Son dönemde nereye baksanız karşınıza Gassal dizisi çıkıyor. Diziyle ilgili birçok tartışma yapıldı ve hakkında yazılar yazıldı. Hatta gösterişli paneller, sosyal medya yayınları da sıklıkla karşımıza çıktı. Sosyal medyada uzun süredir herkesin aynı anda paylaştığı “diziyi izliyorum” temalı hikayeleriyle görünürlüğü daha da artan dizinin gerçekte nasıl bir yerde durduğunu tartışan bir yazıya ise henüz rastlamadım.
Ölüm konusunda çalışmam ve Gassal kitabını yazmış olmamdan ötürü bu konuda yazı yazmanın artık bir gereklilik olduğu kanaatindeyim. Öncelikle belirtmeliyim ki dizinin popüler kültüre teslim olmuş bir yanının olduğunu akılda tutmak gerekir, ama bu yazıda dizi için aylarca yapılan reklamları ve insanların gözü kapalı yaptıkları paylaşımları konuşmayacağım.
Dizinin her bir bölümü ayrı bir başlık ile yayınlanmış. İlk bölümde “Ben Gassal” diye başlayan dizi “Sen, Ben ve Çocuklar” adlı 10. bölümde sezonu kapatıyor. Dizinin iletişim araştırmaları boyutunda ne kadar başarılı olduğu ayrı bir tartışma konusu ve bu kısım bizi aşar. Ancak gerçek ile kurgu arasındaki derin kopuşun diziyi baştan sekteye uğrattığını söylemek gerekiyor. Ölüm, ölü beden ve gassal böyle şeyler değil!
Gassal adıyla ortaya çıkan bir dizinin mesleğin her yönünü kurgunun içerisine yedirip anlatmasını beklerdim açıkçası. Kore dizilerinin başardığı kurgu ile gerçek hayat bütünleşmesini bizim dizilerin başaramıyor oluşu, her alanda olduğu gibi popülist söylemlere teslim olmakla alakalı bir durum olsa gerek.
Öncelikle dizinin bütün bölümlerini bitirdiğinizde dizinin gassallık mesleğiyle çok da ilişkili olmadığını görüyorsunuz. Bu anlamda insanı ve kişisel olarak da ilgi alanıma girdiği için beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Ölümü dinden ve yaşamdan bu denli uzak anlatmasıyla ayrıca tartışılması gereken bir niteliğe sahip gibi duruyor dizi. Baki’nin dizi boyunca dindar olduğuna dair hiçbir imaja rastlamanız mümkün değil.
Dizinin senaristinin bunu bilinçli mi yaptığı bilinmez ama sünni İslam’ın son derece katı kurallarla çerçevesini çizdiği mesleki bir alanı dinden bağımsız gibi anlatmak, gerçek hayattan oldukça uzak bir anlam inşa ediyor. Baki’nin adının Baki olması, kimilerinin iddia ettiği gibi, ölümü dinle ve Tanrıyla ilişkilendirmeye yetmiyor. Ya da cenaze arabası üzerindeki tabutun üzerinde yazan “Her nefis ölümü tadıcıdır” ayeti o hissiyatı yeterince yaratmıyor insanda.
Hikâyenin kurgusu aslında tek bir soru üzerine kurulu: “Ölmek sorun değil, kafama sonrası takıldı. Ben ölünce beni kim yıkayacak?” Yalnızlığının içinde kaybolan bir adamın kendi ruh halini anlatmak için kullandığı anlamlı bir soru gibi duruyor. Ama soru, ölü bedenlerin artık bize ait olmadığı gerçekliğini deneyimlediğimiz günümüz Türkiye’si için havada kalıyor.
Bugün Türkiye’de ciddi anlamda bir “ölü beden kimin” tartışması mevcuttur ve son on yılın özetini sadece bu soru üzerinden yapmanız mümkündür. Ölü bedenlerin kimin olduğu sorusu, dünya tarihinin en temel tartışmasını ölüler üzerinden tekrar dolaşıma sokuyor. Mezarlıkların parsellenip satılması, belediyelerin ölüyle ilgili her türlü işi ve sorumluğunu sizin adına üstlenmesi, gömü işinden taziye sürecine kadar ne yapılacağına sizin dışınızda bir üst aklın yanıt vermesi, makbul ölüler ve makbul olmayan ölüler ayrımının iktidar tarafından belirlenmesi tam olarak bahsettiğimiz bu konuyu açıklıyor.
