ABD’nin 47. Başkanı Donald Trump göreve başlayalı yaklaşık 1 ay oldu. Trump’ın önündeki dört yıllık dönem içinde çalışmak istediği isimlerden seçtiği kabinesi, Kongrenin iki kanadından biri olan Senato (Cumhuriyetçi çoğunluklu) tarafından onaylanıyor. Bu yazıda Trump’ın kabine için seçtiği bazı isimleri yakın mercekten inceleyip ABD hükümetinin dört yıl içinde uluslararası belli başlı konularda nasıl pozisyon alacağıyla ilgili fikir sahibi olmaya çalışacağız.
Dışişleri Bakanı: Marco Rubio
Aslen hukukçu olan Rubio, siyasi kariyerine 2000’de Florida Temsilciler Meclisinde başlasa da yıldızının parlaması 2010 ara seçimlerinden sonra Florida eyaletinden ABD Senatosuna girmesiyle mümkün oldu.
Oğul Bush döneminde adını sıkça işittiğimiz neo-conservative (yeni muhafazakar) görüşe yakınlığıyla bilinen Rubio; o dönem ABD’nin Ortadoğu coğrafyasına olan müdahalelerini desteklemiş, daha sonra Obama döneminde kapatılması gündeme gelen ancak Kongreden gelen baskılar nedeniyle kapatılmayan Guantanamo Hapishanesi’nin açık kalması gerektiğini savunan muhafazakar senatörlerden birisi olmuştu.
Rubio daha sonra 2016 başkanlık seçimleri için parti içinde aday olduğu süreçte Irak’ın işgali ile ilgili, “ülkede kitle imha silahlarının bulunmadığı bilinseydi savaşı desteklemeyeceğini ve Başkan George W. Bush’un da bunu yapmayacağını” söyledi. Mart 2003’te Irak’ın işgal edilmesine en büyük gerekçe olarak, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde de ifade ettiği gibi, Saddam Hüseyin’in elinde bulunduğu düşünülen kitle imha silahları gösterilmişti. Ancak işgalden sonra bu iddianın yanlış bir istihbarata dayandığı ortaya çıkmıştı.
2014’te Ukrayna’daki gösterilerle beraber AB-NATO karşıtı Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç Rusya’ya kaçmış, Kiev’de hükümet değişmiş ve ardından Putin Kırım’ı işgal etmişti. Hatta Rusya bu işgali sebebiyle dünyanın büyük ekonomilerinin oluşturduğu G-8 topluluğundan çıkarılmıştı. İşte Putin’e karşı bu baskı ortamında ABD Senatosunda Moskova’ya karşı yaptırım uygulama ve Ukrayna’ya destek verilmesi ile ilgili en çok boy gösteren isimlerden biri Cumhuriyetçi Marco Rubio olmuştu.
Geçtiğimiz günlerde Rus yetkililerle Suudi Arabistan’da bir araya gelerek Ukrayna’daki durumun çözümü için görüşen Rubio, Avrupa’nın bir noktada müzakere sürecine dahil olacağını ve Ukrayna’nın da onayı olacak bir planı hayata geçireceklerini ifade etti. Başkan Trump’ın bölgedeki ateşkes için aceleci davranması ve Zelenski’yi savaşın sorumlusu olarak gösterip Putin’e sıcak mesajlar vermesi,Ukrayna ve Avrupa’nın geri kalanını ürkütse de, Dışişleri Bakanı Rubio Trump’a kıyasla daha müzakereye açık bir izlenim veriyor.
2016’da Cumhuriyetçi Parti içindeki ön seçim sürecinde Donald Trump’ın iki devletli çözüme sıcak bakmamasına rağmen İsrail-Filistin arasında taraf tutmadan “dürüst arabulucu” olabileceğini söylemesi üzerine rakibi Marco Rubio, Trump’ı sert şekilde eleştirerek Filistin yönetimini terörist olarak nitelemiş ve daima İsrail’in yanında bulunacağını belirtmişti.
Trump, arabulucu rolünü ilk döneminde büyükelçilik binasını Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyarak bırakmış ve ikinci dönemine giderken de İsrail’in Filistin’deki sınırsız şiddetine destek vermişti. Bu anlamda yeni dönemde kendisi gibi sınırsız İsrail destekçisi bir ismi Dışişleri Bakanlığı için tercih etmesi, Rubio’nun geçmişteki transatlantik politikalara bakışına kıyasla daha anlaşılabilir gözüküyor. İki isim de uzun süredir Ortadoğu’da bir Filistin varlığı istemiyor.
