[voiserPlayer]
Daktilo1984 kurulduğu 2019 yılından bu yana akademik bilgiyi daha tüketilebilir formlar içerisinde geniş kitlelere ulaştırmak suretiyle akademyanın medyası olma ve Türkiye’deki kamusal tartışmayı daha rasyonel bir zemine çekme işlevini yerine getirmeyi sürdürüyor. Bu hedef doğrultusunda 500’den fazla yazarın ürettiği binlerce içerik ile zenginleşen websitemiz, nitelikli bir sosyal bilimler arşivi olma yolunda hızla ilerliyor.
Dijital alanda websitesi, podcast kanalları, YouTube kanalı ve diğer sosyal medya araçları ile 4 yıldır sürdürdüğümüz yayıncılık deneyimimizi, farklı eğitim projeleri ile de katılımcılarla paylaşıyoruz. Ekim ve Kasım aylarında biri Ankara’da, 2’si İstanbul’da ve bir tanesi de online olmak üzere dört oturumdan oluşan “Akademisyenlere, Entelektüellere ve Uzmanlara Medya Eğitimi” projesini tamamladık. Bu eğitimler kapsamında farklı disiplinlerden ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden katılım sağlayan 70 akademisyen, uzman ve entelektüele; kamusal entelektüellik, yeni medya, akademi-medya ilişkisi, sosyal medya, podcast, bülten ve op-ed yazımı gibi alanlarda deneyimlerimizi aktardık.
Daktilo1984 olarak kamusal tartışma ortamının rasyonelleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi hedefimizi bu eğitimlerle pekiştirerek kamusal entelektüel kavramının Türkiye’de gelişip serpilmesi ve kamuoyunda etkin bir şekilde var olabilmesinin de taşlarını döşediğimize inanıyoruz. Bu noktada, kamusal entelektüel nedir sorusuna yanıt aramanın da gerekli olduğunu düşünüyorum.
Kamusal Entelektüel Nedir, Ne İş Yapar?
Kamusal entelektüel kavramı dilimize yeni yerleşti. Elbette ki daha önce de entelektüeller vardı ve çeşitli konularda fikirlerini bizlerle paylaşıyordu. Bu insanlar için ayrıca bir kavram icad etmek zorunda kalmamıştık. Olsa olsa, bu insanların meslektaşları veyahut yakın çevreleri, onların çok göz önünde olduklarını veya ilgiyi sevdiklerini söylüyorlardı. Ancak ayırt edici bir sıfat ile tanımlanmıyorlardı.
Bu durumun entelektüellerden daha çok kamusal alan ile bir ilgisi vardı muhtemelen. Zira, sosyal medya devriminden önce kamusal alan belirli iktidar merkezlerinin etkisi altındaydı. Ya devlete ait medya organları tarafından belirlenmiş yayınlar, ya ideolojik grupların denetiminden geçen eserler ya da belirli sermaye gruplarının filtresinden geçen içerikler halka sunuluyordu. Dolayısıyla, aslında toplum arayış içindeydi ve tercih hakkına sahip olan bir özne olmaktan uzaktı. Onun yerine toplum; bürokratlar, editörler veya kanaat önderlerinin seçtiği kişilerle muhatap ediliyordu. Yeni isimlere ulaşmak ciddi bir gayret ve ilgi gerektiriyordu. Bu yüzden, entelektüel sıfatı kamusal alana cesaretle çıkan ve söz söyleyen kişilere değil, mühim insanlar tarafından keşfedilmiş ve lütuf olarak topluma sunulan sembol isimlere işaret ediyordu.
Bu durum zaman içerisinde değişti. İki olgunun bu değişim üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum. Birincisi, dijitalleşme kamusal yayın platformları üzerindeki tekelleri alt üst etti. Artık editörsüz, filtresiz bir dönemdeyiz ve kitlelere seslenmek oldukça maliyetsiz bir iş. Network’lerin, soy isimlerin, aile dostlarının, bitirilen okulların, mensubu olunan cemiyetlerin önemsizleştiği ve söz söylemek için hiçbir otoriteyi ikna etmek zorunda kalmadığınız bir durumdan bahsediyorum.
Bu denetimsizlik hâli, niteliksiz birçok içeriği, komplo teorilerini, ucuz halkla ilişkiler kampanyalarını karşımıza çıkarsa da önceki yıllarda kapıları tutanları ikna edemediği için kamusal hayata çıkamayan birçok entelektüelin de önünü açtı. Sosyal medya platformları, podcast ve YouTube kanalları ve fikir yazılarına yer veren web portalları ulaşılmaz gibi gözüken fildişi kulelerin yerini aldı.
