[voiserPlayer]
Yorucu bir iş gününün ardından evde koltuğa uzanıp televizyonu açtığınızı farz edin. Televizyonda öyle bir dizi görüyorsunuz ki dizinin baş kahramanı sizsiniz. Dizi sizin bir gününüzü anlatıyor; konuştuğunuz insanlar, selamlaştığınız kimseler. Siz dahil hayatınızdaki herkes sizinle birlikte dizide ve profesyonel oyuncularla oynanan bu dizide, hayatınızdaki tüm bu insanlarla günlük yaşadığınız olayları seyrediyorsunuz. Sadece siz değil, sizinle birlikte tüm dünya da seyrediyor bu diziyi, yani hayatınızı. Ancak tek bir fark var, siz dizide kötü birisiniz.
Netflix’in fenomen dizisi Black Mirror’ın 6. sezonu yakın zamanda izleyiciyle buluştu. Sezonun ilk bölümü, yukarıda özetlemeye çalıştığım hikayeyi konu alan Joan Is Awful isimli bölümdü. İzlemeyenler için spoilerdan kaçınarak kısaca özetlemek gerekirse, kurgunun baş karakteri Joan (Annie Murphy), algoritma ve veri analiziyle uğraşan devasa bir şirkette yönetici pozisyonunda çalışan bir kadın. Bu açıklamanın yanı sıra oldukça tek düze bir karakteri var Joan’ın; kendisine düşkün “nice guy” nişanlısı, unutamadığı eski sevgilisi ve her gün işte muhatap olması gereken onlarca çalışan…
Aslında hepsi bu ve hayatı yalnızca bundan ibaretken, bir akşam eve geldiğinde Joan kendisini, kendi hayatını konu alan bir dizinin baş karakteri olarak görüyor, üstelik kendisini ünlü oyuncu Salma Hayek oynuyor. Aynı saç tipi, aynı kıyafetler, aynı müzik zevki, aynı alışkanlıklar, aynı iş, aynı hayat… İlk başta sevgilisinin bir şakası zannettiği bu diziyi izledikçe ve gerçekten günlük yaşantısını tasvir ettiğini gördükçe gerçekliğini kabulleniyor. Üstelik diziyi seyreden yalnızca o da değil. Herkes ama herkes diziyi izliyor ve Salma Hayek’in başrolde oynadığı Joan’ın hayatına tanık oluyor.
Ancak ifade ettiğim çok önemli bir farkla: Dizide Joan, çok kötü biri olarak tasvir ediliyor. Kaba, kibirli, narsist, çevresindeki insanların duygularını umursamayan… Biz izleyiciler günlük yaşantısından “gerçek” kesitleri izlerken, fiktif dizideki sahnelerin “çarpıtılmış” olduğunu fark ediyor ve Joan’un isyanına hak veriyoruz. Ancak hayatındaki diğer karakterler; nişanlısı, çalışanları ve onu tanıyan ya da tanımayan herkes için dizideki gerçeklik, gerçek hayatın önüne geçiyor. “Gerçek olmayan” dizideki “gerçek olmayan” konuşmalara, sanki “gerçekmiş” gibi “Evet, gerçekten de böyle dedi, baksana, ne kadar kötü biri…” şeklinde karşılık veriyorlar.
Black Mirror’ın bu bölümünü seyrederken ilk sahneden beri aklımdaki şu düşünceyi bir türlü atamadım: Bir dakika ya, ben bu filmi seyrettim…
Yine geçtiğimiz günlerde, TRT’nin çiçeği burnunda dijital yayın platformu tabii’de, bir dizinin lansmanı yapıldı. İzleyiciler ve yorumcular, dizinin baş karakteri ve kurgusu ile Gezi Davası dolayısıyla 2017’den bu yana, 2000 günü aşkın bir süredir, tutuklu bulunan insan hakları aktivisti Osman Kavala arasında keskin ve haklı bir bağlantı kurdu.[1]
Dizinin olay örgüsünün yanı sıra, baş karakteri Teoman Bayramlı’nın (Can Nergis) arkaplanı ve özellikle tasviri arasında kurulan bu bağlantı, sosyal medyada birçok kullanıcıya aslında bir “şakaymış” izlenimi verdi.
