Sanat, gündelik hayatın gerçeklerinden kaçmanın bir yolu olarak bilinir çoğu zaman. İnsanoğlu kendini ifade etmenin bir aracı olarak sanatı kullanır. Sanat, insanların birbirleriyle bağ kurabilmesinde de oldukça etkili bir araçtır. Aslında bir araç değil, hayatın ta kendisidir ve her ne kadar onu güzel olan ile bağdaştırsak da kimin eline geçtiği, kim tarafından yönlendirildiğine de dikkat edilmesi gerekir. Çünkü sanatın amacı, onu elinde tutan kişinin nasıl kullandığına göre şekil değiştirebilir.
1939-1945 yıları arasında insanlığa korkunç yıkımlar getiren II. Dünya Savaşı; şairlerin, yazarların, bestecilerin, müzisyenlerin, ressamların sanat anlayışlarında da büyük etkiler yaratmıştı. İtalya’da Benito Mussolini ile ilk olarak kendini göstermeye başlayan Faşizm dalgası, İspanya’da Francisco Franco, Almanya’da Adolf Hitler, Yugoslavya’da Ustaşa Hareketi, Portekiz’de Salazar rejimi ile neredeyse tüm Avrupa’yı sardı.
Sanat, özellikle de müzik, tarihsel süreçte devletlerin politikalarında her zaman özel bir yere sahipti. II. Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölümü ve toplama kamplarıyla hafızalarımızda yer tutuyor olsa da, bu büyük savaş yalnızca bu özelliğiyle değil, sanata olan etkileriyle de ön plana çıkmıştır. Bu dönemde müziğin propaganda amacına hizmet ettiği en belirgin örnek Nazi Almanyası’dır. II. Dünya Savaşı, sanatın propaganda aracı olarak kullanılmasının dönüm noktasıdır.
Çok iyi resim yapmasının dışında büyük bir klasik müzik tutkunu olan Adolf Hitler, Nasyonal Alman İşçi Partisi’nin iktidar olmasıyla birlikte saf Alman ırkı ideolojisini kültürel alana da taşımaya başladı. Hitler için kendi yaptıklarını Alman halkına doğru olarak göstermek çok önemliydi. Bu nedenle Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’nı kurdurdu ve başına Nazi Almanyası’nın kilit isimlerinden Joseph Goebbels’i getirdi.
Propaganda Bakanlığı’nın ve Goebbels’in amacı Nasyonal Sosyalistlerin “ulusal birliği korumak” amaçlı faaliyetlerinin mesajlarını sanat ve medya organları yoluyla halka iletmekti. Bu kapsamda tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi sanatta da bir Alman ideali yaratılmalı, bu ideal ulus çapında vurgulanmalı ve Alman milliyetçiliği ön plana çıkarılmalıydı.
Reichsmusik , İmparatorluk Müzik Odası Başkanlığı (Third Reich Muzic Chamber) ve Saf Alman Sanatı
Nazi Almanyası’nın baskıcı ve totaliter dönemini ifade eden III. Reich Dönemi’nin kültür ve sanat anlayışı, sanat için sanat anlayışının karşısındaydı ve tamimiyle Nazi görüşlerini yansıtmaktaydı. Nazilerin müzik politikaları, önemli müttefikleri Mussolini İtalya’sından müzisyenlerin yer aldığı konserlerle başlamış ve Kasım 1936 Roma-Berlin mihverinin ilanından sonra yoğunlaşarak devam etmiştir (Karabiber ve Doğrusöz Dişiaçık, 2023:519).
Bu dönemde hangi bestecilerin müzik yapmalarına izin verileceği, hangi parçaların orkestralarda ön plana çıkarılacağı, hangi müzik türlerinin yasaklanacağı gibi konular Hitler ve Goebbels başta olmak üzere Nazilerin önde gelen liderleri tarafından belirleniyordu. Güzel sanatlar, müzik, edebiyat, sinema, basın ve radyo odalarına ayrılan Kültür Odası’na üye olmayan sanatçıların sanat hayatları son buluyordu. Nisan 1933’te yürürlüğe giren Sanat Yasası’na uygun olmayan tüm sanatçılar kamuoyunun dışına atılmıştı (Ekiz, 2022:49).
