[voiserPlayer]
Malum. İnsanlık tarihi için en kritik kırılma, tarım devrimi. Ondan sonra ise sanayi. İkisi arasındaki fark önemli. Tarım devrimi Bereketli Hilal ve Anadolu’da başladı. Ancak farklı coğrafyalarda, mesela, Hindistan ve Çin’de, birbirinden bağımsız olarak, birbiri ile bir ilişkiler ağı içine girmeden sürdürüldü. Sanayi devrimi öyle değil. Sanayi devrimi Batı Avrupa’da başladı ve dünyanın geri kalanını, kurulacak derin kapitalistik ilişkiler ağı sayesinde, Batı Avrupa’ya bağımlı kıldı. Netice ise “development of underdevelopment.” Batı Avrupa gelişirken, dünyanın geri kalanı geri kaldı.
Hocam, kapitalistik ilişkiler ağı ile Wallerstein’ın kastettiği anlamda bir dünya sisteminden bahsediyorsunuz sanırım.
Tam olarak öyle. Ancak ikili ilişkilerin bir tarafın lehine, diğer tarafın aleyhine olması, Andre Gunder Frank’tan ilhamla. Development of Underdevelopment meşhur kitabının adıdır. Yaşar Kemal’in Teneke’sini tartışırken bunları aklınızın bir köşesinde tutmanızı rica ediyorum. Zira bu kısa roman aslında kapitalist dünya-sistemine entegrasyonun yerelde yarattığı sınıfsal çelişkilerin canlı bir tasviri. O açıdan son derece değerli. İlk önce romanı tekrar kurgulayarak başlayalım mı? Yeri geldikçe ilişkili teorik tartışmalara gireriz. En basit soru ile başlayalım. Hikaye nerede geçiyor?
Çukurova’da.
Çukurova’da bir ilçede.
Adı yok mu bu ilçenin?
Hatırlamıyorum. Kağızman?
O Kars’ta tayin edileceği yer.
Peki bu ilçenin bariz özelliği ne?
Civarındaki tarlalarda çeltik ekiminin yapılması.
Çeltik… Tarlalar… Başka dikkatinizi çeken ne var? Sınıfsal yapı nasıl mesela?
Büyük toprak ağaları var.
Küçük arazi sahipliği?
Olsa bile siyasi etkinlikleri yok.
Hocam büyük toprak ağaları ve küçükleri arasında menfaat çelişkisi var mıdır?
Güzel soru. Sence?
Economies of scale, yok mu? Tabii, tarihin o anında küçük toprak sahibi var mıydı? Yaşar Kemal’in kastettiği tarihi andan bahsediyorum. Ancak nihayetinde tarihin çöplüğüne atılacak bir sınıf.
Proleterianization kaçınılmaz mı?
Bütün memlekette belki değil ama Çukurova’da kaçınılmazdı bence.
Baktın mı peki?
Neye hocam?
Çukurova’daki halihazırdaki toprak sahipliğinin yapısına?
İstatistik var mıdır hocam?
Bi̇r bak bence. Tartışmanın selameti için sadece büyük toprak ağaları var diyelim. Gerçekten de küçük toprak sahiplerinin en azından hikayede bir etkinliği yok. Başka kim var?
Köylüler var. Büyük toprak ağalarının topraklarında çalışanlar.
Sömürülen sınıf.
Zorla mı sömürülüyorlar?
Kendi iradeleri var gibi gözüküyor.
Devletin kanun veya zorba gücüyle sürdürülen bir sömürü yok ortada elbette. Daha çok devletin varolan şartları değiştirmemesi hasebiyle köylülerin başka bir alternatifinin olmamasından mütevellid bir hal söz konusu.
Köylüsün sen köylü kal.
“Köylüleri niçin öldürmeliyiz?” başlıklı bir şiir yok muydu?
Köylüden, halleri hakkında, yani büyük toprak ağaları ile aralarındaki ilişki türü ile alakalı şikayet eden yok. Şikayet ve itirazlarının sebebi başka.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz? şiirinde dendiği gibi.
Tekrar hikayeye dönsek mi? Büyük toprak ağaları ve köylülerin haricinde kim var ana aktör olarak?
Devlet var.
Devlet kim?
Kaymakam.
Jandarma.
Resül Efendi. Tahkikatçı mıydı? Öyle bir şeydi.
Tahrirat o. Tahrirat Katibi. Yani Yazı İşleri Müdürü.
Ha…
Hikayenin ana aktörleri bu kadar. Temel sorun ne? Hikayenin temel dinamiği?
Aşk üçgeni gibi bir durum var sanki hocam. Devlet var. Köylüler var. Büyük toprak ağaları var. Devlet hangisini seçecek? Kimin tarafını tutacak?
Peki kimin tarafını tutuyor?
Köylüleri seviyor, ama büyük toprak ağalarının tarafını tutuyor. Selvi Boylum, Al Yazmalım.
Aşk analojisinden devam etmesek! Tartışma biraz sulanacak sanki.
Neden, güzel benzetme değil mi?
