Önce Bir Hikâye…
Sabahın erken saatlerinde şehrin kalabalık sokaklarından biri insanlarla dolup taşmaya başlamıştı. Çarşı esnafı kepenklerini açıyor, bankaların önündeki kuyruklar giderek uzuyordu. Ahmet, her zamanki gibi işine gitmek için aceleyle evden çıkmıştı. Elindeki çantasını sıkıca kavrarken, içindeki nakit paraya bir kez daha göz gezdirdi. Son zamanlarda banka işlemlerini artırmış, parasını değer kaybetmeden değerlendirebilmek için sürekli farklı yollar aramaktaydı. Ama her seferinde bu çaba ona zaman kaybettiriyor, ulaşım masraflarını artırıyor ve en önemlisi günün büyük bir bölümünü bu finansal endişelerle geçiriyordu.
Yüksek enflasyon, Ahmet gibi milyonlarca insanın hayatında gözle görülür değişimlere neden olmuştu. Para her geçen gün değer kaybederken insanlar ellerindeki nakdi mümkün olduğunca hızlı bir şekilde harcamaya çalışıyordu. Bankaların önündeki kuyruklar, ATM’lerde sık sık tükenen paralar ve alışveriş merkezlerinde uzun kasa sıraları, ekonomideki bozulmanın günlük hayata yansıyan en belirgin göstergelerindendi.
Karşıdaki manav, dükkânının önünde duran fiyat etiketlerini değiştiriyordu. “Daha sabah koyduğum etiketleri akşam tekrar değiştireceğim” dedi iç çekerek. “Biz fiyat belirlerken bile tedirginiz. Her gün yeni bir zam haberi geliyor.” Bu belirsizlik hem tüketiciler hem de işletmeler için ciddi bir problem haline gelmişti. Stok yapmak isteyenler yüksek fiyatlardan dolayı kararsız kalıyor, işletmeler ise sürekli değişen maliyetler karşısında kârlarını korumakta zorlanıyordu.
Özellikle düşük ve orta gelir grubundaki insanlar, günlük yaşamlarını idame ettirirken enflasyonun etkilerini daha derinden hissediyordu. Ahmet’in annesi, emekli maaşıyla market alışverişine çıktığında artık her adımını hesaplamak zorundaydı. “Daha geçen hafta aldığım pirinç bugün iki katına çıkmış” diye mırıldandı. Cüzdanındaki banknotları tek tek saydı, çünkü her geçen gün aldığı ürün miktarı azalıyor, torbaları hafifliyordu. “Artık her hafta markete gitmek yerine, haftalık alışverişi günlük yapıyorum. Böylece büyük meblağlar harcamadan idare edebiliyorum.” diyordu. Ancak bunun bir bedeli vardı: Her gün tekrar tekrar markete gitmek, zaman ve ulaşım maliyetleri anlamına geliyordu. İşte bu, ekonomide “ayakkabı eskitme maliyeti” olarak adlandırılan olgunun en somut örneklerinden biriydi.
Merkez bankasının aldığı faiz kararları, piyasalardaki hareketleri yönlendirmeye çalışıyordu. Ancak izlenen faiz politikası da yüksek enflasyonun yarattığı belirsizliği tam olarak ortadan kaldırmıyordu. Örneğin, mahallenin bakkalı tedarikçisinden mal almak için bir hafta beklediğinde, fiyatların daha da artacağını biliyordu. Bu yüzden, elindeki parayı hemen harcaması gerektiğini düşündü. “Eskiden peşin mal almak avantajlıydı, şimdi ise malı stokta bekletmek riskli hale geldi” diye içini çekti. Enflasyonun, ekonominin her katmanında yarattığı belirsizlik, işletmelerin uzun vadeli plan yapmasını neredeyse imkânsız hale getiriyordu.
Enflasyonun insanlara ve firmalara getirdiği bu ek maliyetler, dünya genelinde de benzer dönemlerde yaşanmıştı. Örneğin, 1920’lerde Almanya’daki hiperenflasyon sürecinde, insanlar maaşlarını aldıkları gün hızla harcamak zorunda kalmışlardı. Çalışanlar, maaşlarını almak için iş yerlerinden erken çıkmak zorunda kalıyor, alışveriş yapmak için uzun mesafeler kat ediyorlardı. 1980’lerin Latin Amerika’sında ise Arjantin ve Brezilya gibi ülkelerde enflasyon yüzünden insanlar günlük harcamalarını bile peşin yapamıyor, sürekli olarak fiyat artışlarını takip ediyorlardı.
Akşam olduğunda Ahmet, banka sırasından çıkıp eve dönmek için otobüse bindi. Gün boyunca yaptığı hesaplamalar, ödeyeceği faturalar ve markette harcadığı para aklında dönüp duruyordu. Her gün tekrar eden bu döngü, sadece maddi anlamda değil, zihinsel olarak da yorucuydu. Enflasyonun yarattığı bu görünmez maliyet, bireylerin yaşam kalitesini düşürmeye devam ediyordu.
