Hızla gelişen dijital dünyada Türkiye’nin durumu, internet özgürlüğünün kırılganlığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. 16 Ekim 2024 günü yayınlanan Freedom on the Net 2024 raporu da bu gerçeğin altını çizerek ülkenin “Özgür Değil” statüsünü bir kez daha teyit etti.
Depremlerin etkisi nedeniyle geniş bir coğrafyada yok olan altyapının önemli bir kısmı halen kullanılamaz halde. Mobil internet hızlarında ve bağlanabilirlikte küçük ilerlemeler kaydedildi, ancak bu ilerlemeler bilgiye erişimin ve düşünceleri özgürce ifade etmenin tehlikeli hale geldiği, giderek artan baskıcı bir ortamın gölgesinde kalıyor.
Taarruz Halinde Bir Hükümet
Türkiye’nin dijital yönetişimi, amansız bir sansür ve gözetim kampanyası ile karakterize edilmektedir. Son dönemdeki yasama faaliyetleri, çevrimiçi ifadeyi suç haline getirmek ve dijital mecralar üzerindeki iktidar kontrolünü güçlendirmek için tasarlanan yasalarla bu iklimi daha da kötü bir hale getirdi.
Geçtiğimiz yıl iktidar organları 17 VPN hizmetini yargı denetimi, bir mahkeme kararı olmaksızın engelledi; sayısız içerik kaldırma kararı aldı ve önde gelen Kürt siyasetçileri çevrimiçi faaliyetleri nedeniyle 42 yıla varan hapis cezalarına çarptırdı. Ayrıca onlarca gazeteci ve yorumcu, çevrimiçi faaliyetleri nedeniyle şiddete ve tehditlere maruz kaldı. Eleştirel söyleme yönelik bu saldırı, eleştirileri susturmayı ve kamusal söylemi manipüle etmeyi amaçlayan daha geniş bir otoriterleşme eğilimini yansıtıyor.
Baskılar siyasetçilerin ötesinde medyaya da uzanmakta, özellikle Kürt gazetecileri ve bağımsız yayın organlarını hedef almaktadır. Örneğin Mezopotamya Ajansı, Mart 2024’te görünüşte ulusal güvenliği korumak için çıkarılan bir mahkeme kararıyla defalarca erişim engeliyle karşılaştı. Bu tür eylemler, hükümetin söylemine meydan okuyan sesleri bastırmaya yönelik sistematik bir çabayı ortaya koyarken, Yeni Yaşam gibi bağımsız haber kaynakları da benzer şekilde kısıtlamalarla karşılaşıyor. Bu caydırıcı ortam sadece ifade özgürlüğünü sınırlamakla kalmıyor, aynı zamanda toplumun çeperinde kalmış toplulukların eleştirel diyalog kurma becerilerini de kısıtlıyor.
Bağlantının Asıl Maliyeti
Bu amansız önlemlerin yansımaları çeşitli sektörlere yayılarak sadece bireysel hakları ve hürriyetleri değil ekonomik istikrarı da baltalıyor. İktidarın VPN’leri sistematik olarak engellemesi, özellikle güvenli iletişime bağımlı olan bankalar ve finans kurumları olmak üzere işletmelerin operasyonel bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Uluslararası işlemler kesintiye uğradıkça ve güvenli veri alışverişi tehlikeye girdikçe, Türkiye’nin kırılgan ekonomisine verilen muhtemel zarar da belirginleşiyor.
Dahası, X (eski adıyla Twitter) ve Instagram gibi sosyal medya mecraları, yerel ofisler açana kadar reklam yasaklarıyla karşı karşıya kalarak yerel sansür yasalarına uymaya zorlandı. Bu baskı, dijital yönetişimin uyumu zorlamak ve farklı bakış açılarına erişimi sınırlamak için nasıl silah haline getirildiğini ve çevrimiçi ifadeyi çevreleyen bir korku kültürünü daha da sağlamlaştırdığını örneklemektedir.
Savunmamız Gereken Haklar
Gazetecilere, aktivistlere ve sıradan yurttaşlara yönelik cezalandırıcı önlemler rahatsız edici bir gerçeği ortaya koymaktadır: Türkiye’de çevrimiçi ifade giderek daha fazla tehlikeyle dolu bir hale geldi. Rapor, sosyal medya faaliyetleri uzun hapis cezalarına yol açan Kürt siyasetçilerin karşı karşıya kaldığı vahim durumun altını çizerek, sosyal medyanın bir güçlendirme aracından bir baskı silahına dönüştüğünü vurguluyor.
Bu kısıtlamalar dezavantajlı grupları orantısız bir şekilde etkilemekte. İktidarın LGBTİ+ içeriğine yönelik baskıları bunun en iyi örneğidir. 2023’te Netflix gibi yayın mecraları LGBTİ+ karakterlere yer verdikleri için cezalandırıldı ve bu da iktidarın eleştirel sesleri bastırmaya ve çeşitlilik ve kapsayıcılık pahasına geleneksel değerleri güçlendirmeye yönelik daha geniş stratejisini ortaya koydu.
Reform ve Hak Temelli Yönetişim için Bir Çağrı
Türkiye’nin internet ortamı -yasama alanının diğer pek çok kesimi gibi- dijital alanda hak ve özgürlüklerin korunmasına odaklanan acil bir reforma ihtiyaç duymaktadır. Mevcut baskı yörüngesinden uzaklaşarak insan hakları ve ifade özgürlüğüne öncelik veren bir yönetişim çerçevesine yönelmek elzemdir. Gelecekteki mevzuat dijital hakların korunmasını garanti altına almalı, dijital okuryazarlığı teşvik etmeli ve tüm yurttaşlara eşit şekilde hizmet veren açık bir internet ortamı geliştirmelidir.
Türkiye modern yönetişimin karmaşıklığı içinde yol alırken, dijital politikaya yaklaşım ülkenin geleceğini şekillendirmede çok önemli olacaktır. Kişi odaklı bir dijital ortama duyulan ihtiyaç son derece önemlidir; bu olmadan Türkiye, demokratik temellerini zayıflatırken otoriter kontrolünü derinleştirme riskiyle karşı karşıyadır. Bunun için yapılması gereken çağrı açıktır: Türkiye dijital alanını her yurttaşın yararına olacak şekilde geri kazanmalı ve internetin özgürlük, çeşitlilik ve engelsiz diyalog için bir mecra olarak kalmasını sağlamalıdır.