Yapay zekanın kökenleri, genellikle birkaç yüz yıl öncesine atfedilse de, aslında milyonlarca yıl öncesine dayanır. Homo Habilis’in baş parmağının evrimleşmesi, alet yapımındaki becerisi ve dilin evrimindeki rolü, insanlık tarihinde kültürel ilerlemenin temelini attı. Homo Erectus’a geldiğimizdeyse dik duruş ve karmaşık aletler yapabilme yeteneğimiz, soyut düşünme ve iletişim becerilerini fazlasıyla besledi. Bu, insanların avcı-toplayıcı yaşam tarzını kolaylaştırarak grup içi bağları güçlendirdi.
Tam bu noktada hatırlatmakta yarar bulunuyor; yaygın kanının aksine insanlar sadece genleriyle değil, kültürel bilgileriyle de evrim geçirmekte. Başka bir ifadeyle kültürel aktarım birimleri olan Meme”ler1, insanın gelişimini ve bilgiye olan açlığını temsil ediyor.
Dilin gelişimi, gördüklerimize anlamlar yüklememizi sağlayarak evrimsel bir dönüm noktası oluşturdu. Aletlerin kontrolü, ateşin kullanımı ve ilk bilimsel devrim olan pişirme eyleminin icadı ile insanların beslenme alışkanlıkları ve kültürel algıları şekillendi. Taş aletler, insanların biyolojik kapasitelerini aşmalarını sağladı ve yeni bir beslenme zinciri oluşturarak yaşam tarzlarını değiştirdi.
Burada Homo Erektus’un sosyalleşmesinde de önemli bir unsur olan ritüelleri de unutmamak gerekli. Taş aletlerin kullanımıyla birlikte şiddet ritüelinin ortaya çıkması, kültürde erillik olgusunu güçlendirdi. İlk ritüeller, bize ölüm korkusunun etkilerini gösterdi. Arthur Schopenhauer’ın da vurguladığı gibi, insanlar ölümün kesinliğiyle yüzleşerek metafizik düşünceler geliştirdi. Ölümün yeni yeni fethetmeye başladığı bilinç, ilk ritüellerin doğmasında etkili oldu.
İnsanın evrim sürecinde bir hızlı değişim var ki buna “Sıçramalı Evrim Teorisi” diyoruz. Sıçramalı Evrim Teorisi’ne göre ormanlardan savanaya çıkış, evrimin rutin dengesini bozdu ve hızlı bir geçiş yapmasına neden olacak sebepleri oluşturdu. Eğer ormanlardan savanaya çıkış olmasaydı belki de beynimiz bu şekilde evrimleşmeyecekti.
Kültürel değişim ve aletlerin insan üzerindeki etkisi, Homo Sapiens’in yerleşik yaşama geçişinde önemli rol oynadı. İlkel mitolojiler, bilişsel ve tarımsal devrimlerle birlikte kültürel ve inançsal yapıların temelleri attı.
İnsan-doğa ilişkisindeki bu değişim, insanın doğayı kontrol altına alma ve onu bir makine gibi görmesiyle mekanik bir anlayışın doğuşunu simgeledi. Dolayısıyla, günümüzdeki gelişmelerle birlikte belki de insanlar, artık tanrıların yanında daha belirgin bir rol oynayacak konuma yükselmiştir diyebiliriz.
İlk Otonomlar
Yunan mitolojisi ve antik dönemlerden bu yana insan, yapay-insan veya otomatlar fikrini keşfetti ve teknoloji sayesinde yapay varlıkları hayal etmeye başladı. İnsan eliyle yaratılan canlıları andıran otomatlar, Antik Yunan döneminden bu yana var oldu. “Robot” sözcüğü bulunmadan çok önce bu tür icatlara “otomat” denirken Antik Roma dönemindeki bu icatlar büyük ölçüde oyuncaklar gibi eğlence amacıyla kullanıldı. Yunan ve Roma döneminde geliştirilen modellere dayalı makineleri Bizans ve ardından Araplar hayata geçirip geliştirdi.
Aslında Robot’un ne olduğu konusunda birçok farklı tanım yapılabilse de kısaca “canlılara benzeyen işlevleri olan ve onlara özgü davranışlar sergileyebilen makineler” olarak tanımlayabiliriz. Bu icadın temel özelliklerini ise otonom, programlanabilir ve öğrenebilir olarak özetleyebiliriz.