Literatürde ölü bedenin mülkiyeti sorusunu hukuki açıdan değerlendirdiğinizde karşınıza eşya hukuku çıkmakta ve bu hukuki tartışmaya göre ölü beden bir materyal olarak ele alınmaktadır. Ölü bedenin mülkiyetine eşya hukuku çerçevesinde baktığınızda, dizide bir mezarlıkta geçen sahnede, Nazım’ın, abisinin yanına gömülüp gömülmeme tartışmasında bir sorun ortaya çıkıyor. Ölünün nereye gömüleceği sorusu, önce eşin, eş yoksa birincil derecede yakınların yanıt vereceği bir sorudur. Dizide ise Nazım’ın eşinin bu konunun dışında tutulması ve ona gömülme konusunda herhangi bir soru yönetilmemiş olması -ya da salt buraya abisinin yanına gömülemez tartışmasının basit bir tarafı olarak tutulması- gerçekle kurgu arasındaki uyumsuzluğu gösteriyor.
Belki de mezarlıktaki bu tartışma sahnesi, defin sırasında neden imam-hatip dua yapmıyor ya da Kuran okumuyor sorusunun üstünü kapatmak için kullanılıyor. Bu haliyle sahnenin gerçekliği tamamen ortadan kalkıyor ve sadece basit argümanlarla örülü bir gülmeceye dönüşüyor. Yıllardır yaptığım ölüm araştırmalarında kullandığım argümanlardan dolayı teologlar tarafından maruz kaldığım reddiyeler, nedense bu sahnede dünyevi olanı öte dünyaya da taşımak isteyen bir aile tartışmasını eleştirirken, sahnede törene dair dini ritüellerin neden olmadığı sorusunu es geçmektedir.
Aslında dizide, ölüm dışı bir tartışma alanı olarak tipik bir politik söylemin görünür olduğunu da söylemek gerekir. Dizide kadının görünür olmaması oldukça rahatsız edici duruyor ve dizinin senaryosunun bir kadına ait olduğunu düşündüğünüzde bu rahatsız ediciliğin şiddeti daha da artıyor. Eşi çalışırken Ahmet’in evde çocuk bakması, kadın-erkek eşitliğinin önemsendiği gerçekliğini vermeye yetmiyor dizide. Aksine, aileyi üreme işlevine indirgeyen, kadını da eve dokunup güzelleştiren veya çocukla ev işleri arasında gidip gelen bir çizgide tanımlayan politik söylemin bir yansımasını seyrediyoruz.
Bu gösteri, Elif’in çocuğu olmayacağı için evlenmek istememesinin aileyle üreme arasında kurulan ilişkiyi görünür kılmasıyla ve kadına doğurganlık sıfatıyla anlam katılmasıysa muhafazakar politik söylemin tam da kendisine karşılık geliyor. Muhtemelen muhafazakar siyaset tarafından salt üreme işleviyle tanımlanması nedeniyle aile, bugün en çok tartıştığımız konuların başında geliyor, gelmeye de devam edecek gibi duruyor.
Dizinin ciddi bir diğer problemi, yazının en başında kısaca değindiğim gibi, Türkiye’de ölümün katı İslami kurallarla çevrelenmiş olmasına rağmen dizide dinin (İslam) hiçbir şekilde varlığının hissedilmemesi. Gassal, geleneksel formunda düşündüğünüzde, ölüye son görevi yapan kişi olarak göze çarpar ve ölüm işini Allah rızası motivasyonuyla yapar. Profesyonel bir iş olarak düşünüldüğünde dinin, gassalın sürekli ölü yıkamaktan dolayı uğradığı mesleki deformasyondan kurtulmasının bir aracı olduğu göze çarpar. Dizide ezan ve Kur’an sesinin hiç kullanılmamış olması, İslam’ın çerçevesini çizdiği bir ölüm gerçeğinden oldukça uzaklaştırıyor insanı ve rahatsız edici duruyor. Bu durum, dizinin gerçekle olan bağını kopartıyor ve insana dizinin aslında ölümle bir derdi yok dedirtiyor.