Yüksek enflasyon süreci, sadece fiyat artışlarıyla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda bireylerin ve işletmelerin ekonomik kararlarını alırken karşılaştıkları zorlukları da katlanarak artırıyordu. Ayakkabı eskitme maliyetleri, modern dünyada fiziksel banka ziyaretlerinden dijital işlem maliyetlerine kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştı. Ekonomik istikrarın sağlanması için uygulanacak politikaların, bu tür dolaylı maliyetleri de göz önünde bulundurması gerekiyordu. Çünkü enflasyonun yalnızca fiyatlarla değil, insan hayatındaki küçük ama önemli detaylarla da ilgisi vardı.
Görünmeyen Maliyetlerde Artış
Türkiye 3 yılı aşkın süredir ekonomi bilimi açısından oldukça ilginç deneyimler elde ederken, 90’lı yılların Türkiye ekonomisine şahitlik etmiş olanların zihinlerinden kazınmayan enflasyon canavarı bugün de ağzından alevler saçmaya devam ediyor. Her ne kadar ekonomi yönetimi yaklaşık 1,5 yıl önce rasyonele geri dönmeye karar verdiğini deklare etmiş olsa da sürecin en başından bu yana ekonomistlerin büyük uyarılarına sebep teşkil eden yanlış adımların semptomlarını yaşamaya devam ediyoruz. Ekonomide gözlenen pek çok olumsuzluğun yanında belki kulağa en masum gelen, biraz da başlıkta şakayla karışık sorduğumuz ayakkabı eskitme maliyetleri ise bu olumsuzluklardan en uzun soluklu ve sinsi olanı.
Türkiye ekonomisindeki istikrarsızlıkların yol açtığı ayakkabı eskitme maliyeti, enflasyonist ortamın hanehalkı ve firmalar üzerindeki dolaylı etkilerini anlamak açısından kritik bir göstergedir. Literatürde “shoe-leather cost” olarak bilinen bu kavram, enflasyonun artmasıyla birlikte hanehalkı ve firmaların para tutma alışkanlıklarının değişmesini, daha sık banka ziyaretleri yapmalarını ve sonuç olarak zaman, enerji ve kaynak kaybı yaşamalarını ifade eder. Türkiye’de son yıllarda enflasyonun sürekli yüksek seviyelerde seyretmesi, yalnızca satın alma gücünü düşürmekle kalmadı, aynı zamanda ekonomide karar alma süreçlerini de zorlaştırdı. Bu bağlamda hem teorik açıdan hem de dünya örnekleri ışığında Türkiye’deki ayakkabı eskitme maliyetini analiz etmek, enflasyonun ekonomik yapıyı nasıl dönüştürdüğünü anlamak açısından önemlidir.
Maliyetler Artıyor, Verimlilik Düşüyor
Enflasyonun getirdiği belirsizlik ortamı, bireyleri daha sık nakit yönetimi yapmaya zorluyor. Özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde bireyler, paranın hızla değer kaybetmesi nedeniyle nakitlerini bankalarda tutmak yerine daha fazla harcama yapmaya yöneliyor. Ancak harcamalarını uzun vadeye yaymak veya mevduat tutmak isteyenler için, sık sık bankaya gidip para çekmek ve yönetmek kaçınılmaz hale geliyor. Bu durum, günlük hayatta zaman kaybına ve ulaşım gibi ek maliyetlere yol açar. Türkiye’de 1990’lı yıllarda ve 2001 krizinde de benzer şekilde gözlemlenen bu süreç, son yıllarda tekrar gündeme geldi. Yüksek enflasyon ortamında bireylerin ve şirketlerin artan nakit yönetimi ihtiyacı, zaman kaybı ve işlem maliyetlerini artırarak ekonomik verimliliği düşürüyor.
Firmalar açısından bakıldığında ise yüksek enflasyon ortamında nakit yönetimi daha karmaşıktır. Stok yönetimi ve tedarik zinciri planlamaları enflasyonist ortamda zorlaşırken, firmalar artan fiyat oynaklığı nedeniyle daha fazla finansal işlem yapmak zorunda kalır. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler, sermaye yapılarının enflasyona karşı daha kırılgan olması nedeniyle nakit akışını daha sık yönetmek durumundadır. Türkiye’de son dönemde artan POS cihazı kullanımı ve kredi kartı işlemlerindeki yükseliş, bireylerin ve firmaların nakit yönetimini nasıl sıklaştırdığını göstermektedir. Ancak bu durum, finansal sistemde ek işlem maliyetleri ve zaman kaybına yol açarak, toplam ekonomik verimliliğin düşmesine neden olmaktadır.