Bir perspektif sunabilir elbette. Ama öyle bir analojiye ihtiyaç var mı? Açıkçası şüpheliyim.
Hikayenin temel dinamiği hemen hemen açılış bölümünde ortaya konuyor bence hocam.
Nasıl?
İlçenin kaymakamı yok. Resül Efendi vekil ve büyük toprak ağalarının ağır baskısı altında. Baskıya karşı durursa başına gelebileceklerden korkuyor. Bir ev yaptırmış. Tam rahata kavuştuğunu sanıyor. Ancak toprak ağalarının Ankara’ya yolladığı şikayetler yüzünden başka bir yere sürülebilir, bütün ailesinin rahatı bozulabilir. Hatta suikastle bile öldürülebilir.
Peki baskıyı neden görüyor?
Toprak ağaları çeltik ekimlerine başlayabilmesi için kaymakamın onayı gerekiyor. Resül Efendi kaymakam vekili olarak onaylamak istemiyor.
Neden? Bir sorun mu var?
Çeltik tarlaları civar köylerde özellikle çocuklarda sıtma hastalığına ve ölümlere sebep oluyor. Resül Efendi çocuk ölümlerinin vicdani sorumluluğunu taşımak istemiyor.
Peki sorun sadece vicdani bir sorun mu?
Değil. Galiba yürürlükte olan bir kanun var ve bu kanun çeltik ekimine ilişkin oldukça katı kurallar getiriyor.
Hangi kanun? Araştıran oldu mu?
İçeriğine bakmadım ama cidden 1936 yılında çıkarılmış bir kanun var hocam: Çeltik Ekim Kanunu.
Romanda vurgulanan iki tür kısıtlama hatırlıyorum. Teki sulama düzenine ilişkin, diğeri de çeltik tarlalarının en yakın yerleşim mahaline uzaklığına.
Yanlış mı hatırlıyorum? Kanallarla alakalı da bir düzenleme vardı. Çimento ile kaplanmalı filan.
Evet, ben de hatırlıyorum.
Resül Efendi’nin endişesi toprak ağalarının kanunda belirtilen kısıtlamalara uymamaları.
Nihayetinde o kısıtlamalara uymak daha az ürün, daha fazla masraf demek.
Yaşar Kemal devlet konusunda kararsız kalmamış mı sizce de? Devlet köylüyü koruma amacıyla toprak ağalarının menfaatine karşı bir kanun çıkartıyor. Ancak aynı devlet koyduğu kanunu uygulamıyor. Ama yine de bir kanun çıkarmış.
Haha. Dostlar alışverişte görsün kabilinden.
Medeni dünyada böyle, biz de yapalım demiştir birileri.
Ben Cumhuriyet elitlerinin o kanunu çıkarırken samimi olduğuna inanıyorum. Ama şimdilik konumuzdan sapmayalım. Resül Efendi’nin endişesini anladık. Sonra ne oldu?
Kasabaya yeni bir kaymakam atanır.
Resül Efendi de böylece baskıdan kurtulur.
Yeni kaymakam nasıl birisi?
Yeni mezun. Haliyle genç.
İstanbullu. Taşradan habersiz.
Tecrübesiz. İlk kaymakamlık deneyimi.
Bunlar duruma müdahelesini nasıl etkiliyor peki?
Kaymakamın geleceği haber alınınca toprak ağaları, ilçeden büyük bir kalabalık eşliğinde arabalarla onu karşılamaya tren istasyonuna gidiyorlar.
Sonra ona kalması için büyük bir ev tahsis ediyorlar.
Vatan millet Sakarya edebiyatı da gırla. Ne yapıyorlarsa vatan için, millet için yapıyorlar. Yoksa şahsi menfaat, haşa.
Haliyle çömez kaymakamın gözü boyanıyor. Ve Resül Efendi’nin vekil olarak onay vermediği bütün izinlere izin veriyor. Tarlaları gidip şahsen teftiş etmeden.
Çeltik Kanunu’ndan da habersiz. Çeltik ekiminin çevresel etkilerinden. İnsan sağlığına olabilecek etkilerinden.
Hikaye böyle bitmiyor herhalde?
Yok. Bir toprak ağasının aç gözlülüğü kaymakamı uyandırıyor.
Nasıl?
Okçuoğlu namlı bir toprak ağası var. Altı bin dönümlük bir arazisi var. Ancak arazinin tam ortasında bir köy var.
Sorun nedir?
Kanuna harfi harfine uysa arazisinin bin beş yüz dönümüne ekim yapamıyor.
Yüzde yirmi beşi. Büyük bir rakam.
Çözüm?
Okçuoğlu köyün sahibi Osman Ağadan köyü kiralıyor ve köylülerden ürünlerini peşin satmalarını istiyor.
Buradaki düzenlemeyi tam olarak anlamadım ben. Köy Osman Ağa’ya ait değil mi? Civarı Okçuoğlu’na. Ancak köylülerin ürünleri de var.
