[voiserPlayer]
Kadirşinas Daktilo 1984 Okuyucuları,
Kısa bir aradan sonra yine huzurlarınızdayım. Türkiye’de gündem akla ziyan savrulmalarla devam ediyor. Zaten çok ciddi bir uluslararası ilişkiler-strateji-jeopolitik-savaş ve terör uzmanı enflasyonumuz vardı. Suriye’ye yapılan askeri müdahale de iyice tuz-biber oldu.
İbranice bilmeden ‘İsrail’in büyük oyunlarını’ çözenler mi istersiniz, Arapça bilmeyen Orta Doğu uzmanları mı… Hatta size elimizde bolca bulunan ABD Kongresinin yetkilerinden bihaber, Başkan Trump’ın azli hakkında ahkam kesenleri verebiliriz.
Kıymeti kendinden menkul ‘uzmanların’ avaz avaz bağırdığı bu meydanlardan, benim gibi yaşı da artık kırkı devirmiş akademisyenler ziyadesiyle uzak durmaya çalışıyor, benim sap ile samanı birbirinden ayırabilen değerli okuyucularım. Ama eğer bu konularda aklı selim bir şeyler okumak isterseniz, sevgili Burak Bilgehan Özpek’in yazılarına bakınız derim. Hem konulara hakim, hem sakince, hem de
sebep-sonuç ilişkilerini net ortaya koyan yazılar bunlar. Kuru gürültüye pabuç bırakmayıp, düzgün çalışmalara değer verelim hep birlikte.
Bense bu netameli konulara hiç girmiyorum, moralini yüksek tutmaya çalışan sevgili okurlarım. Çünkü biraz da güzel şeylerden bahsedelim ama, değil mi? İzninizle bu yazıda sizleri alıp biraz daha uzaklara götürmek istiyorum.
Bir akademik konferans davetlisi olarak Meksika’nın kuzeyinde yer alan Monterrey şehrindeydim. Konferans bizdeki UİK muadili, Meksika’nın Uluslararası İlişkiler camiasının düzenlediği yıllık kongre. Bu yıl organizasyon olarak 50. yıllarını kutladılar. Ayrıca Uluslararası İlişkiler disiplininin de 100. kuruluş yıldönümüydü. Ben de meslektaşlarımla orada olmaktan çok memnuniyet duydum. Şimdi sizleri çok fazla rakama, tabloya boğmadan, hatta aralara da renk ve resim serpiştirerek kısaca izlenimlerimi aktarmak isterim:
Daha önce Meksika’nın çeşitli bölgelerinde bulunmuş, saha araştırması yapmıştım. Ama bu kadar kuzeye hiç gelmemiştim. Hakikaten oldukça kendine has bir bölge. Öncelikle şehir iktisadi açıdan çok dinamik ve zengin. Ülkenin 3. en büyük şehri. Ekonominin, özellikle de imalat sanayiinin kalbi burada atıyor. Bunu hemen daha havalimanından çıkar çıkmaz karşılaştığınız büyük ve lüks otellerden, şehrin büyük kısmını kaplayan fabrikalardan ve sanayi bölgelerinden kestirmek mümkün.
Şehrin büyük kısmı adeta organize sanayi bölgesi gibi. Çok fazla fabrika ve imalathane var. Kişi başına düşen gayri safi milli hasıla ulusal ortalamanın neredeyse iki katı. Monterrey üreten bir şehir. Biraz etrafta dolaşınca fark etmemek mümkün değil. Neler üretiyorlar derseniz, her şey var! Yiyecek içecekten dünya çapında meşhur bira markalarına, beton, kimyasal ve kozmetik ürünleri, demir-çelik, doğal gaz, otomotiv, cam ve son olarak elektrik-elektronikte dev isimler burada harıl harıl üretim yapıyorlar.
Ancak hikaye burada bitmiyor. Monterrey sadece imalat sektörüyle sınırlı değil. Aynı zamanda daha ileri sektörler de burada yer tutmuşlar. Örneğin bilgi-iletişim teknolojileri, yazılım ve donanım şirketleri, sağlık sektörü ve biyo-teknoloji, imalat sanayiindeki şirketlerin araştırma ve geliştirme birimleri, laboratuvarları, vs… Bunlar da hızla artıyor şehirde.
Yatırım ve üretim yapan markaları sıralayayım isterseniz: Siemens, LG, Samsung, Sony, Toshiba, Nokia, Dell, Boeing, Kia, General Motors, Toyota… Citibank gibi finans devleri ve Avis, Holiday Inn gibi hizmet sektörü devleri de baş köşede yer kapmışlar. Aklınıza gelen hangi dünya markası varsa burada!
Biz muhtarlık seçimi de dahil her seçim öncesi yerli otomotiv icat etme hayalleri ile avunalım, Meksika dünyadaki en büyük 7. otomotiv üreticisi olmuş bile! Otomotiv üretiminin %25’i Monterrey’de gerçekleşiyor. Otomotiv sektörünün bir güzel özelliği, geniş çaplı yan sanayii yaratması. Her ne kadar markalar yabancı da olsa, otomotiv sektörünü destekleyen binlerce küçük ve orta ölçekli yerli firma ile büyük bir dinamizm fırsatı yakalıyor Monterrey. Ankara’da OSTİM’i düşünün. Şehrin etrafına dağılmış onlarca OSTİM var.