İmparatorluk Müzik Odası Başkanlığı tam da bu dönemde iktidarın müzik politikalarının yürütülmesi için kuruldu. Bu doğrultuda II. Viyana Okulu müziği, Yahudilerin icra ettikleri müzikler, kabare ve caz müziği, Nazi sanat anlayışı içinde yer almıyordu (Gürer, 2007:1). Dolayısıyla sanatçılar ya Nazi politikalarını kabul ederek Almanya’da Nazilerin istediği şekilde sanat yapmaya devam edecekler, ya bu durum karşısında direnebildikleri yere kadar direnecekler, ya da ülkeyi terk etmek durumunda kalacaklardı.
Nazi politikalarına direnmek çok mümkün olmadığı için sanatçılar, çareyi ülkeyi terk etmekte bulmuştu. Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Ankara Devlet Konservatuvarının kurulmasına öncülük eden ve çok sesli Klasik Batı müziğinin Türkiye’de gelişmesi için rapor hazırlayan Paul Hindemith, o dönemde Nazilerden kaçan müzisyenlerin en bilinenlerindendir.
Bazı müzisyenler ise devlet koruması altında “Alman toplumu için” sanat yapmaya devam etmişlerdi. Nasyonel Sosyalist Almanya’da sanat ve dolayısıyla müzik, Alman kimliğinin ideolojik savunucusu ve taşıyıcısı olmak amacındaydı. Bu nedenle sanatçıların bireysel yaklaşımları dikkate alınmıyor ve bastırılmaya, yok edilmeye ve sansüre maruz kalıyordu. Ayrıca sanatçıların etnik kökenleri, milliyetleri ve kimlikleri sanat yapabilmelerinin önündeki en büyük engeldi. Felix Mandelsohn, Gustav Mahler, Arnold Schoenberg gibi Yahudi kökenli besteciler yasaklanan isimler arasındaydı. Ayrıca Nazi politikalarının karşısında olan Alman isimler veya Yahudilerle herhangi bir ilişkisi olduğu düşünülen isimler de yasaklanmıştı.
Bu yasaklamalar yalnızca Yahudilerle sınırlı kalmamış ve komünizm propagandası sayılabileceği düşünülen isimler de yasaklanmıştı: Pyotr İllyich Tchaikovsky, Petrovich Mussorgsky, Rimksy-Korsakov. Benzer şekilde Avangard sanat ve caz müziği de payına düşen sansürü almıştı. Kaynağı dini referanslara dayanan Koral müzik türü ise iktidarın toplum nezdinde dini yönüyle bağdaşan bir görüntü yaratmıştır (Gürer, 2007:5).
Askeri ve milli marşlar da bu dönemde sıkça bestelenmiştir. Buna karşılık toplama kamplarında orkestralar kurulmuş, konserler düzenlenmiş ve Nazilerin uygun gördüğü sınırlar çerçevesinde müzisyenlerin sanat icra etmesine izin verilir olmuştu. Auschiwtz kampında kurulan Kadınlar Orkestrası buna örnek olabileceği gibi bu kamplar arasında en bilindik olanı Theresienstadt toplama kampıydı.
Çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu bu kamp, Nazilerin kültür sanat yuvası olarak bilinirdi. Rafael Schachter, Gideon Klein, Karel Svenk gibi sanatçıların toplatıldığı kampta operalar sahnelenir, orkestralar kurulur, enstrümantal müzikler düzenlenir, tiyatrolar oynanır ve Alman sanatı karşısında “dejenere sanat” olarak adlandırdıkları eserler sergilenir ve kötülenirdi.
Theresienstadt getto kampı Nazi kültürel faaliyetlerinin önemli bir sembolüydü. Amaç, Nazi faaliyetlerini dış dünyaya “makul” göstermek ve modernizm anlayışını saf Alman ırkına uygun olarak yeniden inşa etmekti. Sachsenhausen toplama kampında mahkumların sıra halinde yürüdükleri veya fiziksel işkence gördükleri sırada ya da Alman Yahudi mahkumları demoralize etmek için zorla şarkı söyletilmek çok yaygındı (Brauer, 2016:11).
