitenin idari yapısına yönelik teknik bir işlem değil, Türkiye’de yükseköğretim özerkliğinin geleceğini tartışmaya açan kritik bir dönemeçtir. Hukuki açıdan kayyım kararı doğrudan üniversiteye yönelik değil, üniversite kurucu vakfı olan Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı için verilmiştir. Ancak Yükseköğretim Kanunu’nun Ek Madde 11 hükmü gereği, kurucu vakfa kayyım atanması halinde mütevelli heyet başkanı ve üyeleriyle birlikte “tüm yöneticilerin” görevleri de kendiliğinden sona ermektedir.
Bu nedenle karar, fiilî olarak üniversitenin yönetimini doğrudan etkilemiş; kamuoyunda “Bilgi Üniversitesi’ne kayyım atandı” algısı doğmuştur. Bu algı tesadüf değildir, çünkü sonuçları itibarıyla üniversite özerkliği ve akademik işleyiş üzerinde doğrudan etkiler yaratmaktadır.
Kayyımın Hukukî Çerçevesi
Vakıflar için kayyım müessesesi, Türk Medeni Kanunu’nun 101–117. maddeleri ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda düzenlenmiştir. Vakıfların gözetim ve denetim yetkisi, esasen Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir. Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi, “telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilecek hallerde” vakıf yönetiminin geçici olarak görevden uzaklaştırılmasını ve mahkeme kararıyla kayyım tarafından yönetilmesini mümkün kılar. Dolayısıyla Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı’na kayyım atanması, bu düzenlemenin doğal bir sonucudur.
Ancak vakıf üniversiteleri söz konusu olduğunda, mesele yalnızca bir vakfın yönetimsel işleyişi olmaktan çıkar. Çünkü vakıf üniversiteleri, devletin gözetimi altında, kamu yararına faaliyet yürüten özel yükseköğretim kurumlarıdır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ek 10. maddesi, bu kurumların mali, idari ve akademik denetimini doğrudan YÖK’e bırakır.
Bu noktada vakfa kayyım atanması yargının yetkisindedir, ancak bu kayyım kararının üniversitenin tüm yönetim mekanizmasını ortadan kaldıracak sonuçlar doğurması 2547 sayılı Kanun’un öngördüğü çerçeveyle uyuşmamaktadır.
Ek Madde 11 ve “Tüm Yöneticiler” Sorunu
Yükseköğretim Kanunu’nun Ek Madde 11 hükmü, kurucu vakfa kayyım tayin edildiğinde mütevelli heyetin yanı sıra “tüm yöneticilerin” görevlerinin kendiliğinden sona ereceğini belirtir. Ancak bu hükümdeki “tüm yöneticiler” kavramı kanunda tanımlanmamıştır. Dar bir yorumla bu kavram yalnızca rektör ve rektör yardımcılarını kapsar. Geniş yorum ise dekanlardan enstitü müdürlerine, genel sekreterden koordinatörlere kadar uzanan tüm idari ve akademik kadroyu içine alabilir. Bu belirsizlik, hem ölçülülük hem de hukuki güvenlik ilkeleri açısından ciddi sorunlar doğurur.
Eğer geniş yorum benimsenirse, bir gecede üniversitenin bütün yönetim kadrosu boşalır. Bu yalnızca idari bir kriz değil, aynı zamanda akademik işleyişin de felç olması anlamına gelir. Oysa dar yorum, kayyım müessesesinin amacına daha uygundur: mütevelli heyet ve rektörlük makamının tasfiyesiyle sınırlı sonuç doğurmak.
Geçmiş Örnekler
• Haliç Üniversitesi (2016): Yükseköğretim Genel Kurulu 12.05.2016 tarihli oturumunda Haliç Üniversitesine ilişkin olarak, “Vakıf yükseköğretim kurumlarının eğitim öğretim ile idari, mali ve ekonomik faaliyetlerinin gözetim ve denetimi ile inceleme ve soruşturma faaliyetlerine kasten engel olunması” fiilinin işlendiği gerekçesiyle (Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği madde 25/d), üniversite yönetiminin garantörü İstanbul Üniversitesi tarafından geçici olarak devralınmasına ve bir yıl süreyle yürütülmesine karar vermiştir. Diğer bir ifade ile Haliç Üniversitesinin faaliyet izninin geçici olarak durdurulmasına karar vermiştir. Burada kritik nokta, kararın YÖK tarafından alınmasıdır.
