31 Mart gecesi ilk sonuçların gelmesiyle ve tablonun yavaş yavaş şekillenmesiyle birlikte hemen herkesin ilk aklına gelen soru Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yenilgi karşısında nasıl bir tavır göstereceğiydi. Böyle bir duruma alışkın olmayan Erdoğan’ın takınacağı tutum önümüzdeki sürecin ne şekilde ilerleyeceğinin ipuçlarını göstermesi bakımından da önemliydi.
Sonuçları kabul etmeyeceğine, bir önceki İstanbul seçiminde olduğu gibi kaybettiği yerlerde itiraz yoluna gideceğine veya yenilgi karşısında baskıyı arttıracağına yönelik yorumlar boşa çıktı.
Kazandığı bütün seçimlerin sonunda partisinin genel merkezindeki balkona çıkarak zafer konuşması yapan AKP lideri, propaganda süreçlerindeki uzlaşmaz ve kutuplaştırıcı tavrının tam tersi bir role bürünüyor, kapsayıcı bir konuşmayla birliktelik çağrısı yapıyordu. Ancak bu sadece konuşmada kalıyor ve alışılageldik eski tavrına dönüşü birkaç günü bile bulmuyordu.
Erdoğan kaybettiği ilk seçimde de yine balkona çıktı ancak bu defa eski zafer havasından doğal olarak eser yoktu. Önceki konuşmalarına benzeyen yön ise sonuçları kabul etmekle beraber kurmaya çalıştığı yumuşak üslup ve kutuplaştırıcı dilden uzak durmasıydı.
Özellikle 2007 seçimlerinden itibaren bugüne gelene kadar toplumu hep kutuplaştırarak amacına ulaşan ve iktidarını sürdüren Erdoğan, artık bunun da işe yaramadığını özellikle seçim öncesi süreçte gördü ve çalışmalarını buna göre yürüttü. 31 Mart öncesinde seçim havasına tam olarak girilemediği ve heyecansız bir kampanya süreci yürütüldüğüne dair yapılan yorumların ana sebebi buydu. Halkta iktidara yönelik olumsuz yaklaşım Erdoğan ve ekibi tarafından da hissediliyor, bunun daha da derinleşmemesi adına gerginlikten uzak duruluyordu.
AKP liderinin bu durumun farkında olduğunu gösteren en önemli detay ise İstanbul mitinginde açığa çıktı. Mitinge katılanların sayısını 650 bin olarak açıklayan Erdoğan, daha önce aynı alanda bir buçuk milyon kişi topladıklarını söylemiş ve bu durumdan yakınan bir tavır sergilemişti.
Sonuçlar iktidarın tahmin ettiğinden de kötü oldu. AKP’nin oy kaybına uğraması zaten beklenen bir durumdu, ancak hemen hiç kimse CHP oylarının ülke genelinde AKP oylarını geçeceğini düşünmemişti. Alınan net mağlubiyetin Erdoğan’da nasıl bir şok yarattığı ise seçim gecesi yaptığı konuşmadaki ifadelerine yansımıştı.
Seçimin ardından geçen bir aya yakın sürede AKP, Erdoğan’ın 31 Mart’ta yaptığı konuşmanın aksine bir tutum içine girmedi. Toplumu geren ve özellikle ana muhalefeti düşmanlaştıran üslup tamamen olmasa da terk edildi. Erdoğan ile CHP lideri Özgür Özel’in yapması muhtemel görüşme de AKP’deki strateji farklılığını gösteren bir diğer gelişme oldu.
İktidar adına toplumun nabzını ölçmekte önde gelen gazetecilerden biri olan Abdülkadir Selvi’nin demokratikleşmeyi savunan yazısı ise iktidarın seçim sonrası planladığı yeni stratejisi doğrultusunda atılmış bir diğer adım oldu. Yazının en önemli bölümü şöyleydi:
“Osman Kavala’nın hapiste tutulmasının, Gezicilerin yıllarca hapis yatacak olmasının Türkiye’ye ne yararı var? AK Parti’ye ne fayda sağlıyor? Artık iklimin değişmesi ve baharın gelmesi gerekiyor. Yeniden reformcu kimliğine dönmüş bir AK Parti ve Avrupa Birliği hedefine yürüyen bir Türkiye. Görün o zaman ekonomi nasıl coşar. AK Parti’yi, AK Parti yapan bu oldu. Formül net; ekonomiyi büyüt, özgürlükleri genişlet.” (17 Nisan 2024 –Hürriyet)
Bu yazıya iktidar ortağı MHP’den son derece sert bir yanıt geldi. Partinin önde gelen birçok ismi, “dilinin altında sakladığı zehirle cumhur ittifakına istikamet çizmeye çalıştığını” iddia ettikleri Selvi’ye en sert ifadelerle yüklendiler. Bu tepkiler, seçimin ardından iktidarın iki ortağı AKP ile MHP arasındaki strateji ve üslup farkını ortaya koyan çok sayıdaki örneğin yalnızca bir bölümünden ibaretti. MHP, seçim sonrası Erdoğan’ın aksine sert bir tavır takınmış, Devlet Bahçeli, “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmadı” diyerek Erdoğan’dan ve çizmeye çalıştığı istikametten bir hayli uzaklaşmıştı.
Aslına bakılırsa, iktidarın ortakları arasındaki gözle görülür gerginlik seçimden önce yapılan MHP kurultayında da hissedilmişti. Bahçeli’nin yaptığı “Hiçbir yere gidemezsin” çıkışında, beraber yol yürüme arzusunun ifadesinden çok, en nihayetinde beraber hesap görme ifadesi ağır basıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair yapılan yüzde 40 artı 1 tartışmaları ise uzlaşmazlığın uzun süredir devam eden bir başka yönüydü.
Aylar önce ilk işaretleri ortaya çıkan bu gerginlik bugün artık gizlenemeyecek kadar açıktır. AKP yumuşak ve daha kapsayıcı bir geçişi tercih ederken MHP geleneklerine uyan bir biçimde sertliğin dozunu arttırmakta, Erdoğan ve partisinin işini zorlaştırmaktadır.
Bu gerçeğin yanı sıra, yumuşamanın AKP adına yalnızca bir strateji değişiminden ibaret olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Erdoğan ve ekibi sadece bir seçim kaybetmekle demokrat olmadılar. Özgür Özel ile görüşmek için kapı aralayan Cumhurbaşkanının, başta seçimde kendisiyle ittifak yapmayan Fatih Erbakan olmak üzere çok sayıda parti lideriyle bayramlaşmaya bile tenezzül etmemesi bunun en büyük kanıtıdır.
Bu sebeple, kazandığı bütün seçimlerin gecesinde büründüğü kapsayıcı rolden çok geçmeden uzaklaşan Cumhurbaşkanının, kaybettiği bu ilk seçimden sonra da aynısını yapıp yapmayacağı önemli bir soru işareti olmakla birlikte, AKP-MHP ortaklığının ve Erdoğan iktidarının geleceği açısından da önemli bir sorudur.
Yaptığı ittifaklarla bugüne kadar bir şekilde iktidarda kalabilen Erdoğan’ın bu durum karşısında MHP’den kurtulmak adına yeni ortaklar araması sürpriz sayılmaz. Son dönemde tekrar piyasaya sürülen açılım iddiaları ancak bu çerçevede değerlendirildiğinde anlam kazanabilir. Fakat Erdoğan’ın samimiyetinden çok stratejisine odaklanmak herkes için daha doğru bir yaklaşım olur.