Kültürel Çalışmalar Bülteni
Sosyal bilimlerde kültür kavramı, üzerinde ortak bir tanımlamanın yapılamadığı ve birden fazla dinamiği içerisinde barındıran bir kavramdır. Bu nedenle tek bir disiplin ile açıklanamayacağı gibi dinlediğimiz müzikten yönetilme şeklimize, giyim tarzlarımızdan gündelik yaşamımızda yer edinen geleneklere veya bir ülkenin sanat anlayışına kadar birçok farklı kulvarda kendisini gösterir ve farklı disiplinler tarafından farklı şekillerde ele alınarak açıklanır.
Kültür kavramı 18. yy’a kadar bireyin kendisini akıl yoluyla geliştirdiği ve bir aydın haline getirdiği “tekil” anlamda kullanılmış; 18.yy’dan sonra ise bir toplumun kültürünü ifade etmek için “çoğul” anlamıyla kullanılmaya başlanmıştır.[1] Fransız İhtilali’yle birlikte kültür, bireysel akıl ve aydınlanmadan görece uzaklaşarak siyasal alana kaymış, 19.yy’da ise Alman romantik düşünce akımının etkisiyle kültür tartışmaları çeşitlenmiştir.[2]
Dünya savaşlarının yarattığı yıkımların ardından Soğuk Savaşın getirdiği ideolojik kutuplaşmada ABD’nin SSCB karşısında yalnızca ekonomik ve siyasal bir güç olarak değil, kültürel bir güç olarak da ayrılması, Avrupa’nın kültürel tarih üzerindeki etkisini azaltmıştır. Teknolojik gelişmelerin yaşanmasıyla beraber uygarlık ve kültürün aynı anlamda kullanılıp kullanılmayacağı sorusu kültür tartışmalarının günümüze gelene kadar geçirdiği dönüşümde önemli bir yer tutmaktadır. Bana kalırsa bu ayrım, ekonomik gücün kültürdeki etkisine verilen değere göre değişiklik gösteriyor.
Bireylerin grupları oluşturduğu, bu grupların da toplumları meydana getirdiğini göz önünde bulundurursak insanın olduğu her yerde kültürün maddi ve manevi tüm unsurlarıyla orada olacağını da kabul etmek gerekir. Dolayısıyla kültür kavramını tek bir disiplinle açıklamaya çalışmak ve çokça parçaya bölmek bütüncül bakmayı engelleyebilir. Raymond Williams, kültür kavramını incelerken dört anlamı vurguluyor: Sanatsal ve düşünsel eserler toplamı; ruhsal ve zihinsel gelişim süreci; insanların yaşamlarına yön veren değerler, gelenekler, inançlar ve simgesel pratikler; bütün bir yaşam tarzı.[3]
Bu doğrultuda yüksek kültür, popüler kültür, milli kültür, halk kültürü, kitle kültürü, küresel kültür, alt kültür gibi kategorilere ayrılan kültür incelenirken incelendiği dönem ve koşula bağlı olarak farklılaşıyor. Örneğin, Soğuk Savaş sonrası küresel kültürün dikkate alınması veya Fransız İhtilali’nden sonra milliyetçi hareketlerin artmasıyla milli kültürün incelenmesi, Avrupa’daki burjuvazi anlayışıyla beraber yüksek kültür üzerine düşünülmeye başlanması gibi.
Birmingham Kültürel Çalışmaları ve Alt Kültür
Bir toplumda genel kabul gören kültür ögelerinin dışında kalan, ancak tamamen ondan bağımsız da olmayan, küçük grupları temsil eden kültüre alt kültür denir. Fakat burada karıştırılmaması gereken husus, alt kültür gruplarının varlık amacı, hâkim kültüre karşı bir direniş sembolü olmak zorunda değildir. Böyle bir durumdan söz edersek bunu karşıt kültür olarak nitelendiririz. Alt kültür grupları, genel kültür içinde kendi kültürlerini yaşatmaya çalışan, kendi kültür kodlarını ifade etmek isteyen gruplardır daha ziyade. Bu kodları ifade etmenin asıl amacı hâkim olanı yok etmek değil, kendini göstermektir çoğu zaman.
Kültür kavramı başlarda sosyoloji ve antropoloji alanları içinde incelenmeye değer görülmüştü. Ancak siyaset bilimiyle ilişkisi ABD’nin hegemonik bir güç hâline gelmesinden sonra, özellikle Post-Marksistlerin üzerine eğildikleri ve eleştirel teoriyi besledikleri bir alan olmuştur. Böylelikle Theodor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcuse, Walter Benjamin, Jurgen Habermas gibi önemli isimleri bünyesinde barındıran Frankfurt Okulu, farklı disiplinleri bir araya getirerek kitle kültürü, popüler kültür, meta ve fetişleşme üzerine yoğunlaşmış; “kültür endüstrisi” kavramını ortaya atarak kültür kavramının incelenmesine ciddi katkıda bulunmuşlardır.