• Olağanüstü Hal Dönemi (2016): 21 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL döneminde çıkarılan 667 sayılı KHK’nın 2/1-ç maddesi uyarınca 15 vakıf üniversitesi kapatılmıştır. Bu kurumlar hakkında detaylı değerlendirme, bu yazının kapsamı dışında olmakla birlikte, yükseköğretim tarihindeki kapatma uygulamalarının en geniş ölçekli örneğini teşkil etmektedir.
• İstanbul Şehir Üniversitesi (2020): 30 Haziran 2020 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı uyarınca; Kurucu vakfına kayyım atanan ve garantör üniversitesi tarafından yapılan denetimler sonucunda mevcut mal varlığıyla eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdüremeyeceği tespit edilen ve bu durumu Yükseköğretim Kurulunca onaylanan İstanbul Şehir Üniversitesinin faaliyet izninin kaldırılmasına 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 11 inci maddesi gereğince karar verilmiştir. Karar, garantör üniversite denetimi → YÖK onayı → Cumhurbaşkanı işlemi zinciriyle vakıf üniversitelerinin kapatılabilmesine dair somut bir örnek teşkil eder.
Bu örnekler, İstanbul Bilgi Üniversitesi kararını benzersiz kılmaktadır. Çünkü Bilgi Üniversitesi’nde YÖK’ün değil, doğrudan bir mahkemenin kayyım kararıyla süreç başlamış ve üniversite yönetimi kendiliğinden tasfiye edilmiştir.
Garantör Üniversite Kurumu
Vakıf üniversiteleri, bir devlet üniversitesine “garantör” olarak bağlanır. Bu kurumun amacı, faaliyet izninin geçici olarak durdurulması veya kaldırılması hâlinde öğrencilerin eğitimlerinin aksamadan sürdürülmesini sağlamaktır. Nitekim Haliç Üniversitesi sürecinde İstanbul Üniversitesi, Şehir Üniversitesi sürecinde ise Marmara Üniversitesi garantör üniversite olarak devreye girmiş; böylece öğrencilerin mağduriyet yaşamadan eğitimlerine devam etmesi mümkün olmuştur.
İstanbul Bilgi Üniversitesi bakımından garantör üniversite Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’dir. Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta şudur: garantör üniversitenin devreye girmesi, yalnızca YÖK tarafından alınacak bir faaliyet izninin geçici olarak durdurulması veya kaldırılması kararı ile mümkündür. Bugüne kadar Bilgi Üniversitesi bakımından böyle bir karar alınmamıştır. Dolayısıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin sürece müdahil olması söz konusu değildir. Eğer ileride YÖK böyle bir karar alırsa, işte o zaman garantör üniversite devreye girecek ve öğrencilerin eğitimlerinin aksamadan sürdürülmesini sağlamakla yükümlü olacaktır.
Sonuç
Kayyım uygulamasının üniversiteler açısından en kritik sonucu, akademik özerklik üzerindeki etkisidir. Üniversite, yalnızca bir tüzel kişilik ya da yönetim organı değil; bilimsel üretimin, toplumsal hafızanın ve kurumsal kültürün merkezidir. Kurucu vakfa kayyım atanmasıyla birlikte mütevelli heyetin ve yöneticilerin görevden alınması, üniversitenin özerkliğini doğrudan tehdit etmektedir. Dahası, “tüm yöneticiler” kavramındaki belirsizlik, öğretim üyeleri ve öğrenciler açısından öngörülemez bir ortam yaratmaktadır. Bu durum hukuki güvenlik ilkesini zedeler, yükseköğretimde istikrarı ve öngörülebilirliği ortadan kaldırır.
İstanbul Bilgi Üniversitesi ile ilgili gelişen olaylar, Türkiye’de yükseköğretim özerkliğinin kırılganlığını bir kez daha ortaya koymuştur. Hukuken vakfa kayyım atanmasıyla başlayan süreç, üniversitenin tüm yönetim kadrosunun tasfiyesiyle sonuçlanabilecek niteliktedir. Kamuoyunda “üniversiteye kayyım atandı” algısı doğmuştur. Bu algı, fiilî sonuçları itibarıyla doğrudur.
Kayyım müessesesi vakıf tüzel kişiliğini korumak için öngörülmüş olabilir; fakat üniversitenin akademik ve idari işleyişini felce uğratacak şekilde genişletilmesi, ölçülülük ve özerklik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hükmün dar yorumlanması, yalnızca mütevelli heyet ve rektörlük makamıyla sınırlı sonuç doğurması gerekir. Aksi halde üniversiteler, yalnızca mali ya da idari krizlerle değil, siyasal atmosferin yarattığı baskılarla da yönetimlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Ve bu risk, yalnızca bir kurumun değil, Türkiye’de yükseköğretim sisteminin tamamının geleceğini tehdit etmektedir.