İkinci olgu ise popülizmin küresel yükselişidir. İnsanı ilkelleştiren, duygusallaştıran ve toplumu kutuplaştırarak birbirine karşı kışkırtan olumsuz özelliklerini bir tarafa bırakırsak popülist zeitgeist, insanların siyaseti ve sosyal olguları hayatlarının merkezine aldıkları ve sürekli olarak bu konular üzerinden pozisyonlandıkları bir dönemi beraberinde getirdi. Bu durum da kamusal alanda söz söyleyen entelektüellere olan ilgiyi kaçınılmaz şekilde arttırdı. Artan ilgi ise söz söyleme iştahına sahip entelektüellerin jargonunu ve tarzını değiştirdi. Birçoğu, sıradan insanlarla ilişki kurmanın utanılacak bir şey olduğu önyargısını bir tarafa bıraktılar ve kendi analitik çerçevelerini anlaşılabilir bir dilde ifade etmeye çalıştılar.
Günümüz kamusal entelektüeli bu süreçlerin sonucunda ortaya çıktı. Ne var ki, bu olgular ciddi riskleri de beraberinde getirdi. Dijital özgürlük, entelektüellere platform sağladı. Ancak artık onların boğuşmak zorunda oldukları editörlerin yerini manipülasyon üstadları, komplo teorisyenleri, akademik ünvanının arkasına saklanarak saçmalama hakkını kendinde gören ve orta yaş krizini bu şekilde atlatmayı planlayan “boomer” erkekler ve toplumsal karşılığı düştükçe dijital platformlarda daha çok bağıran marjinal gruplar aldı.
Sonuç olarak, dijitalleşme kamunun sağlıklı bir entelektüel yorum ile buluşmasını kolaylaştırmadı. Sadece entelektüelleri zahmetli bir editöryal süreçten kurtardı. Ancak bu durum daha çetin bir rekabeti doğurdu. Üstelik bu sefer rakipleri, amentüsü logical fallacy olan insanlar, geçirdikleri ahlaki krizleri ideoloji zanneden psikolojik vakalar ve marjinal söylemleri kamusal alana boca eden öfkeli, linç etme ve ettirme meraklısı kanaat önderleri oldu.
Bununla beraber, kendini bu karmaşada korumak isteyen birçok entelektüel stratejik davranmak zorunda olduğunu keşfetti. Stratejik bir suskunluk, stratejik bir yüzeysellik, stratejik bir ahlakçılık, stratejik bir tutum alma eğilimi kendini gösterdi. Entelektüel, fikirlerini kamusal alanda sergileme amacından saptı, oluşturduğu personanın devamlılığı için gayret eder oldu. Bu persona ile çelişen herhangi bir fikri dile getirmekten ürker hale geldi ve günün sonunda takipçilerinin ortalama zeka ve kültür seviyesiyle mükemmel bir uyum yakalamayı amaç edindi. Linçleri, tepkileri, kimi zaman tehditkar kimi zaman alaycı yorumları, takdir edilmeyi beklerken en ummadığı yerden aldığı alakasız eleştirileri ve kamusal alanda yaftalanma riskini göğüslemek kolay değildir. Kamusal entelektüel de bu yüzden popülizmin ruhu tarafından ele geçirilmeye müsait hale geldi.
Bütün bu tehlikeler, kamusal entelektüelin rolünü yanlış oynadığı zaman olabilecekler hakkında bir şeyler söylüyor bize. Ortada bir entelektüel kalmayabilir ve bu, entelektüelin kişisel sorunundan daha büyük bir meseledir. Günün sonunda, toplumun entelektüele duyduğu inanç sarsılabilir ve entelektüellik anlamsızlaşabilir. Öte yandan, kamusal entelektüelin rolünü doğru oynaması, toplumun kriz zamanlarında gözünün içine baktığı, kamusal alanı propaganda ve politik manipülasyonlardan kurtaran, dolayısıyla makro ve mikro iktidarların tahakküm kurma sürecini zorlaştıran bir entelektüel profilinin yükselmesini de beraberinde getirebilir ki bu iyi ve lazım bir şeydir.
Bu konuda aslında daha çok konuşmak ve yazmak gerekiyor. Kamusal alanın niteliği ve entelektüelin karakteri daha fazla tartışılmayı hak ediyor. Bu konuda net ayrımlar ve tanımlamalar yapmanın, üzerinde mutabakata varılacak yargılar oluşturmanın ne denli zor olduğunun farkındayım. Ancak bunu yapmalı ve vazgeçmemeliyiz. Şunu kabul etmemiz gerekiyor ki, kapı bekçilerinin, fildişi kulelerin, anlaşılmadıkça değerli olduğu zannedilen ve sürekli olarak yazarında çizerinde keramet aranan içeriklerin dönemi bitmek üzere. Doğru iletişim her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. Bunu kurmak ve bir norm inşa etmek ise zaman alacak.