Gassallarla kurduğum iletişimden gelen deneyim ve ölüm üzerine yaptığım araştırmalar bana şunu gösterdi ki erkek gassallar dindarlığı son derece üst seviyede yaşamaktadır. Gassal, salt kefenin nasıl kesilip biçildiğini ve gusülün nasıl aldırıldığını bilen birisi değil, aynı zamanda ölümün dini bağlamını ölüye, kendine ve ölü yakınlarına da yansıtan kişidir. İşinden arda kalan zamanlarda eline aldığı Kuran’ı okuyarak yaptığı işin duygusal ve fiziksel kirini üstünden atmaya çalışan bir tipolojiden bahsetmekteyiz.
Ancak dizinin senaryosu, ölümle ve gassalın mesleğini icra etme biçimleriyle ilişkili her sahnede dünyevi olana teslim oluyor. Mesleği teknik ölçülere, lüks kefen takımı ya da teneşire, mezarlık manzarasına, helvaya, kazana ya da maşrapaya indirgiyor. Tipik bir şeyleşme durumu bu aslında, anlamı boşaltan ve bizi görsele odaklayan. Tam da böyle olduğu için popüler kültürün hızlıca dolaşıma soktuğu bir dizi haline dönüşüyor. Çünkü insanların duymak istediklerini veriyor, görmek istediklerini gösteriyor.
Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta başörtülü hiçbir kadın temsilin dizide yer almamasıdır. Son bölümlere doğru bir nişan sahnesindeki başörtülü kadın dışında dizinin hiçbir sahnesinde başörtülü bir kadını göremiyorsunuz. Bunun dizide neden böyle olduğu bilinmez ama Türkiye’de hâlâ başörtüsü konusunda ciddi bir tartışma alanının olduğu sorunsalına kapı aralıyor bence. Özellikle hastanede hiçbir bir başörtülü temsilinin olmamasının bu yargımı daha da güçlendirdiği kanaatindeyim.
Toplumsal ritüelleri ve ölümle ilgili geleneksel tutumları tiye alan dizide topluluk davranışına yapılan müdahale, “Helvalar ve Sırları” bölümüne geldiğinde havaya karışıyor. Bir ritüel biçimi olarak helva kavurmak bireysel olarak yası yaşamaya delilken, belediyenin sunduğu yemek hizmeti ve ölünün son defa evine getirilmesi isteği Baki’nin dilinden eleştiriye tabi tutuluyor. Aynı Baki, mezarlıkta su dökmek için ellerinde şişelerle bekleyen çocuklara bahşiş verebiliyor. Bu durum dizinin ciddi bir tutarsızlığı olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz, hangi ritüelin doğru olduğuna karar vermenin ya da bu konuda söz söylemenin, son on yılın siyaset diline özgü bir tarafı olduğu da bir gerçek. İktidarın tanımladığı doğru-yanlış kavramları, dizide de helva ile yemek dağıtımı arasında gidip gelen bir izlek yaratmış.