Floridalı Marco Rubio, Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduğu gün -20 Ocak- Senatoda oy kullanan herkesin oyunu alarak Dışişleri Bakanı seçildi. 100 üyeli Senato içinden 99’unun oyunu alan Rubio’nun Demokratları ikna ettiğini buradan anlıyoruz.
Geçmiş hükümetlerde Dışişleri Bakanı olacak kişilerin Senatoda onaylanma oranlarına bakacak olursak şaşırtıcı bir şekilde bu alanda iki parti arasındaki uyumun en fazla bu dönemde olduğunu görebiliriz. 24 yıl aradan sonra bir Dışişleri Bakanı ilk defa Senatoda fire vermeden destek alarak seçilmiş oldu. En son 2001’de Bush’un adayı Colin Powell oy birliğiyle göreve gelmişti. İşte aradaki dönemde Dışişleri Bakanlarının Senatodan aldıkları oylar :
2021 – Biden dönemi Antony Blinken : 78 Onay – 22 Ret
2017 – Trump dönemi Rex Tillerson : 56 Onay – 43 Ret
2013 – Obama dönemi John Kerry : 94 Onay – 3 Ret
2009 – Obama dönemi Hillary Clinton : 94 Onay – 2 Ret
2005 – Bush dönemi Condoleezza Rice : 85 Onay – 13 Ret
Ulusal İstihbarat Direktörü: Tulsi Gabbard
11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından Merkezi İstihbarat Direktörlüğünün ardılı olarak 2004’te kurulan Ulusal İstihbarat Direktörlüğü; CIA’den FBI’ya, NSA’den DIA’ye kadar istihbarat faaliyetinde bulunan tüm ABD merkezli kuruluşlar ve ABD ordusundan sorumludur. Bu organizasyonların yetkilileri Ulusal İstihbarat Direktörü ile elindeki bilgileri paylaşmakla mesuldür. Önceden CIA direktörünün aynı zamanda Merkezi İstihbarat Direktörü olduğu iklimde ülkenin yeteri kadar güvenli olduğunu düşünmeyen Bush yönetimi, 11 Eylül sonrası dönemde Kongreden güvenlik kaygısıyla özgürlükleri kısıtlayan pek çok yasanın geçtiği o dönemde böyle bir değişikliğe de imza atmıştı. DNI yani Ulusal İstihbarat Direktörlüğü ABD’nin en kilit pozisyonlarından biri olarak var edilmişti.
Böylesine önemli bir kurumun başına atanan Tulsi Gabbard ilklere imza atmış bir isim. 2002’de çok genç yaşta (21) Pasifik Okyanusu’nda bulunan küçük ada eyaleti Hawaii’de eyalet meclisine girerek en genç üye olmuştu. 2012 seçimlerinde Hawaii’den Temsilciler Meclisine seçilen Gabbard, Kongrede görev alan ilk Samoalı Amerikan idi. O yıllarda bir Demokrat olan Gabbard, yıllar sonra Demokrat Parti’den neden istifa ettiğini açıklarken “partinin -kendisinin üyesi olduğu- 2000’lerin başında ifade özgürlüğüne ve farklı fikirlere önem veren büyük bir çadır olduğu, ancak zaman içinde bu özgürlükçü ve çoğulcu atmosferin yok olmaya başladığını” söyledi.
Özellikle Biden dönemini sansürcü olmakla itham etti ve birtakım savaş heveslisi “woke”ların partiyi ele geçirdiğini iddia etti. Kendisi de eskiden Ortadoğu’da asker olarak görev yapan ve daha sonra yarbaylığa terfi eden Gabbard’ın bu açıklamaları oldukça enteresan.
Gabbard’ın, hem Demokratların ifade özgürlüğü konusundaki eksikliklerinden dem vurup hem de bayrak yakma eyleminde bulunanlara hapis cezası vereceğini vaat eden ve aynı zamanda Filistin’deki soykırımı protesto etmek için gösteride bulunan yabancı uyruklu öğrencileri sınır dışı edeceğini duyuran Trump yönetiminde görev yapması son derece gülünç ve çelişkili bir durum.
Taze bir Cumhuriyetçi olan Gabbard, Cumhuriyetçi Parti’nin yıllar içinde geçirdiği değişime uyum sağlayan birisi olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde eleştiri oklarını Zelenski’ye yöneltmiş vaziyette. Ülkesindeki muhalifleri zehirleyerek ortadan kaldıran ve şaibeli seçimlerle çok uzun yıllardır Rusya’nın başında kalan Putin’e değil de bağımsız olduğu günden beri özgür seçimlerin düzenlendiği ve iktidar değişiminin dinamik olduğu Ukrayna’nın devlet başkanına ‘yozlaşmış otokrat’ yakıştırması yapan Gabbard, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali boyunca ortaya atılan Moskova kaynaklı pek çok komplo teorisinin de ABD’deki savunucusu oldu.
