[voiserPlayer]
Temmuz ayının sonlarında başlayan sıcak hava dalgası sebebiyle 10 gün boyunca Türkiye’de kavurucu sıcaklar etkili oldu. Yüksek sıcaklıklar sadece Türkiye’yi değil tüm küreyi etkisi altına aldı. Tüm dünyada Temmuz ayı sıcaklık rekorlarıyla başladı. Ortalama sıcaklıklar aynı hafta içerisinde üç kez üst üste rekor kırarken ABD National Centers for Environmental Prediction (NCEP) verilerine göre Temmuz’un ilk haftasında dünya yüzey sıcaklığı ilk kez 17 derecenin üzerine çıktı. 6 Temmuz 2023 tarihinde ise bu rakam 17.23 dereceye ulaştı.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres iklim krizini, “küresel ısınma devri artık kapandı, küresel kaynama dönemi başladı” şeklinde tanımlıyor. Okyanusların ısınması, Basra ve Akdeniz havzasında ölçülen rekor sıcaklıklar, küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine karşı derhal tedbir almamız konusunda âdeta alarm veriyor. Ancak iklim değişikliği hâlen uzak bir gelecekte yaşanacak olan bir felaket olarak görülüyor ve önlem alınmakta gecikiliyor.
Peki, küresel kaynama döneminde insanlığı ne gibi sonuçlar bekliyor, Türkiye’de ölçülen rekor sıcaklıkların temel sebepleri ne? İklim değişikliği hakkında merak edilenleri İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Öğretim Üyesi ve Afet Yönetimi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’na sorduk.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, içinde bulunduğumuz iklim krizini “Küresel ısınma devri artık kapandı, küresel kaynama dönemi başladı” şeklinde tanımlıyor. Siz bu ifadeye katılıyor musunuz? Küresel kaynama döneminde insanlığı nasıl sonuçlar bekliyor?
BM’nin IPCC diye bir birimi var: hükümetler arası iklim değişikliği paneli. Genel Sekreter bu panelin aldığı kararların uygulanmasını istiyor. Çünkü genellikle bu IPCC kararları gönüllülük esasına dayalı. İyi niyet üzerinden yürüyor ve genellikle devletler IPCC toplantılarında hedef koyuyorlar. Ancak uygulamalar zayıf. O yüzden bir an önce harekete geçilmesini istiyor genel sekreter. Eskiden iklim değişikliği var mı yok mu tartışmaları yapılırdı. İklim değişikliğini inkar edenler oldu. İşaretlerini görmüyoruz, hele bir olsun sonra hallederiz diyenler, sorunu zamana yayanlar vardı.
Bu eleştiriler tabii önlem alınmasını geciktiriyor, uygulamada tedbirlerin alınmasını engelliyor. O yüzden aktivistler iklim değişikliğini kriz yaptılar; artık kriz, krizdeyiz, daha olacak etsek filan değil, şu an oluyor. Ne yapacaksanız yapın hareket eşiğinden geçin dendi. İşte genel sekreter de bu minvalde konuşuyor. Yani o da artık ısınıyoruz filan değil, artık ısındık bittik, bunun etkilerini yaygın bir şekilde görüyoruz, harekete geçin demek istiyor. Bu nedenle kullanılan edebi kelimeler bunlar. Şimdiye kadar hep söylenen şeyler, işte kuraklığın şiddetlenmesi, sellerin artması, orman yangınlarının artması, bazı hastalıklarda artışlar. Özellikle gelişmemiş ülkelerde baş etme yetenekleri zayıf olduğu için bu olaylar büyük yıkımlara neden oluyor. Bu yıkımlar göçlere neden oluyor. Bir de kuzey ve güney ülkeler arasında tüm dünyada büyük bir sosyoekonomik huzursuzluğa, barışı etkileyen büyük bir dünya problemine dönüşüyor.
İklim krizine dair en büyük yanılgılardan biri onun gelecekte bir gün gerçekleşecek, bizden sonraki kuşakları etkileyecek “yavaş ilerleyen” bir felâket olarak tasavvur edilmesi. Bu yanılgının sebepleri nedir?
Bu iklim konusunu havadan sudan herkes konuşuyor. Bazıları da bilimsel temellerinden uzaklaştırarak bu konuyu çok abartıyor. Konuya dikkat çekmek için ya da proje almak gibi sebeplerle vesaire… Herkes bilimci oldu yani. İş bir kere çığırından çıktı. Çok abartıldığı için sulandırıldı ve inandırıcılığını da kaybetti tabii biraz.