Ortakçı olarak çalışıyorlar diye anladım ben. Osman Ağa’nın tarlalarını ekiyorlar. Ürünü topladıktan sonra yarısını ona veriyorlar, geri kalanı kendilerine saklıyorlar.
Okçuoğlu, romandaki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, cömert bir teklif yapıyor.
Köylülerden de pek bir itiraz gelmiyor aslında. Ya teklifi fazlasıyla cömert buluyorlar, ya da korkuyorlar.
Eski eşkiyalardan Memed Ali itiraz ediyor aslında. Teklifi kabul etmiyor. Okçuoğlu’na dikleniyor filan.
Zeyno kadın da köylüleri karşı çıkmaya teşvik ediyor.
Netice?
Netice. Köylüler bir sabah kalktıklarında bütün köyü sular altında buluyor. Meğer Okçuoğlu gece kanallardan suyu salmış ve arazilerini tamamen su içerisinde bırakmış.
Köylü perişan halde. Bütün köy, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, herkes ilçeye gidip kaymakama durumu anlatıyorlar.
Resül Efendi de kaymakama çeltik ekimi ile alakalı kanunu veriyor.
Kaymakam duruma uyandıktan sonra?
Çeltik ekimine ilişkin mevzuatı uygulamaya çalışıyor ve tabii toprak ağaları ile papaz oluyor.
Peki uygulayabiliyor mu?
Uygulayamıyor.
Nasıl?
Kaymakam suyu kestiriyor. Arazilere su verilmesin diye suyun başına jandarma dikiyor.
İşe yarıyor mu?
Yaramıyor çünkü toprak ağaları jandarmaya rüşvet veriyor ve emri uygulatmıyor.
Burada biraz konudan sapmama müsade edin. Cumhuriyet elitlerinin Çeltik Ekim Kanunu ile samimi olduklarına inandığımı söylemiştim ya. Bu inancımın sebebi şu: Bir devletin kanun yapması, yapabilmesi başka; o kanunu etkin bir şekilde uygulayabilmesi hali başka. Devletin kapasitesi tartışması. Yaşar Kemal’in Teneke’sinde rastladığımız devletin kapasitesinin yetersizliği hali. Bu yetersizliğin sebeplerinin neler olabileceği ayrı bir tartışma konusu.
Hocam, Yaşar Kemal’in devlet konusunda kararsızlığı, devletin de jure gücü ile de facto gücü arasındaki farkı net bir şekilde formüle edememesi olabilir mi?
Mümkün. Ama bu büyük bir eksiklik mi? Değil bence. Zira Yaşar Kemal’in kaygısı bu değil. Onun dikkati başka bir konuya çevrili. Ve yaptığı şu haliyle bile çok değerli. Tekrar olacak ama. Yaşar Kemal Teneke’de, aslında kapitalist dünya-sistemine belirli bir tarım ürününün üretiminde uzmanlaşarak entegre olan bir tarım bölgesinde, entegrasyonun neticesi olarak oluşan sınıfsal yapının, sınıfsal çelişkilerin ve sınıfsal mücadelenin ana hatlarının resmini çiziyor. Çizdiği resmin eksikleri var mı? Elbette var. Mesela, varolan sömürü düzeninin üstünü örten ideolojik örtü daha detaylı ele alınabilirdi. Mesela din hiç yok. Halbuki din böyle bir ortamda en iyi uyuşturucu rolünü oynar. Köylülerin dini yok mu? Milliyetçilik var. Ancak o da daha çok toprak ağalarının devlete şirin gözükmek, devleti aldatmak için kullandıkları bir söylem olarak var. Yoksa pek samimi değiller. Kaymakam gibi mesela. Köylülerin, Marx’ın diliyle konuşursak, protestolarının dili nedir? Sokaklara dökülmeyi kastetmiyorum. Söylemsel protestolarının. İç çekişlerinin? Hiç mi farkında değiller içinde bulundukları koşulların? O kalpsiz, ruhsuz, vicdansız koşulların. Nedir hepsini güzel gösteren, unutturan afyon? Uzattım. Hikaye nasıl sona eriyor?
Toprak ağaları Ankara’ya ardı ardına şikayet dilekçeleri yolluyor ve en son bir heyetle İç İşleri Bakanlığına gidiyorlar.
Haritadan yer beğen, kısaca.
Evet. Kaymakan Kars’ın Kağızman ilçesine tayin edilir ve kasabadan ayrılır.
Romanın adı neden Teneke peki?
Evet neden? Hiç dikkat etmedim.
Acı değil mi? Köylüler için toprak ağalarına kafa tutan, hatta hayatını tehlikeye atan adam ilçeden apar topar ayrılırken kasabanın çocukları tenekeler çalarak uğurlar onu. Sevinç gösterileriyle.
Uğur Mumcu’nun o acı yazısını hatırladım.
Nasıl?
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabamız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep…
Üçüncü dünya mürekkep yalamışlarının değişmeyen kaderi. Teneke’nin kaymakamının kaderi.
Yaşar Kemal, Teneke, YKY. 1966.