Türkiye iki kutuplu bir siyasete mahkum kaldı. Bir tarafta AKP ve iktidar partisi odağında siyaset üreten Cumhur İttifakı bloğu, diğer tarafta ise 6’lı masanın diğer 5 üyesini yutarak muhalefeti kendi bünyesinde toplayan CHP’e var. Türk siyasi hayatı son çeyrek asırda ciddi ölçüde dönüştü. Bu istenmeyen sonuç bir ölçüde bahsi geçen bozulmanın yansıması.
Öncelikle siyasi tercihlerin siyasi akımlarla ilgisi azaldı. Dünyadaki hakim eğilime paralel bir şekilde ideolojiler ve davaların siyasi davranışı yönlendirme gücünün bir hayli sınırlandığına tanıklık ettik. Büyük anlatıların çöküşü siyaseti yumuşattı. Artık çok az kişi bir fikri ölümüne savunuyor. Ama ideolojiden arındırılmış siyasetin fazlasıyla pragmatikleştiği de açıkça ortada. Siyasetin halkla ilişkiler etkinliğine indirgendiği, partilerin birbirine benzediği, politik etkinliğin temel motivasyon unsurunun kişisel menfaat haline geldiği bir ahlaksızlık çağını yaşıyoruz.
Tabii Türkiye’de bu eğilimi kesen başka güçlü bir zemin daha var. Siyasetin içinin boşaldığı doğru, ama aynı zamanda yaşam tarzları üzerinden katı bir kamplaşma da var. İnsanlar partilere değil, yaşam tarzlarına oy veriyor. Bu nedenle AKP ile CHP arasındaki oy geçişkenliği neredeyse hiç yok. Hangi yaşam tarzının parçası olduğunuz, desteklediğiniz lidere göre değişiyor.
İktidar bloğunun Erdoğan’ı var. Bu nedenle muhalefet ödünsüz bir şekilde Anti-Tayyipçi. Muhalefetin ise Erdoğan ayarında ikonik bir lideri yok. Ama tabii muhalif kesimlerin lidere ihtiyacı da yok. Atatürk pek çok kişinin gözünde ülkenin kurucu lideri değil, aynı zamanda iktidara duyulan tepkiyi ifade eden siyasi bir ayna. Atatürkçü olmak kendiliğinden bir şekilde siyasi iktidara karşı çıkmak şeklinde yorumlanıyor. En azından pek çok muhalif böyle düşünmekte ve hissetmekte. İzmir Marşının politik bir simgeye dönüşmesi ve Sivil Atatürkçülükteki bu yoğun ve yaygın siyasal sosyolojik mayalanmayı başka türlü izah etmemiz mümkün değil.
Başkanlık sisteminin bu ikili bölünmeyi teşvik ettiği yorumu da doğru. İktidar partisi ve onun karşısındaki en büyük muhalefet partisi siyasi rekabet sürecinde doğal olarak avantajlı. Ama başkanlık sistemi oyları kutuplarda toplarken bahsi geçen bölünmenin partilerle ilişkisi inişli çıkışlı bir seyir izliyor.
Erdoğan eskiden olduğu gibi seçim kazanmaya devam etmekte. Ama lideri olduğu parti sürekli bir şekilde mevzi kaybediyor. Bir zamanlar tek başına %50 alan AKP, bugün MHP ile birlikte ancak %40 alabiliyor. Muhalefette de benzeri bir türbülans var. CHP muhalif bloğun amiral gemisi olmaya devam ediyor. Ama özellikle 2023 sonrası koşullarda CHP’deki büyümenin iktidara karşı olmaktan çok muhalefetin kendi içindeki oy geçişlerinden kaynaklandığı gözlemliyoruz.
İkili bölünme karşısında kendi özerk gündemini koruyan tek blok ise Kürt hareketi. Bugün DEM’le temsil edilen yasal Kürt hareketi muhalefetin parçası. Ama Cumhuriyetin kuruluş felsefesine olan derin muhalefet onun Atatürkçü geniş çoğunlukla birleşmesini engelliyor. AKP ile Kürt hareketi arasındaki ilişkilerin ilk çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra sertleştiği olgusal bir gerçeklik olarak karşımızda durmakta. Ancak bugünkü ikinci çözüm süreci koşulları, Kürt hareketinin herkesle pazarlık edebileceği ve muhalif bloktaki konumunun konjonktürel olduğunu gösteriyor.
İkili yapının siyasette yarattığı yanılsama ve yozlaşmaya karşı merkezi yeniden inşa etmeye yönelik sayısız girişim oldu. DYP-ANAP birleşmesinden İyi Partinin 3. yol çıkışına kadar her adımın hüsranla sonuçlanması, ikili düzenden memnun olmayan siyasi elitlerin toplumsal yapıyla uyumlu yeni bir liderlik inşa etmedeki eksikliğine takıldı kaldı. Merkez sağı birleştirmeye kalkan mantık organik değildi. Eski liderler eski sözlerle çıktı vatandaşın karşısına. İyi Parti yeni bir kitle mobilizasyonu kurma noktasında daha başarılı oldu. Ama o da CHP’yle olan mesafeyi en baştan itibaren iyi ayarlayamadı. İyi Parti, AKP’ye, CHP’den daha fazla karşı oldu hep. Bu durum bir zamanlar ANAP ve DYP’ye oy vermiş sağ seçmenin, yani mevcut AKP seçmen kitlesinin ağırlıklı kısmının kendisine yönelmesini sınırladı. Ayrıca Erdoğan rejimine muhalif olmak muhalefet cephesinin en önemli motivasyon kaynağı olduğundan Akşener’in Kılıçdaroğlu CHP’sine karşı çıkma girişimleri AKP’ye hizmet etme şeklinde yorumlandı. Sonuç olarak İyi Partinin hikayesi AKP ile CHP arasında sıkışıp kaldı. Ne CHP’yi aşabildi İyi Parti ne de AKP’yle yarışabildi.
Geldiğimiz yer bakımından sistemdeki bloklaşmayı çözmek ve parti düzeninin yarattığı yozlaşmayla mücadele edebilmek için ideolojiye dönüş seçeneğini ciddi olarak tartışmamız gerekiyor. CHP’nin solunda ona göre daha sosyalist bir kitle partisine ihtiyacımız var. Belli günlerde Deniz Gezmiş romantizmi yapan, 1 Mayıs nutukları atan, ama iş rant kavgasına gelince her hangi bir kapitalist düzen partisinden farklı davranmayan Halk Partisi siyasetini sınırlamak ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Bu arada epey sayıda Atatürkçü CHP yönetiminden memnun değil. Parti siyasetini İmamoğlu ve belediye meselelerine hapsetmiş, başkanları tutuklansa da Çözüm Süreci Komisyonuna üye vererek AKP-MHP-DEM ittifakını destekleyen zihniyete karşı Kemalist bir karşı çıkış gerekli.
AKP için de benzeri bir tartışma yürütülmeli. Bir zamanlar Refah Partisini kitleselleştiren koşullar hala çok etkili. Bu ülkenin varoşlarında milyonlarca muhafazakar geçim sıkıntısı çekiyor. Onlara İslami anlamda sosyal adalet vadeden, bozuk düzene karşı çıkan, hakça paylaşım öneren bir siyaset diline ve yeni elitlere ihtiyacımız var.