İnsanlık, bilincini elde ettiği zamandan beri alet yapımına devam etmeyi asla bırakmadı. MÖ 800’lerde Homeros’un İlyada’sında bahsettiği Hephaistos’un altından yaptığı otomatik hizmetkarlardan, Talos’a ve Deydalos’un canlı heykellerine kadar uzanan yolculuğumuzda yapay-insan ve otomatlarla ilgili birçok hikayeyle karşılaşıyoruz. Bu efsanelerde canlı olmayan, ancak düşünme yeteneğine sahip otomatlar öne çıkmakta. Aristo’nun “tasım” kavramını ortaya atmasıyla başlayan süreç, Antik Yunanlı matematikçi Ktesibios’un mekanik otomat çalışmaları ile büyük ilgiye mazhar oldu. Ortaçağ’da bu bilgiler unutuldu ancak Arap düşünürler, Yunan felsefesini yeniden keşfederek Avrupa’ya tanıttılar. Böylece yapay zeka ve robotik alanında ilerlemeler sağlandı.
İskenderiyeli Heron, MS 1. yüzyılda otomat düzenlerinin şemalarını vererek mekanik oyuncaklar tasarladı ve ilk buhar tribünlü motoru icat etti. Bunun yanı sıra, MS 8. yüzyılda Câbir İbn Hayyân kimyasal maddeleri sınıflandırarak canlı varlıkların yapımını araştırdı. Hârizmi cebiri bağımsız bir disiplin olarak geliştirirken Banu Musa kardeşler programlanabilir müzik otomatları üretti. El Tusi’nin doğrusal fonksiyon kavramı, modern veri analizi ve yapay zeka için temel oluşturmuş, İbn-i El Nefis ise kanıta dayalı tıp ve sistematik veri toplamanın temellerini atmıştı.
Osmanlı’da Takiyüddin’in mekanik bir saat geliştirmesi, analog hesaplama kavramını ortaya koymuş ve modern bilgi işlem sistemlerine katkı sağlamıştı. Rönesans döneminde Leonardo da Vinci ve Descartes gibi isimler yapay zeka düşüncesini geliştirdi. Leibniz’in ikili sayı sistemini önermesi ve Vaucanson’un flüt çalabilen otomatiği gibi çalışmalar da yapay zeka tarihinde önemli adımları temsil etti. Yapay zekanın gelişimi ve veri analizinin önemi vurgulanırken temelde veri ve Thomas Bayes’in olasılık çerçevesi ile başlayan Bayesian çıkarımıyla makine öğreniminin temeli atıldı. Baron Von Kempelen’in “Satranç Oynayan Türk” otomatı ise insan davranışlarının mekanik olarak taklit edilebileceğini gösterdi.
Anladığımız Şekliyle: “Hızlanıyoruz”
Charles Babbage tarafından 1844 yılında geliştirilen ilk hesap makinesi, fiili olarak yapay zekanın ilk adımlarından biriydi. Bu makineden esinlenen Ada Lovelace, bilgisayarların sadece hesaplama değil, farklı uygulama alanları da olabileceğini savunurken yazılımın kendi başına düşünmeyi öğrenemeyeceğini vurguluyordu. Düşünür Hannah Arendt’de ona destek verip insanların öz farkındalığa eylem yoluyla ulaşabileceğini ve yapay zekanın bu insani özelliği asla öğrenemeyeceğini savundu. Günümüzde her ikisinin de ciddi şekilde yanıldığını biliyoruz.
George Boole’un 1854 yılında mantığı sistematize ederek iş zekasının temellerini attığı, Hollerith’in 1884 yılında veri işleme makinesini icat ettiği ve Tesla’nın kablosuz iletişim öngörülerinin teknolojiyi şekillendirdiği bilinmekte. Yapay zeka; zeka testleri, veri sınıflandırma projeleri ve ilk satranç yapay zekası gibi adımlarla gelişti. Tekrarlayan Sinir Ağları (RNN) öğrenme yetenekleri ile dikkat çekti ve dil işleme gibi alanlarda rol oynadı. RNN’lerin gelişimi ile veri analizi, teknolojinin merkezinde önemli bir konum kazandı.
Taş aletlerden yapay zekaya uzanan yolculukta insan önce şekil vermeye başladı. Tarıma anlam yükleyerek bu süreci ilerletti. Mitolojiler, hikayeler ve anlatılar evrim sürecini işlemeye devam etti. Daha sonra otonomları şekillendirdi ve bununla birlikte yapay zekaya anlam kazandırdı. Şimdi de biyoloji ile bütünleşerek androidleri şekillendireceğe ve transhümanizm dediğimiz sürece anlam katacağa benziyor.
Fotoğraf: Maximalfocus
- Meme’ler, internet üzerinde anonim olarak genellikle popüler resim, video, kelime ya da cümleler şeklinde yayılan ve geniş kitlelerce manası anlaşılabilen olgulara deniyor. ↩︎