Manzarada gömülme isteği dizide, “ölülerin manzaraya ihtiyacı yok” şeklinde bir itirazla ortadan kaldırılıyor. Burada iki gerçeklik yok sayılıyor. Birincisi, mezarlıklar geride kalanların yaslarını yaşadıkları terapi alanlarıdır ve manzaralar ölüler için değildir, yaşayanlar içindir. Dizi senaryosunu yazanlar kalkıp İstanbul’da bir mezarlık turu yapmış olsalardı ne demek istediğimi daha iyi anlarlardı. Dolayısıyla mezarlık kültürüne yabancı olan bir bakış, gömülmeyi de sıradan bir eylem haline getirip küçümsüyor. Bu bakış tıpkı, TRT’nin kült dizilerinden birisi olan Masumlar Apartmanı’nda mezarlığa çiçek bırakan HAN’a kendince “ölüler çiçek istemez dua ister yaşayanlardan” diye eleştiren kişilerin derinliksiz ve yüzeysel bakışına benziyor. Bu noktada gassal dizisinde duanın da çiçeğin de olmadığını eklemek gerekir. Romantize edilmiş bir dağ lalesi de bu durumu kurtarmıyor. Yok sayılan ikinci gerçek ise mezarlıkların fiyatlarıdır. Belediyelerin fiyat listesine girilse ve bakılsa, mezarlıklardaki arsa fiyatlarının konuma ve manzaraya göre ne kadar pahalı olduğu görülecektir.
Dizi boyunca insanların da ağzına pelesenk olmuş ölümle ilgili sözler var. “Ölüm bütün planları bozar” sözüyle ölümün nerede ve ne zaman geleceğine dair belirsizliğe dikkat çeken dizi, ölü bedeni yıkayan gassalın dilinden dökülen, “ölüm bizi masumlaştırır, her ölü bebeksidir” söylemiyle de en baştan sona içini boşalttığı gassalın işine anlam yüklemeye çalışıyor.
Ölüm yıkıcıdır ve insanı köklerinden sarsar, savurur. Ölümden geriye kalan beden kirlidir ve gassalın yaptığı iş de kirli bir iştir. Ölüm, fiziksel ve duygusal olarak temas ettiği her şeyi kirletir. Dizinin, ölü bedenin kirliliğini es geçmesi ayrı bir tartışma konusu olsa gerek. Gassalla ilgili yanlış imajlar, klasik söylemlerle birleşince ölüm düşüncesi sulanıyor dizide. Bir tür romantize etme yoluna başvurularak ölümü hiçleştirme söz konusu.
Pamuk ve gül suyu arasında sıkışmış bir ölüm anlatısı, Gassal’ın söyleme sıkışmışlığını gösteriyor. Sahi, artık pamuk yerine silikon kullanıldığını da buraya eklemek gerek. Modernize edilmiş tipolojiler, bir çeşit dünyevileşme etkisi olarak göze çarpıyor ve uzun süredir Türkiye’de tartışılan muhafazakâr/dindarların dünyevileşmesi ve dini materyalleşmesi tartışmalarını da farkında olmadan ifşa ediyor.
Gassalın dizide maruz kaldığı damgalanma biçimi son derece önemli. Zira yaptığı iş, gerçekte de kirli bir iş olduğundan toplumsal damgaya açık. Ama bu noktada dizinin kurgusunda eksik olan şey, Baki’de belirmesini beklediğimiz içsel damga biçimlerini göremiyor oluşumuz. İçsel damga bir çeşit yabancılaşmadır ve buna (Gassal kitabını hazırlarken bir kadın gassaldan duyduğum tanımlamayla) “kalp katılaşması” diyoruz. Kuşkusuz kalp katılaşması, gassalın dindarlık durumuyla ilişkilidir, ama dizide gassalın dindarlığına dair hiçbir emare yok. Dizinin saatlerce süren on bölümünü izlediğinizde Baki’nin alnının tek bir defa secdeye değdiğini görmüyor oluşumuz, Gassal’ın gerçekte neyi ya da kimin dünyasını anlattığı gerçekliğini sorgulatıyor.
Sözün özü, Gassal bir ölüm dizisi değildir, belli bir meslek anlatısı da içermez. Popüler siyasete teslimiyetin bir göstergesi olarak ölümü sulandırmış olması, pandemiden beri yazdığım yazılarda özellikle vurguladığım biçimleriyle, iktidarın ölümü kapatmasının bir uzantısıdır ve “ölüm hiçliği”dir. Bu çağın genel karakterinin anonimliğe boyun eğmek olduğu düşünüldüğünde, Gassal’ın da bu durumdan nasibini aldığı görülüyor. Dizi hakkında övgüler dizenlerin ya da diziyi eleştirenlerin gassalı bir de bu gözle seyretmesi gerekir.