İklim değişikliği gerçekten büyük bir problem. Bu problemin ciddiyetini anlatmak için etrafa çok bakmaya gerek de yok. Olduğu gibi yalın haliyle bu problemi ortaya koymak gerekiyor. İnsanlar gelecekteki kronik problemlere göre harekete geçmiyorlar. İnsanlar genellikle akut problemlerde, yani o anda yaşadığı güncel şeylere daha çok tepki gösteriyor. O yüzden, ileride olacak, şöyle olacağız, böyle olacağız dendiği zaman, bir de bu durum abartıldığı zaman pek inandırıcı olmuyor; çözümler erteleniyor. Böyle erteleye erteleye bugünlere geldik.
Geçtiğimiz yıllardan bu yana Marmara müsilajı, bitmeyen orman yangınları ve “eyyamı bahur” sıcakları gibi olaylar peş peşe yaşandı. İklim Krizi’nin Türkiye’ye yakın ve uzak etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye İklim Krizi’nden en çok etkilenecek ülkelerden biri mi?
Marmara Denizi’ni kanalizasyon gibi kullanırsanız fosseptik çukuruna döner ve müsilaj olur. Bunu iklim değişikliği ile bağlantılı düşünmemek gerekir. Orman yangınlarının yüzde 88’ini insanlar yapıyor onu da iklim değişikliklerine bağlıyorlar. Bu eyyamı bahur gibi saçma sapan lafları da bana söylemeyin. Bunların meteoroloji bilimiyle alakası yok, sokak ağzı bunlar. 100 yıl önce kullanılan sayılı günler, artık bahur vs. kullanmıyoruz.
İklim değişikliği konusu biraz magazin haline geldi. Bir de her şeyin suçlusu iklim değişikliğiymiş gibi davranılıyor. Sanki insanlık olarak her şeyi doğru yapıyoruz da bir tek iklim değişikliği kaldı. Suyu çıktı bu işin. Adam derenin ortasına evini yapıyor, sel geliyor evin içinden geçiyor, balkondan akıyor. Diyorlar ki iklim değişikliği… Senin evinin derenin içerisinde ne işi var?
Dünyada da İklim Krizi’nin getirdiği birçok sorunla yüzleşiyoruz. Okyanusların ısınması, buzulların erimesi ve Basra ve Akdeniz havzasında ölçülen rekor sıcaklıklar küresel ısınmanın artık geri döndürülemez bir noktaya geldiğini gösteriyor mu?
Ben iklim krizi lafını kullanmıyorum. Aktivist değilim. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında Türkiye, Avrasya’da, yani Avrupa ve Asya’da ilk üçtedir. Türkiye’nin ekolojik yapısı çok zengin, biyo çeşitliliği çok yüksek. 8000 kilometreden fazla deniz kıyısı var. İki kıta arasında köprü konumunda. O nedenle Türkiye çok göç alıyor ve iklim değişikliği nedeniyle de yeni göç alması muhtemel. Bu nedenle ilk üç en riskli ülke arasında yer alıyor.
Dağdaki çoban dedelerimiz bir odun sobası yaktığında ortaya çıkan karbondioksit 200 sene havada kalıyor. Şu an dünyada bütün karbon emisyonlarını durdursak, araziye olan müdahaleleri durdursak, havadaki sera gazları en az 200 sene varlığını sürdürecek. Yani iklim değişikliğini bir anda önlememiz mümkün değil. Ama kötü etkileri azaltmamız mümkün. Bundan dolayı iklim değişikliği ile mücadele, uyum ve hafifletme şeklinde açıklanır.
Yakın zamanda iklim krizi nedeniyle dünyanın mevcut düzenini değiştirecek bir iklim göçü beklemeli miyiz?
İklim göçü zaten şu anda gerçekleşiyor. Zaten her tarafta, tarımda toprağını kaybetmiş insanlar genelde göç ediyor. Türkiye’deki Pakistanlıların, Afganların birçoğu eskiden tarımla uğraşan insanlardı. Türkiye’de yine yurtiçi göçlere baktığınız zaman köylerden kentlere olan göçlerin özünde de tarımla geçinemeyen insanların olduğunu görürsünüz.
Bu durumun bir kısmı tarım alanlarının artık verimli olmaması, bir kısmı da başka sebeplerden kaynaklanıyor. Yani iklim değişikliği kötü şartları daha da kötüleştiriyor, tek başına sebep olmuyor. Özellikle Avrupa’nın en büyük korkusu kuzey Afrika’dan büyük kitlesel göç gelmesi. Makro planda, şu anda dünyadaki göç hareketlerinin bir kısmında iklim değişikliğinin rolü var.