Nazilerin müzik politikalarının temelinde toplumsal alan içinde yaratılmak istenen tek kimliklilik, uyum, ahenk ve bütünlük yatıyordu. Bu doğrultuda Hitler, Almanya’nın köklü müzik geçmişinden oldukça yararlanmıştı. Bu konuda klasik müzik özellikle dikkat çeken bir müzik türü olmuştur. Müzik hakkındaki fikir ve kanılarını Richard Wagner ve Anton Bruckner üzerine oturtmuş, onları saf Alman sanatının çok önemli isimleri olarak görmüştür. Ludwig van Beethoven, Wolfgang Amadeus Mozart, Johann Sebastian Bach, Joseph Hydn, Robert Schumann, Johannes Brahms gibi isimler de “güzel ve doğru” Alman sanatını anlatmak için kullanılmış önemli diğer isimlerdi.
Alman Romantik döneminin etkili isimlerinden olan orkestra şefi ve besteci Richard Strauss bu dönemin önemli isimlerinden biriydi. Strauss, Hitlerin iktidara gelişiyle beraber İmparatorluk Müzik Odası Başkanlığı adına teklif aldı, iki sene boyunca bu görevde kaldı, Friedenstag operasını besteledi. Ancak bir eser üzerinde Yahudi kökenli yazar Stefan Zweig ile birlikte çalışması sonucunda dikkatleri üzerine çekti ve görevini bıraktı (Bakbak ve Kaynak Akçaoğlu, 2022:49-50).
Goebbels tarafından Besteciler Birliği Başkanlığı’na getirilen, yine onun tarafından ödüle layık görülen Werner Egk, ari ırka mensup sanatçıların ödüllerini takdim etmiş ve Hitler döneminin gençliğine sanat danışmanlığı yapmıştır (Bakbak ve Kaynak Akçaoğlu, 2022: 50). Nazi Almanyası’nda ününe ün katan bir diğer isim Carl Orff olmuştur. Carmina Burana adlı eseriyle bilinen Orff, Hitler yönetimi sırasında çokça eser talebi almıştır.
II. Dünya Savaşı başta Uluslararası İlişkiler tarihi olmak üzere pek çok açıdan iz bırakmıştır. Milyonlarca sivil sürgün edilmiş, öldürülmüş, işkenceye ve istismara uğramıştır. Tarihin karanlık sayfalarında yer edinen bu dönemden sonra propaganda konusunun politikanın içinde yer alması da boyut değiştirmiştir.
Sanatın, bir iktidarın eline geçtiği zaman nasıl bir araç haline gelebileceği, insanlara fiziksel ve psikolojik olarak ne kadar zarar verebileceği konusunda Nazi Almanyası tek örnek olmasa da, özgün bir örnek olarak gösterilebilir. Her zaman güzel olan ile ilişkilendiren sanat, insanları bir araya getirme özelliğinin yanında, ayrıştırma özelliği ile de Hitler Almanyası’nda tezahür etmiştir. Bununla beraber Bahaus Akımı gibi Nazi Almanyası’nın baskıcı ve otoriter tutumuna tepki olarak ortaya çıkan sanat akımları da olmuş, II. Dünya Savaşı sonrası küresel kültür ortamı yavaş yavaş özgürleşmeye başlamıştır.
Kaynaklar
Aşkın Bakbak ve Tuğçe Kaynak Akçaoğlu, “II. Dünya Savaşı Döneminde Klasik Müzik ve Müziksel Gelişmeler”, Online Journal of Music Sciences, Vol: 7, Sayı:1, Haziran 2022, 42-69.
https://doi.org/10.31811/ojomus.1055513
Gözde Ekiz, “İkinci Dünya Savaşı Döneminde Almanya’dan Kaçan Sanatçıların Sanata Katkıları” (Yüksek Lisans Tezi), Işık Üniversitesi, Sanat Kuramı ve Eleştiri Yüksek Lisans Programı, Nisan, İstanbul, 2022
Halide Karabiber ve Nilgün Doğrusöz Dişiaçık, “Nazi Almanyası’nda Bir Propaganda Aracı Olarak Keman: Goebbels’ın Stradivarius’u”, Yegah Müzikoloji Dergisi, Cilt:6, Sayı:3, Aralık 2023, 511-528. https://doi.org/10.51576/ymd.1400548
Juliane Brauer, “How Can Music Be Torturous?: Music in Nazi Concentration and Extermination Camps” Music and Politics, Vol:10, Sayı:1, Kış 2016, http://dx.doi.org/10.3998/mp.9460447.0010.103
Yeşim Özlem Gürer, “II. Dünya Savaş’ında Almanya’da Baskı Altında Müzik” (Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi, Müzikoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2007.