Elbette dizinin ismi Black Mirror’da olduğu gibi “Osman Kötü Biri” olmadı. Hoş, dizinin yapımcıları böyle talihsiz bir zamanlama söz konusu olduğunda bu fırsatı kaçırdıkları için üzülmüş olmalılar. Yine de, Joan Is Awful’u seyrederken TRT yapımı Metamorfoz/“Osman Is Awful™” arasında bir bağlantı kurmaktan kendimi alamadım.
Şu bir gerçek ki Metamorfoz gerçek olayları ve insanları konu olan ilk yapım değil, son da olmayacaktır[2]. Kaldı ki Metamorfoz ile Joan Is Awful arasındaki en temel fark, Joan tek düze bir kişilik iken Osman Kavala’nın kamusal bir figür olması. Ancak her ne kadar Joan Is Awful, sıradan insanların dahi hayatının çarpıtılmış kurguya konu olabilmesini hukuken meşrulaştırmaya çalışıyorsa da kamusal figürlerin hayatını izinsiz surette “mimik” etmenin hem hukukî hem de ahlaki pek çok pürüzü var.
Ancak bu yazıda tartışmak istediğim konu bu ahlaki ve hukukî sakıncalar değil. Bana göre Joan Is Awful ile Metamorfoz arasındaki en önemli kesişim noktası, gerçekliğin “kötülük” kurgusu üzerinden çarpıtılması. Çünkü her iki yapımda da meselenin gerçeği olduğu gibi yansıtmak olmadığı, kurgunun, daha geniş anlamıyla hikaye anlatıcılığının, ontolojisi bakımından apaçık ortada. Bu noktada sorulması gereken soru, neden kötülüğün iyiliğe tercih edildiği sorusudur.
Joan Is Awful dizisindeki önemli bir tirat, bu durumu büyük ölçüde açıklıyor: Çünkü insanlar kötülüğü daha kolay satın alıyor. Dizideki kurgusal yapım şirketi Streamberry’nin neden Joan Is Awesome (Joan Harika Biri) isminde biri dizi yapıp Joan’ın günlük yaşantısını daha optimist bir çerçevede yorumlamadığını anlamak bu açıdan zor olmuyor. Çünkü insanlar televizyon karşısına geçip bir kişinin iyilik satmasını izlemek istemiyorlar.
Bu, tıpkı Jonathan Gottschal’ın The Story Paradox isimli kitabında tartıştığı, hikaye anlatıcılığının insanlığın hem kurtarıcısı hem de yıkıcısı olabildiği sorunsalını aklımda canlandırdı[3]. Gelgelelim konu, tek düze bir hayat ve sıradan bir karakter olduğunda böyle, ancak konu Osman Kavala gibi kamusal bir figür olduğunda söz konusu hikaye anlatıcılığı birkaç seviye daha derinleşiyor.
Çünkü Metamorfoz/Osman Is Awful yapımı işin içine Althusser bağlımında “iktidar aparatı” kavramını dahil ediyor.[4] Böylece ortaya, Joan Is Awful’un yalnızca kâr kaygısıyla yola çıkan ve bu kaygıdan hareketle bireylerin günlük hayatını sömürebilen bir yapım şirketi değil, doğrudan iktidarın ideolojik aparatı olmuş bir yapım şirketi girdiğinde ortaya çıkan iş, ancak Joan Is Awful v.2™ oluyor. Yani kâr kaygısı ideolojik kaygıyla birleştiğinde biz, yalnızca gerçekliğin çarpıtılmasını izlemekle kalmıyoruz, gerçeklik bir politik ajanda çerçevesinde çarpıtılmış da oluyor. Ancak neticeler aşağı yukarı her ikisinde de aynı: Kötülük inandırıcı geliyor. Dizideki anlatımla kötülük satın alınıyor.