Frankfurt Okulu eleştirel teorinin özünü oluşturmuş, farklı disiplinleri bünyesinde barındırarak siyaset bilimine bu konuları dâhil etmede öncü olmuştur. Fakat onların üzerinde çalıştıkları kültür yaklaşımı, daha çok ABD hegemonyasının dünya ülkeleri üzerindeki etkisine değinen küresel kültürü anlamaya yönelikti. Dolayısıyla, toplumların önemli bir kesimini oluşturan alt kültür grupları üzerinde yapılan çalışmalar genel anlamda İngiliz Okulu ile bütünleşmişti.
İngiliz Okulu diğer bir adıyla Birmingham Kültürel Çalışmaları, II. Dünya Savaşının son bulduğu, görece “daha özerk” ve “daha az otoriter” bir dönemde kurulmuştur. Birmingham Kültürel Çalışmaları, Richard Hoggart, Edward P. Thompson, Raymond Williams’ın ve daha sonraları onlardan bayrağı teslim alan Stuart Hall’ün akademik çalışmaları doğrultusunda 1964 yılında Birmingham Üniversitesi Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin (CCCS) kurulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Başlarda, İngiltere’nin sosyopolitik yapısını inceleyerek işçi sınıfı üzerine çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmaların odak noktası Margaret Thatcher’ın yeni sağ anlayışı ile dünyanın savaş sonrası içinde bulunduğu koşullar olmuştur. Ancak İngiliz Okulu’na tek bir bütün olarak bakılmaması gerekir. Zira, başlarda işçi sınıfı merkezli çalışmalar yürütmüş olsalar bile 1970’lerle birlikte değişen koşullara ayak uydurmuşlar ve bugün “yeni toplumsal hareketler” olarak adlandırdığımız akademik disiplinin temellendirmelerini yapmak konusuna eğilmişlerdir.
İngiliz Okulu, Frankfurt Okulu’na nazaran kendisini daha esnek tutmuş; o zamana kadar kültür kavramına ekonomik determinizm anlayışı çerçevesinden bakmanın dışına çıkmışlar, sembolik olanlara değinmek istemişler ve kültürü salt maddi dinamikler üzerine oturtmaktan uzaklaşmışlardır. Şüphesiz, kurucu isimlerin alt kültür içerisinden gelerek akademik ortama dâhil olmalarının bunun üzerinde etkisi vardır.
1970’li yıllarla beraber süregelen toplumsal hareketlerin değişime uğramaya başlaması, daha önce görünür olamamış grupların (kadınlar, siyahiler, LGBT+ vb.) sokakları teslim almasının önünü açmıştır. Birmingham Kültürel Çalışmalar nezdinde çalışılmaya değer bulunan bu gruplar, okulun akademik çalışmalarını besleyen temel kaynak olmuş; böylelikle feminist teori, ırk çalışmaları, postmodernizm, küreselleşme, post-kolonyalizm, medya ve iletişim çalışmaları, dil çalışmaları gibi geniş bir yelpazeye sahip alanlar kendisine akademik alanda yer bulmuştur. Bu sayede siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler içinde makro teorilerin (Grand Theory) yanında mikro teorilerin önünün açılmasına katkı sağlamışlardır.
İngiliz Okulu ile birlikte kültür yalnızca üst sınıfın sahip olduğu sermaye düşüncesinden çıkarılmış, kimlik politikalarına yoğunlaşarak alt kültür grupları incelenmeye başlanmıştır. Özellikle Stuart Hall’ün son dönem çalışmalarıyla ivme kazanmış, 1990’larla beraber etkisi farklı kıtalara dağılmış, İngiltere bazında ise sonradan etkisi azalmıştır.
Bu etkinin azalmasındaki en önemli payı, ABD’nin kültürel çalışmalara olan ilgisi ve buna yönelik yaptığı çalışmalar olarak görmek mümkündür. Frankfurt Okulu ile beraber Kıta Avrupası olarak başlayan süreç, İngiliz Okulu ile Anglosakson çalışma hâline gelmiş ve zamanla yerini daha çok ABD’nin güdümüne bırakmıştır. Bu anlamda gerek belirli bir teorik zemine oturmadığı, gerek net bir sorunsalı ve metodolojisi olmadığı eleştirilerini alsa da İngiliz Okulu, sokakta olanı akademik alana taşıması ve disiplinlerarası bakış açısının kurulması bakımından kültürel çalışmalar tarihinde önemli bir konumdadır.
[1] Esra Yıldız, “Kültürün Felsefi Temelleri”, Journal of Life Science, Vol:1, No:1 Batman Üniversitesi, 2012, s.449. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/313573
[2] François Chaubet, “Avrupa’nın Entelektüel Tarihi: 19. ve 20. Yüzyıl”, İletişim Yayınları, (Çev). Z. Hazal Louze, 1. Baskı, İstanbul, 2021.
[3] Terry Eagleton, “Kültür”, Can Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 2019.
Fotoğraf: Henry & Co.