[voiserPlayer]
NATO, Türkiye’nin Batı’ya, Batı derken de demokratik ülkeler grubuna bağlı kalmasını sağlayan en önemli çıpalardan biri hâline geldi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin karaları uygulanmadığı için Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliği risk altında.
Avrupa Birliği ile ilişkiler o kadar geriledi ki, vizelerin kalkmasını konuşurken, iktidar şimdilerde vize kolaylığına razı oldu.
Demokratik geriye gidiş nedeniyle Türkiye’nin NATO üyeliği, geçmişe oranla daha da önem kazandı.
Siyasilerin, özellikle yükselen Batı karşıtlığı nedeniyle NATO’yu sanki Türkiye’nin içinde olmadığı bir kuruluşmuş gibi göstermesine alışkınız. “NATO’nun Libya’da ne işi var” söylemi dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Aynı Erdoğan, 2015’te Rus uçağı düşürüldükten sonra NATO’nun Karadeniz’de daha fazla varlık göstermesi gerektiğini de söylemişti. Ama şimdilerde kimse o demeci hatırlamak istemez.
Türk kamuoyunda NATO deyince akla Amerika geliyor. Ancak NATO, Türkiye’nin tam anlamıyla söz sahibi olduğu, razı gelmeyeceği hiçbir şeyin NATO bazında gerçekleşmeyeceği bir siyasi-askeri örgüt. Bir anlamda NATO’nun Türkiye demek olduğu unutuluyor.
NATO ile Türkiye sanki karşı karşıya geliyormuş gibi bir söylem üst düzey askeri bir yetkiliden gelince de insan şaşırmadan edemiyor.
Türkiye’nin Karadeniz Hassasiyeti
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu geçen ay genç subaylara seslenirken, “NATO’yu veya Amerika’yı Karadeniz’de istemiyoruz,” dedi.
Bu açıklamayı mercek altına almakta fayda var. Ama öncesinde, Türkiye’nin Karadeniz’deki hassasiyetlerini hatırlatmak gerek.
Öncelikle, ABD gibi bir süper güç dünyanın dört bir köşesine ulaşabiliyor olmayı ister. O nedenle kara, hava, deniz sınırlarını elinden geldiğince zorlamaya çalışabilir. Süper güç olduğu için her istediğini -özellikle de mevcut anlaşma ve uygulamaların sınırlarını zorluyorsa- yapmasına izin vermek zorunda değilsinizdir; eğer farklı fayda-kar hesabınız sizi farklı düşünmeye sevk etmiyorsa.
Ankara uzun yıllardır ABD’nin Karadeniz’de askeri varlığını artırmak istemesinden kuşku duyuyor. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin getirdiği kısıtlamaları zorlar mı diye kaygılı. Kimilerine göre bu kaygıları haklı çıkartacak somut veri yok. Kimilerine göre ise ABD’nin bazı adımları, Türkiye’nin aşırı kuşkuculuğu nedeniyle endişeyle karşılanıyor.
Ankara, ABD’nin kendi manevra alanını arttırmak için Karadeniz’e kıyıdaş NATO ülkeleri Bulgaristan ve Romanya’yı kullandığını düşünüyor.
Karadeniz, kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerine kapandı. İşte böyle bir ortamda Rusya, Ukrayna’ya saldırınca, Montrö Sözleşmesi’nin uygulanması daha da kritik bir önem aldı.
Türkiye çok kısa sürede bu gelişmenin Rusya ile Ukrayna arasında bir savaş olduğunu söyleyerek 19. maddeyi yürürlüğe soktu. Buna göre, Rusya ve Ukrayna’nın savaş gemilerine Boğaz geçişi kapatıldı. 19. madde, savaş patladığında Karadeniz dışında bulunan ve fakat Karadeniz filosuna bağlı gemilerin geri dönmesine imkan tanıyordu. Buna rağmen Türkiye Moskova’ya, “Karadeniz filosuna bağlı gemilerini de Boğazlardan geçirme” dedi ve Rusya’nın herhangi bir itirazı ile karşılaşmadı.
19. madde kapsamında kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Boğazlardan geçip Karadeniz’e girme hakları olmasına rağmen Ankara, NATO müttefiklerinden savaş gemilerini Karadeniz’e göndermemesini istedi. NATO ülkeleri de şimdiye kadar bu talebe uydu.
Ankara 19. maddenin kapsamını gayri resmi olarak genişleterek, Karadeniz’i hem Rus hem de kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerine kapattı ve Karadeniz’de askeri bir tırmanma olasılığını önlemiş oldu.
Bu tabii aynı zamanda seyrüsefer serbestisinin kısıtlanması anlamına geliyor. Bu durumu NATO müttefikleri ne zaman değiştirmeye çalışacak diye Ankara’nın tedirgin bir beklenti içinde olduğunu varsayabiliriz.
