Türkiye’nin siyasi hafızasında 1970’lerin özel bir yanı vardır. Bir yandan toplumun yoğun politize olduğu bir dönem yaşanırken diğer yandan, sonradan “sağ-sol çatışması” diye kodlanan siyasi şiddet ortamının yükseldiğine tanıklık ederiz. Bu dönemde siyaset yapmış veya siyasetle tanışmış kadrolar çok uzun süre Türkiye siyasetine de damga vurdu.
Fakat takvimler 2025’i göstermişken zamanı durdurup baktığımızda Türkiye siyasetine hem kişilik hem de anlayış olarak hâlâ 1970’lerin siyasetinin hakim olduğunu görüyoruz. 1980’lerde ve 1990’larda siyaset yapmış kadrolar sahneden çekilirken 1970’ler jenerasyonunun hala etkin olması durup düşünülecek bir şey. Türkiye’nin bu jenerasyon değişiminin gerçekleştirememesi siyasetin doğal dönüşüm sürecini de tıkıyor.
1970’lerde Ne Oldu?
AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan 1970’li yıllarda Milli Türk Talebe Birliği ve sonrasında Milli Selamet Partisi saflarında siyasete adımını attı. MHP lideri Devlet Bahçeli Ülkü Ocaklarının kuruluşunda yer aldı ve 1970’ler boyunca aktif siyasi hayatın içinde oldu. Bahçeli’nin sınıf arkadaşı Kemal Kılıçdaroğlu 1971 yılında Maliye Bakanlığı’na girdi ve 70’lerin siyasi atmosferinde yetişti. Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan da PKK’yı 1978 yılında kurdu ve daha öncesinde zaten siyasi atmosferin içindeydi.
Bu dört lider şu an Türkiye siyasetinin dümeninde. Kılıçdaroğlu dümenden indirilmesine rağmen tekrar Genel Başkanlık için etik dışı bir mücadele yürütüyor. Geçtiğimiz 10-20 yıllık süreçte de bu kadro siyaseti yönetiyordu. Buna karşın 1980’lerde özellikle ANAP ile sahneye çıkan siyasi kuşak tamamen silindi. 1990’larda televizyon ekranlarından inmeyen siyasetçilerden ise bugün kimse kalmadı. Bu şüphesiz yaş anlamında bir jenerasyon değişimi gereğiydi. Ancak 80’ler ve 90’larda siyaset yapanlar sahneden inmişken 1970’lerin kuşağı siyasilerin hakim olmasında şaşırtıcı bir durum var.
Burada sadece kuşaksal bir analizin yanında siyaset anlayışını da ele almak gerekiyor. 1970’lerdeki siyasi atmosfer büyük çalkantılarla şekillenmişti. 12 Mart 1971 muhtırası ile 1960’ların nispeten stabil siyasi gidişatı son bulmuş; 1968 hareketi ile hızlanan sol hareketler yükselmeye başlamış; alternatif siyasi hareketler olan İslamcılık ve Ülkücülük oy oranı olarak olmasa da siyaseti etkilemeye başlamıştı.
1970’ler kullanılan kelime tercihinden giyim kuşama ve polislerin üye olduğu sendikalara kadar her şeyin politikleştiği bir dönemdi. Bu dönemde üniversiteler güvenli görülmediği için pek çok kişi okulu bırakmış; sokakların güvenliği kalmadığı için sosyal hayat çöküşe geçmiş ve siyasi şiddet adeta olağan hale gelmişti. Dolayısıyla Türk insanının hafızasında 70’ler ve karmaşa, hatta dönemin jargonu ile konuşursak anarşi fazlasıyla yer etmiştir.
12 Eylül 1980 darbesine kadar süren bu dönemde en öne çıkan konulardan biri de siyasi kutuplaşma pratikleri idi. Karşı tarafın düşman olarak gösterilmesi, siyasilerin toplumu elitler ve gerçek halk olarak bölmesi ve kamuda kadrolaşma savaşı; bize bugünlere miras olarak kalan ve popülizmin yükselişi ile tanıklık ettiğimiz gerçekliğin o dönemde başladığının bir işareti olsa gerek.
Bugün siyasi okur yazar kitle, belediye başkanları ve siyasetçilerin başka partilere geçerek saf değiştirmesini şaşırarak izliyor. Kürt siyasi hareketinin tamamen sistemden dışlanmışken birkaç gün içinde MHP ile aynı yola girmesi de şok edici bir gelişme. Siyasi görüşünü beğenmediği birini terörist ya da vatan haini ilan etmek de yaygın ama bir o kadar da nobran bir hareket olarak görülüyor.
Buna karşın 70’lerde CHP ve Milli Selamet Partisi’nin koalisyon kurması bugünkü siyasi kuşağın şaşırdığı ilk şey olabilir tabii. Ya da Güneş Motel olayında saf değiştiren milletvekillerini hatırlayan 70’ler kuşağı, bugünkü değişimleri normal karşılıyordur belki, kim bilir?
Tamam mı Devam mı?
Türkiye’yi son 15-20 yıldır yöneten ve siyaseti 70’lerde öğrenen bir avuç lider, o dönemde edindikleri tecrübe ve pratikleri siyasi hayatlarında uyguladılar. Bu pratikler kendilerini ayakta tutarken Türkiye’yi aşağı sürükledi. Bunun yanında bir zamanlar genç nüfusu olan ama giderek yaşlanan Türkiye’nin yöneticileri ile artan yaş farkı, toplumla liderler arasında da büyük bir boşluk yarattı. Liderleri takip ederek bu boşluğa düşen ve yaşı gereği hiçbir kalıba sığmaması gereken genç kitleler ise “polise uzanan ellerin kırılmasını” diliyor ya da tüm geleceği karanlığa sürüklenirken en önemli derdi “Türkiyeli değil Türk” olmak…
Yani 70’lerden kalan siyasi lider kuşağı sadece somut varlık olarak değil siyasi anlayış olarak da o dönemi bugünlere taşıyor. Türkiye’nin ise yeni kuşaklara ihtiyacı var. Bu sadece bir siyasi insan kaynağı meselesinden çok zihinsel bir konu. 1970’lerin dünyaya bakışından bir an önce kurtulmalı ve Türkiye’nin taze sorunlarına taze çözümler üretmeliyiz.
Türkiye’nin yetişmiş insan kaynağı pek çok yeni lideri çıkaracak donanıma sahip, bundan kimsenin şüphesi olmasın.
70’lerden kurtulmak Türkiye’yi özgürleştirecek…