Joan Is Awful’da hiç kimse diziyi izledikten sonra Joan’ın nasıl biri olduğuyla ilgilenmiyor. Dizide tasvir edilen olay örgüsü ve diyaloglar, insanlar için “gerçek” Joan’ın hayatı ve yaşayışı hakkında değerlendirmede bulunmak için kâfi geliyor. Joan’ın “gerçekte” nasıl davrandığıyla değil, dizideki insanlara nasıl davrandığıyla daha çok ilgileniyorlar.
Gottschall, “The Story Paradox” isimli çalışmasında gerçeklik ile kurgu arasındaki çizginin bulanıklaşmasının tamamen kurgusal bir dizideki kötü karakteri canlandıran bir oyuncu için dahi mümkün olduğunun altını çizmişti.[5] Bu durumun, kurgusal kötülük ile gerçek hayat arasında daha keskin bir ilişki kurulduğunda daha dramatik bir biçimde tecrübe edilebileceği konusunda hiç şüphe yok.
Toparlamak gerekirse, Netflix’in meşhur yapımı Black Mirror’ın bu bölümünün yayınlanmasıyla Metamorfoz yapımının yayınlanması arasındaki zamansal yakınlığın, gerçek ve kurgu arasında bazı mülahazalarda bulunmamız için iyi bir fırsat olduğu kanaatindeyim. Kurgu ve hikaye anlatıcılığı, tekdüzelikle ve iyilikle fazla ilgilenmez. Çünkü bu, satın alınabilir bir olgu değildir. İnsanların izlemesi için gerçekliği çarpıtmak, kurgunun en temel pratiklerinden bir tanesidir. Bu da aslında bizi şu son soruya getirmektedir: Çizgiyi nerede çekeceğiz?
Jonathan Gotschall’ın “hikaye paradoksu” işte tam da burada devreye giriyor. Kurgu, insanların akşam televizyon karşısına geçip keyifli vakit geçirebileceği bir medyan olabileceği gibi, maalesef, insanları bir ajandaya, bir fikre ikna etmek için de iyi bir araç olabiliyor. “Joan Kötü Biri” fikri ile “Osman Kötü Biri” fikri arasındaki en önemli kesişim noktası budur.
Gelgelelim şu da önemli bir gerçek ki kurgu ile “ajanda” arasındaki çizgi de son derece ince ve insanlar, benzer şekilde bir ajandanın kokusunu aldıkları yapımları da satın almıyorlar. Bu durumun en meşhur örneklerinden bir tanesi, Hitler’in propaganda bakanı Göbbels’in Horst Wessel mitinin istenen başarıya ulaşamaması.[6] Zira burada başarıyı iyi tanımlamak gerekir. Başarı, eğer istenen ajandanın izleyiciye yansıması ise çok fazla umut gözükmemektedir. Ajandanın kokusunun hissedildiği yapımlar bakımından Horst Wessel miti gibi pek çok hikaye tarihin çöplüğüne girip unutulacaktır. Metamorfoz örneğinde de durum böyledir. Buna karşın başarının ölçütü yapımın izlenmesini sağlamak, dolayısıyla kâr elde etmek ise başarı daha mümkündür. Joan Is Awful örneğinde durum bu şekildedir. Aradaki temel fark, propaganda ajandası ile yalnızca “drama üretmek” arasındaki keskinliktir.
[1] Kavala davasının kronolojisi için bkz. https://www.osmankavala.org/tr/hukuki-surec/kronoloji
[2] Dünya sinemasında ve televizyonculuğunda sayısız örneği olsa da Türkiye bağlamında bu ilişkinin biraz daha zımnî de olsa hissedildiği ve izleyicinin de kurguyu bu bağlamda satın aldığı yapımların en popüleri, zannedersem Kurtlar Vadisi’dir.
[3] Gotschall “The Story Paradox: How Our Love of Storytelling Builds Societies and Tears them Down” Basic Books, 2021.
[4] Althusser “Ideology and Ideological State Apparatuses” La Pensée, 1970.
[5] Gotschall A.g.e.
[6] Baird “Goebbels, Horst Wessel, and the Myth of Resurrection and Return” Journal of Contemporary History 17 (4), 1982.