Yoksulluk ve İmkansızlıkların Paylaşımı da Eşit Değil
Türkiye’de ayakkabı eskitme maliyetini artıran en önemli unsurlardan biri de finansal araçlara erişim farklılıklarıdır. Büyükşehirlerde yaşayan bireyler ve faaliyet gösteren firmalar, dijital bankacılık olanakları sayesinde enflasyonist ortamda nispeten daha kolay finansal yönetim yapabilirken, Anadolu’nun birçok bölgesinde bankacılık altyapısının kısıtlı olması, bireylerin fiziksel olarak banka şubelerine gitme zorunluluğunu artırır. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayanlar, yüksek enflasyon nedeniyle artan nakit ihtiyacını yönetmek için uzun mesafeler katetmek zorunda kalmakta, bu da ulaşım maliyetlerini yükseltmektedir. Benzer durumlar, Latin Amerika’daki kırsal bölgelerde de gözlemlenmişti. Örneğin Brezilya ve Arjantin’de kırsal kesimlerde yaşayan bireylerin bankalara ulaşmak için uzun mesafeler katetmesi, enflasyonist maliyetleri daha da artırır.
Sonuç olarak, Türkiye’de ekonomik bozulmanın yol açtığı ayakkabı eskitme maliyeti hem bireylerin hem de firmaların günlük faaliyetlerinde önemli bir yük oluşturur. Enflasyonun yol açtığı işlem maliyetleri, zaman kaybı ve ek ulaşım harcamaları, ekonomik verimliliği düşürerek toplam refah seviyesini olumsuz etkiler. Dünya genelinde yüksek enflasyon deneyimi yaşamış ülke örnekleri, Türkiye’de de benzer maliyetlerin oluştuğunu ve oluşmaya devam edeceğini bize gösteriyor. Bu bağlamda, enflasyonun kontrol altına alınması, finansal sistemin güçlendirilmesi ve dijital bankacılığın yaygınlaştırılması, ayakkabı eskitme maliyetini azaltmak için kritik öneme sahiptir. Ancak enflasyonun yapısal nedenleri çözülmediği sürece, bu maliyetlerin hanehalkı ve firmalar üzerindeki yükü artmaya devam edecektir.
Sizin de Ayakkabınız Eskiyorsa… Neydi Bu Yapısal Reformlar?
Türkiye’de enflasyonun gündem olmaktan çıkması ve uzun vadede ekonominin büyüme ve istihdam yaratma kapasitesinin korunması için belirli yapısal reformların hayata geçirilmesi zorunludur. Aksi takdirde, ekonomik verimlilik düşüşü kaçınılmaz olacak ve Türkiye’nin rekabet gücü zayıflayacaktır.
Bu kapsamda, ilk olarak Merkez Bankası bağımsızlığının sağlanması ve güçlendirilmesi gelir. Para politikalarının siyasi müdahalelerden bağımsız yürütülmesi sağlanmalı, enflasyon hedeflemesi çerçevesinde şeffaf ve öngörülebilir karar alma mekanizmaları oluşturulmalıdır. Merkez Bankası’nın faiz politikalarının fiyat istikrarını sağlamaya yönelik olması güveni artıracaktır.
İkinci olarak, mali disiplinin sağlanması büyük öneme sahiptir. Kamuda harcama verimliliği artırılmalı, bütçe açığını sürdürülebilir seviyelerde tutacak önlemler alınmalı ve dolaylı vergilere aşırı bağımlılık azaltılmalıdır. Böylece bütçe dengesinin korunması sağlanarak enflasyonist baskılar hafifletilebilir.
Üçüncü olarak, üretken yatırımların teşvik edilmesi gereklidir. Katma değeri yüksek sektörlere yönelik teşvikler artırılmalı, sanayi politikaları uzun vadeli bir perspektifle ele alınmalı ve özellikle enerji bağımlılığını azaltacak yatırımlara öncelik verilmelidir. Bu sayede arz yönlü enflasyon baskıları hafifletilebilir.
Dördüncü olarak, tarım ve gıda arz güvenliği stratejisi oluşturulmalıdır. Tarım sektöründe modernizasyon sağlanmalı, kooperatifleşme desteklenmeli ve gıda fiyatlarında oynaklığın azaltılması için stok yönetimi güçlendirilmelidir. Özellikle temel gıda maddelerinde yerli üretimi artıracak politikalar öncelikli hale getirilmelidir.
Son olarak, hukukun üstünlüğü ve yatırım ortamının iyileştirilmesi enflasyonla mücadelede kritik rol oynamaktadır. Yatırımcı güveninin artırılması için hukuk sisteminin öngörülebilirliği sağlanmalı, mülkiyet hakları korunmalı ve finansal piyasalara yönelik düzenlemeler uluslararası standartlarla uyumlu hale getirilmelidir.
Bu reformlar, Türkiye ekonomisinin sürdürülebilir bir şekilde büyümesini sağlamakla kalmayıp aynı zamanda uzun vadede enflasyonun yapısal bir sorun olmaktan çıkmasına katkı sağlayacaktır.