Basit bir hayatı yaşamak yerine basitliğe, sıradanlığa, hafifliğe yönelik özlemlerin sergilendiği; sıradan, dolambaçsız yaşamların gösterilerine sığınan hayatlara sahibiz artık.
Aynı şekilde güzelliğin doyumunu yaşamak yerine sonu gelmeyen bir güzel olma sürecini “güzellik” ideasıyla ikame etmiş durumdayız.
İşin trajikomik yanıysa bu süreç son derece demokratik bir işleyişe sahip.
Bilirsiniz, bir olgunun demokratikleşmesi demek, aslında onun “endüstrileşmesi” anlamına geliyor.
Bir güzellik ideası ya da güzel olanın duyumu yerine güzellik endüstrisi ile karşı karşıyayız.
“Güzel olmak” isteyenlerin bitimsiz, sonu gelmeyen bir tüketici, bir müşteri olmaya gönüllü oldukları bir endüstri bu.
Güzelliğin Tarihine Kısa Bir Bakış: Statü, Aidiyet, Otorite
Güzellik, ilk insana kadar uzatılabilecek yoğun bir geçmişe sahip. Keza güzelliğin asli unsurlarından sayılabilecek kozmetik, makyaj gibi olgular da öyle…
Doğal güzellik diye bir şey olmadığının tıpkı Baudelaire gibi farkındayım. Gerçi Baudelaire, doğal olanı çirkinlikle eş tutabilecek kadar makyaja övgüler düzer: “Güzel ve soylu olan ne varsa aklın ve hesabın sonucudur. Doğanın yarattığı her şey korkunçtur.”
Tahmin edileceği üzere böylesi bir korkunçluktan uzaklaşma çabası bir statü göstergesi haline gelir.
Hegelci manada ifade edecek olursak güzelliği, doğal olanı alt etme bağlamında tinselliğin bir uğrağı olarak bile tanımlayabiliriz.
Örneğin, Merve Genç’in aktardığı üzere bu uğrağa, M.Ö. 10000’lerde Mısır’da kozmetiğin kullanımında tanık oluruz: “Kozmetik söz konusu toplumsal-tarihsel boyutta sağlık ve hijyenin bir parçası olarak kullanılmaktadır. Kadınlar ve erkekler ciltlerini yumuşatmak ve güzel kokmak için susam yağından lavantaya kadar pek çok bileşenden meydana gelen parfümlerle kendilerini süslemektedir.”
Tezat bir örnekse 1900’lerin Londra’sından… Güzellik salonlarının sayısının hızla artmasına rağmen pek rağbet görmemeleri ilginçtir. Dönemin kadınları “dış desteklerle güzel olmanın” utanç verici olduğuna kanaat getirmiş gibidir.
Görüldüğü üzere güzellik, ona ulaşma yöntemlerine sahip çıkma ya da onlara karşı çıkma anlamında bir statü ve aidiyet, ayrıca her şeyden önce doğal olanın korkunçluğu karşısında bir otorite fikrini barındırıyor.
Antik Yunan’da ise güzellik dikkat çekici bir bedenin yanında zihinsel kapasiteden ayrı düşünülen bir olgu değil. Başka bir deyişle, Antik Yunan’da güzel ve çirkin ayrımının fizyolojik boyutunun yanında bir de etik bir bağlamı söz konusudur.
Buradan bakıldığında ise güzellik ile olan ilişkinin karakterindeki yaşamsal dönüşüm kendini açığa vurmakta.
Peşinde Olunan Güzellik
Güzelliğin sahip olunan bir şey, bir nitelik olmaktan çıkması söz konusu.
Jean-Jacques Rousseau para için şöyle bir saptamada bulunur: “Sahip olunan para özgürlük aracıdır, peşinden koşulan para ise köleliğe götürür.”
Güzellik, uğratıldığı endüstriyel bozulmayla artık peşinden koşulan bir şey hâline geldi, getirildi. Dolayısıyla kölesi olunan bir idealden ibaret.
Bu köleliğin en önemli örnekleri “benzerlerin” çoğalmasıdır. Mesele ise kadınların çoğunun dudaklarının, burunlarının benzer bir biçim kazanması değildir sadece. Bu benzerliğin bir norm hâline gelmesi ve açıkçası kimseyi de rahatsız etmemesidir.
Kendi benzerlerini üreten fenomenlerden tutun da bu benzerliğe ulaşmayı yegâne amacı kılmış on binlerce insandan söz ediyoruz.
Görsel ve yayın bolluğu, anında ulaşmanın kolaylığı ile birlikte fabrikasyon güzelliğe ulaşmanın olağanlaşması dikkat çekici. Fabrikasyon güzellik, adı üzerinde tüketilen bir şey ve bitimsiz bir süreç.
Çoğunluk için güzellik bu bağlamda sahip olunan bir şey olmaktan çıkmış durumda. Onları daimi birer müşteri kılacak bir endüstrinin anlık etkisi altına girmiş on binlerce insan, güzellik fikrini bir kenara bırakarak, güzel olmanın insanı topal bırakacak savruluşunda debeleniyor.
Güzellik artık bir statü, nitelik, aidiyet değil, pek çoğunu mezara kadar müşteri kılacak bir endüstri.
Geçmişten Bir Not
Fransisken Jacques de la Marche, on beşinci yüzyılda şu vaazı verir:
“Kadın, süslenmekle ahlaki kısıtlamalardan kurtulacağına inanır, (fakat o) aslında güzellik bakımlarının kölesi haline gelir ve bu yolla şeytanın amaçlarının kölesi olur.”
Günümüzün şeytanı, karşımızdaki insana bakışı bile şekillendiren tüketim kültürü…
Güzel olmak ile güzelliğin müşterisi olmak iki ayrı şey.
Her ne kadar ayrım yapma yetimizi tüketimin dipsiz kuyularında, zamanın hızlanışının kurbanı olarak yitirsek de kalıcı olanın temeli, aşkın, ailenin, mutluluğun kaynağı biraz da bu ayrımda yatıyor.
Hatta kendinizle barışık olmanızın koşulu bile bu ayrımda saklı.