Ancak Monterrey bu demir-çelik ve otomotiv sektörleriyle kısıtlı kalmamış. Ekonomik kalkınma yarışında daha ileri kulvarlarda koşmaya devam ediyorlar. İletişim teknolojilerinde pek çok yeni firma kuruluyor, kurulanlar büyüyor, Silikon vadisi ile yakın işbirliği içindeler. Hem kendileri teknoloji üretiyor, hem kolayca teknoloji transfer ediyorlar. Üniversitelerle yakın işbirliği var. Özellikle mühendislik bölümlerinde öğrenci sayıları sürekli yükseliyor, çünkü artan istihdam var.
Biz şehir merkezlerindeki her türlü yeşil alanı, ortak kamusal alanı tarumar ederken, Monterrey’de kocaman bir fabrika alanının park ve sosyal alan olarak kullanıldığını gördüm, inanın gözlerim doldu…
Metallerin yüksek ısıda eritildiği fırınlar şimdi olmuş müze. Minik bir teleferikle fabrikanın bacalarına tırmanıyorsunuz, panoramik açıdan şehri seyrediyorsunuz. İnsanlar üç-otuz kuruşa bisiklet kiralıyor, kocaman, ağaçlar içerisindeki parkta bisiklete biniyorlar. Minik çocukların binebileceği kiralık 3 tekerli bisikletler bile düşünülmüş! Daha ‘cool’ olan gençler paten ve kaykay tepesindeler. Her manzaralı yeşil alanın olmazsa olmazı, evlenen çiftler gelmiş fotoğraf çektiriyor. Aileler, çocuklar, gençler, her yer cıvıl cıvıl. İnsanların bila-ücret gidebilecekleri, gezip dolaşıp temiz hava alabilecekleri kocaman bir kamusal mekan yaratılmış, Meksika’nın en endüstrileşmiş şehrinde.
İktisatta en çok sevdiğim kavramlardan biri, ‘opportunity cost’ kavramı. Bizde de sanıyorum fırsat maliyeti diye çevrilmiş. Nedir bu? İktisatçı dostlar affetsinler. Ben çok basitçe şöyle bir örnekle tarife çalışayım: Yani her tercihinizin belli bir maliyeti var. Onu yapmayıp başka bir şey yapsaydınız, maliyeti ne olurdu? Bunu bilmek ve muhasebesini yapabilmek önemli. Örneğin, siz diyelim ki kahve sever bir okuyucumuzsunuz: Her hafta Starbucks’tan birkaç latte alabilirsiniz. Bunun size belli bir maliyeti olacak. Bu tercihiniz sonucu ay sonu cebinizden yüzlerce lira eksilmiş olacak. Oysa bu latte paralarını biriktirip, döviz veya altın gibi daha kalıcı bir yatırım yapabilirdiniz. Bu yatırımlar zamanla büyüyüp sizin refah seviyenizi daha yukarı çıkarabilirdi. Ancak siz tercihinizi yatırım değil tüketimden yana yaptınız.
Bendeniz yıllardır bu ‘opportunity cost’ kavramı ile evdekilere kan kusturuyorum, tembellik sevmez, verimli ve rasyonel sevgili okuyucularım. Sizlere de tavsiye ederim. Eşim ve oğlum ekran başında uzun süre oyun oynayıp zombi gözlerle boş boş baktıklarında, ‘Ne ayıp! O kadar vakti ziyan edeceğinize neler neler yapabilirdiniz, ekran başında öldürülen zamanın bir maliyeti var!’ diye çemkiriyorum kendilerine. Ben sağa-sola konferansa gidince evde bir bayram havası!
Şimdi geliyorum sadede: Monterrey’de ben konferansa katılırken, Türkiye bir mini savaşa girip çıktı. Bunun korkunç bir maliyeti oldu bütçeye. Bu mini savaşı bırakın, yaptığımız tüm siyasi tercihlerin iktisadi maliyetini düşünelim. 80 milyon olarak enerjimizin ne kadarını birbirimizle itişmeye harcıyoruz? Ne kadarını el ele verip ortaklaşa refahımızı yükseltmek için harcıyoruz?
Günler, aylar, yıllar geçiyor. Biz siyasi gerginliklerle uğraşırken hakikaten dünya alıp başını gidiyor. Diğer kalkınmakta olan ülkelerle aramızdaki makas giderek açılıyor, benim sevgili hesap-kitap bilir okurlarım.
Neden Bursa, Tekirdağ, Gaziantep ya da Erzurum böyle ekonomik açıdan dinamik, sürekli istihdam yaratan, üniversitelerin cıvıl cıvıl olduğu, insanların güler yüzle çocuklarını parklara götürebildiği şehirler olmasın? Ülke olarak enerjimizin çoğu nereye gidiyor sizce? Bugün yaptığımız tercihlerin bize gelecekte maliyeti ne olacak? Bir an önce bunların farkına varmamız gerek.
Üretken, yaratıcı ve herkesin refah ve güven içinde yaşayabileceği bir toplum görmek dileğiyle…
Bir Dost.
Fotoğraf: David peña