Yazar: Özlem Özen
Daha özgür ve özgürlükçü bir ülkede yaşamak düşüncesi ile yola çıkmıştım. Adaletin ve özgürlüğün temel doktrin olacağı hayali ile çıktığım yolculukta, maalesef, birlikte yola çıktıklarım tam tersi istikamete direksiyon kırdı. Onlar yol değiştirince yollarımız ayrıldı.
Uzun süre uzak kaldıktan sonra yeni taşınacağım ilçede yeni bir partinin teşkilat kurma çalışmaları başlayınca eşimin de teşvik ve desteği ile yeniden siyasete döndüm. Yaşadığım ilçede kadın hakları ve kadının sosyal hayatta görünürlüğünün arttırılması için mücadele ettim. Şu anda İstanbul’da İl Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Merkez’de Kadın Saha Koordinatörü olarak çalışmalarıma devam ediyorum.
Bir dönem iktidarın belirli bir yaşam tarzını dayatması birçok insanın hayatını olumsuz etkiledi. Aynı ülkenin vatandaşları olarak din, mezhep, etnisite, yaşam tarzı gibi farklılıkların önemi olmaksızın aynı temel insan haklarına sahip olmalıydık. Ancak o dönem iktidarda bulunanlar kendi ideoloji ve yaşam tarzlarını toplumun geneline dikte etti. Benim gibi bir çok insanın siyasete girişi, bu döneme tepki olarak doğan özgürlük arayışı nedeniyledir.
Bu tepkinin ürettiği enerjiyi kullananlar maalesef icraatları ile tepki gösterdiklerimizi geride bıraktı. Birlikte adalet ve özgürlük mücadelesi verdiğimiz insanlar, o dönem aklımıza bile gelmeyecek adaletsizlik ve zulümleri savunur hale geldiler. Kimi makam kimi ihale kimi birkaç maaş karşılığında inanç ve ideallerini bir kenara bıraktı.
“Haddini aşan zıddına dönüşür” kaidesince hadlerini öyle aştılar ki dün eleştirdikleri hangi konu var ise bugün kendileri misli ile onları icra etmekteler. Konuşacak çok fazla konunun olduğu, ancak konuşmanın risk içerdiği bir dönemi yaşıyoruz. Adalet ve özgürlük için yeniden ve yenilenerek sahada olmam gerektiğine inanıyorum.
Çok büyük sorunları olan bir ülkede yaşıyoruz. Birey olarak, bu büyük sorunların çözümüne etki edecek bir konumumuz şimdilik yok. Ancak, her zaman ve her yerde mücadelesini verebileceğimiz, bir kişi de olsa hayatının değişmesine vesile olabileceğimiz bir alan var: kadın ve çocukların yaşam mücadelesi. Toplumsal eşitlik ve adaletin sağlanması siyasetteki temel amacım.
Ataerkil bir toplumun yansıması olarak maalesef siyasetimizde de ataerkil bir anlayış hakim. Önce “konu mankeni” olarak görülme ve küçümsenme ile mücadeleye başlıyorsunuz. Oturduğunuz koltuğu dolduramayacağınız önyargısı hakim. Ancak çalışmalarınız ile inkar edilemeyecek bir başarı yakalayınca önünüzü kesme çalışmaları ile mücadele ediyorsunuz.
Diğer taraftan, sizi bir kadın olarak değil, görünüşünüze, inancınıza, duruşunuza göre kendi kafasındaki dar şablonlarda değerlendiren kadınlar ile mücadele etmem gerekti. Kadın mücadelesi partilerden bağımsız bir mücadeledir. Ülke sorunları için sahip olduğumuz bakış açısı ve tecrübeye göre farklı siyasi düşüncelerimiz ve çözüm önerilerimiz olabilir. Bu ülkede yaşayan bir kadın olarak benzer zorluklara maruz kalmasına rağmen kadının sesi olmak yerine partisinin ataerkil sesi olan hemcinslerimiz ile uğraşmak ise hem üzücü hem de çok yorucu.
Türkiye siyasetinin en temel problemi “kutuplaşma” üzerinden siyaset yapılmasıdır. Kutuplaştırıcı siyaset tarzı ekonomiden adalete, insan haklarından dış politikaya kadar birçok alandaki sorunların toplum tarafından anlaşılmasına ve çözüm üretilmesine engel oluyor. Ağır bir ekonomik kriz sürecinden geçiyoruz. Adalet temelinden zedelenmiş, hukukun çizgileri belirsizleşmiş, suç ve ceza kavramları anlamını yitirmiş durumda.
Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 173 ülke arasında 148. sıraya gerilemişiz. Cinsiyet, din, mezhep, etnisite gibi farklılıklarda eşitlik problemi var. Dış politikadaki tutarsızlığın neticesi olan ağır bir mülteci sorunumuz var ve hâlâ uzun vadeli bir mülteci politikasının varlığı görünmüyor. Eğitim sistemimizde sürekli sistem değişiyor. Plansızca açılan plaza üniversiteleri ile üniversite eğitiminde kalite, lise seviyelerine düşürüldü. Akademi felç halinde. Devlet üniversiteleri rektörün/dekanın aile şirketine dönmüş durumda. Sağlıkta şiddetin önüne geçilemiyor. Binlerce doktorumuz yurtdışına gitti. Belirli alanlarda hastane randevusu almak neredeyse imkansız. Neredeyse her gün bir kadın cinayeti işleniyor ama engellemeye yönelik bir adım atılmıyor.
Hangi alandaki sorun dile getirilse, suni bir kutuplaşma ve düşmanlaştırma ile toplum ikiye bölünerek sorun partizan tartışmalar içinde kayboluyor. Çözüm odaklı konuşanlar, kutuplardan birine eklenerek linç ettiriliyor. Her sorunun konuşarak çözüme kavuşturulma ihtimali vardır. Ancak, hiç dinlemeden, karşılıklı bağırarak en basit sorunların bile çözüm ihtimali yoktur. Zaten bu siyaset tarzını benimseyenlerde, sorunların çözümü gibi bir niyet ve amaç da yoktur. Kutuplaştırıcı siyaset tarzı problemi çözülebilir ise diğer sorunlarımızın çözümü için ümit vardır.
Zincirleme birbirine bağlı yukarıdaki sorunlardan bağımsız olarak bir de siyaseti bir meslek haline getirme ve nepotizm sorunumuz var. Siyaseti mesleği haline getiren ve “ölürsem giderim” anlayışına sahip birçok siyasetçi görüyoruz. Bir kere bir makama gelen ölene kadar orada kalma arzusuna düşüyor. Sağlık sorunu veya başka bir mücbir sebep ortaya çıkınca da “yerime oğlum/kızım gelsin” anlayışında hareket ediliyor. Maalesef toplumda da nepotizme yönelik bir beklenti söz konusu. Bürokratik veya siyasi en ufak bir makam sahibi tanıdığı olan “Benim kim olduğumu biliyor musun?” diyerek dolaşıyor.
Bir başka sorun ise devlet memurlarının kendilerini bizatihi devletin kendisi görme hastalığıdır. En ufak bir memur bile “devlet benim” düşüncesinde hizmet ile mükellef olduğu vatandaşı ezebiliyor. Bu hastalıklı bakış açısı memur ile vatandaş davalık olduğunda devletin, çoğunlukla memurunun yanında durmasına neden oluyor. Devlete karşı tüm sorumluluklarınızı yerine getirseniz de ne devlet memuruna ne de devlete karşı maalesef hiçbir hakkınız yok.