Geçmişte Suriye’nin eski Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı ziyaret eden ve onun ABD’ye bir tehdit oluşturmadığını, aksine muhalefetteki radikal İslamcıların büyük bir tehlike olduğundan söz eden Gabbard; Türkiye’yi de dönemin Suriye muhalefetine verdiği destekten ötürü sert sözlerle eleştirmişti. Gabbard’ın ağzından Türkiye lehine pek bir açıklama çıkmasa da en önemlisi Kongre üyesiyken Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkarılması gerektiğini ifade etmesiydi.
Trump tarafından ismi açıklandığından beri ABD’nin tarihsel müttefiklerine karşı hırçın tutumu ve keskin çıkışları sebebiyle tepkilerin odağında olan bu isim, 12 Şubat’taki oylamada Senatodan da kıl payı seçildi (52 Onay – 48 Ret) ve eski partisinden destek görmedi. Gabbard bu haliyle, ABD tarihinde Senatoda bu mevkiye aday olup en az oy farkla seçilen isim oldu.
Savunma Bakanı: Pete Hegseth
Senatodan en tartışmalı şekilde geçen isim Trump’ın Savunma Bakanlığı için aday gösterdiği Pete Hegseth oldu. Hegseth, başta Senatonun bir önceki dönemde azınlık lideri olan 40 yıllık Cumhuriyetçi senatör Mitch McConnell olmak üzere, birkaç Cumhuriyetçi ve bağımsız ismin 24 Ocak’taki oylamada ret oyu vermesi, ancak halihazırda Senato Başkanı olan Başkan Yardımcısı J. D. Vance’in onay oyu vermesi sayesinde bir kişilik oy farkıyla göreve seçildi.
2000’li yıllarda Irak ve Afganistan’daki savaşlarda asker olarak yer alan Hegseth, 2008’de Cumhuriyetçi aday McCain’i destekleyip Demokrat aday Obama’yı asker çekme vaadinden ötürü eleştirmiş, 2012 seçimlerine giden yolda ön seçimde adaylığa oynasa da çeşitli imkansızlıklardan ötürü kısa sürede geri çekilmişti. Sonraki yıllarda ise Cumhuriyetçilere yakınlığıyla bilinen Fox kanalında sunuculuk yapmış bir isimdi.
Hegseth’in neden Senato’dan bu kadar güç şekilde onaylandığına gelecek olursak, kendisi kamuoyunda dini aşırılık yanlısı görüşleriyle bilinen bir isim. Yetmezmiş gibi sicili de hayli kabarık. Kadınların muharebe alanlarında görev yapmaması gerektiğini savunan Hegseth’in yine kadınların oy hakkının olmaması gerektiğini söylediği de iddia ediliyor. Eski eşine tacizde bulunduğu ve alkol bağımlılığı olduğu da iddialar arasında.
2020’de George Floyd gösterileri tüm ülkeye yayılmışken eylemcilere karşı askeri güç kullanılması gerektiğini destekleyen Hegseth; aynı yıl yapılan başkanlık seçimlerinden önce Demokratların seçimi kazanması halinde iç savaş çıkacağını iddia etmiş, iç düşman olarak tanımladığı solcularla bir Hristiyan muhafazakar olarak mücadele edeceğini söyleyerek halkı kışkırtmıştı.
Müslümanları varoluşsal bir tehdit olarak gören Pete Hegseth, Trump’ın ilk döneminin son günlerinde çıkardığı affın kapsamına Irak ve Afganistan’da savaş suçu işleyen askerleri de almasını teşvik etmekle de biliniyor. Özetle Hegseth, Amerikalı Hristiyan beyaz heteroseksüel erkekler hariç herkesten nefret ediyor gibi bir imaj çiziyor. Senatonun yarısından neden onay alamadığı böylece son derece anlaşılır görünüyor.
Ayrıca Hegseth yakın bir tarihte yaptığı açıklamada Ukrayna’nın NATO üyeliğini gerçekçi bulmadığını söyledi. Savunma Bakanı’nın bu açıklaması sembolik bir önem taşıyor, çünkü ABD bir kez daha bu konuda Avrupalı müttefikleri ile karşı karşıya gelmiş oluyor.
Trump’ın uluslararası politikasını şekillendirecek önemli isimler işte bu şekilde. Umarım okurlarımızın kafasında ABD’de yeni dönemin dış politikası ile ilgili daha detaylı bir tablo oluşmuştur. ABD’deki bu radikal değişimin hayatlarımıza nasıl etki edeceğini ise hep beraber zaman içerisinde göreceğiz.