Bu noktada Oramiral Tatlıoğlu’nun açıklamalarına dönelim:
“Bildiğiniz gibi NATO Karadeniz’de bazı tedbirler almaya çalışıyor. Ancak Karadeniz’de bu tedbirleri biz kendimiz alacağımızı ifade edip NATO’yu veya Amerika’yı Karadeniz’de istemediğimizi beyan ediyoruz. Ukrayna-Rusya savaşından dolayı 400’ün üzerinde Karadeniz’e dökülen mayın var. Bu mayınlardan 17 tanesi sahillerimize geldi. 2 tanesini tespit edemedik. Bir tanesi Kastamonu Cide’de, diğeri de Karadeniz Ereğli Liman girişinde patladı. Karadeniz’de bu mayınlarla mücadele ediyoruz. İki anlamda çok tehlikeli, birincisi az önce ifade ettiğim gibi o bölgede TPAO’nun çalışan gemileri var. Onlara çarpması durumunda o sondaj gemilerinde çalışan arkadaşlarımız ve aşağıda açık durumda bulunan doğal gazı kaybetmiş oluruz. Dolayısıyla, Karadeniz’de çok ciddi bir mücadele içerisindeyiz. Aynı zamanda biliyorsunuz Karadeniz’de Tahıl Koridorunun güvenliğini biz sağlıyoruz. Her ne kadar tahıl koridoru 2023’te kapanmış olsa da tekrar açılması için girişimler devam ediyor ve bu tahıl koridorundaki bütün gemi geçişlerini ve Karadeniz’deki bütün bu mayın gibi tehlikeleri Deniz Kuvvetlerimiz olarak bertaraf ediyoruz. Amacımız şu: Montrö’ye uyulsun. Karadeniz’de biz bütün güvenliği sağladık. Biz Türkiye olarak Karadeniz’de bütün güvenliği sağlarız. Karadeniz’i Ortadoğu’ya çevirmesinler. Dolayısıyla, Karadeniz’e herhangi bir ülkenin veya NATO’nun girmesini istemiyoruz.”
Karadeniz Mayın Tarlası Oldu
Bu ayrıntılı açıklamadan anlaşılacağı üzere Karadeniz’de başıboş gezen mayınların bulunup imha edilmesi gibi bir sorun var. Bu sorun elbette sadece Türkiye için değil, diğer kıyıdaş ülkeler için de tehlike oluşturuyor.
İşte bu tehlikeyi bertaraf etmek adına Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’ya ortak çalışmayı önerdi. “Bu sorun bizim sorunumuz, bunu biz çözelim” dedi. Bulgaristan ve Romanya bu öneriye sıcak baktılar ve çalışmalar da başladı. Hatta neredeyse bugün yarın ortak operasyonun başlaması bekleniyor. Adının da İngilizce kısaltması MCBS, Mine Cleaning Black Sea (Karadeniz Mayın Temizleme) olması olası.
Ancak ihtimal ki Bulgaristan ve Romanya hem imkanları daha sınırlı olduğu hem de Türkiye’nin tersine NATO’yu Karadeniz’de daha az değil daha çok görmek için İttifakı kıyısından köşesinden bu operasyona dahil etmek istiyor. Ankara’nın çok arzu etmediği bir durum bu. Oramiralin açıklamalarını, kıyıdaş olmayan NATO ülkelerinin Karadeniz’de mayın temizleme operasyonuna katkı sağlamasına dönük girişimlerin tetiklediğini tahmin ediyorum.
Karadeniz Güvenliği: O İş Bende
Ankara NATO’nun Karadeniz’de artacak olası varlığının hem Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında askeri kriz riski taşıdığını düşünüyor, hem de kıyıdaş olmayan NATO ülkelerinin, mayından temizleme operasyonu çerçevesinde de olsa, Karadeniz’e giriş yapmasının önünü açmak istemiyor.
NATO aslen, Türkiye’nin Karadeniz’de oynadığı başat rolü takdir ediyor. Türkiye’nin Karadeniz’deki deniz üstü ve altındaki istihbarat bilgilerini Ukrayna’yla paylaşıyor olmasından da memnun.
Türkiye şimdilerde sıkça kullanılan tabirle Karadeniz güvenliği için “o iş bende” diyor. “NATO’nun fazladan desteğine ihtiyaç yok” diyor.
Ve fakat aynı yaklaşım Bulgaristan ve Romanya için geçerli olmayabilir. “Rusya’yla sen başa çıkabilirsin de Karadeniz’de sırtımızı sadece sana dayamasak. NATO’ya üye olduysak Rus tehdidinden korunmak için olduk. Şimdi NATO’nun imkanlarından niye yararlanmayalım ki” diyor olmaları muhtemeldir.
Bu konu bir şekilde tatlıya bağlanır. Burada düşündürücü olan üst düzey bir komutanın gerek genç subaylara gerekse kamuoyuna seslenirken NATO’yu sanki Türkiye’nin hasmıymış gibi bir ifadeyle anıyor olması. “Karadeniz’i Ortadoğu’ya çevirmeyin” deyip NATO’yu ABD ile aynı cümlede kullanırsanız, hem genç subaylar hem de kamuoyu açısından NATO’yu ötekileştirmiş, “NATO, ABD’nin Avrupa’daki askeri koludur” algısını güçlendirmiş olursunuz.
Böyle bir algı yarın bir gün kamuoyunun, Türkiye’nin “ABD’nin askeri kolu olan bir örgütte ne işi var” sorusunu daha sık sormasına yol açar ki Türkiye’nin NATO üyeliğinin ülkenin güvenlik mimarisine katkısını en iyi bilecek olanların üst düzey askeri yetkililer olması beklenir.