[voiserPlayer]
Batı’da feodalitenin hüküm sürdüğü yıllarda, mevcut düzenin en önemli üst yapı kurumlarından biri kiliseydi.
Kilise, siyasi ve dini etkisinin yanı sıra ekonomik olarak da ayrıcalıklı ve güçlüydü.
Nüfuzunu koruması ve feodalitenin ayakta kalabilmesi için çıkarları gereği hareket eden bu güç, halkın üzerinde, yaşam tarzlarına müdahale edecek ve kendi otoritesini sarsacağına inandığı kişi veya grupları yok edecek kadar güçlü bir baskı ve zulüm aracıydı.
Zamanla bilimin ilerlemesi, üretici güçlerin gelişmesi gibi faktörler ortaya çıktı ve feodalite yerini yeni bir düzene bıraktı.
Düzen değişirken, eski devrin en güçlü temsilcisi olan kilise de bundan payını aldı.
Gittikçe yaygınlaşan aydınlanma fikirleri, eski düzenin skolastik anlayışa sahip gücünün ipliğini de pazara çıkarmıştı.
Bu sebeple, dönüşüm sürecinde en büyük öfke duyulanların başında din adamları geliyordu.
Nihayetinde, burjuva ve proletarya sınıflarının öncülük ettiği yeni düzende kilisenin gücü sona ermiş, yaşam tarzlarına müdahale etme şansı ortadan kalkmış, siyasetin içinde güçlü bir figür olarak kalmasının önüne geçilmişti.
Bizde ise bu tür bir sürecin yaşanması şartlar gereği mümkün olmadı.
Sermaye birikiminin sağlanamaması sebebiyle ne kapitalizmin ön şartları oluştu ne de Avrupa’da gerçekleşen aydınlanma hareketleri toplumumuza yansıdı.
Bu girişimler, her ne kadar toplumu tam anlamıyla etkileyecek çapta olmasa da, özellikle Tanzimat ile birlikte tabir caizse yukarıdan gerçekleştirilmek istendi. Cumhuriyetin kuruluşu ve ardından gelen devrimlerle de bu girişimler en yüksek noktasına ulaştı.
Tam da bu noktada devrimlere karşı direniş hareketleri, din faktörü ön planda tutularak yoğunlaştı.
Cumhuriyetin kuruluşu ile başlamakla birlikte, özellikle çok partili düzene geçişin ardından karşı devrimci hareketler büyüdükçe büyüdü.
Laikliğe karşı dincilik, ulus devlete karşı ümmetçilik, aydınlanmaya karşı gericilik yıllar geçtikçe daha büyük mevziler kazandı.
Bu sürecin sonucunda ise AKP iktidarı meydana geldi.
Karşı devrimin içinde barındırdığı bütün unsurlar AKP ile birlikte gücü eline almış oldu.
Ancak bu durum ciddi bir çelişkinin de ortaya çıkmasına sebep oldu.
Batı’da feodalizmden kapitalizme geçişte eski düzenin koruyucusu ve savunucusu olan kilise gibi, AKP de bizim toplumumuzda ilerleyen iktisadi ve toplumsal şartlara rağmen eski düzenin savunucusu rolünü üstlendi.
Bir başka deyişle, Batı’da kilise neyse bizde de AKP iktidarı yani Siyasal İslam oydu.
Erdoğan ve arkadaşları birçok girişim ve sözleriyle bu savı doğrulayan adımlar attı.
20 yıl boyunca demokrasiye, insan haklarına, tarihsel gelişime, bilime, liyakate aykırı hareket eden ve bunda da ısrar eden bir iktidar, tıpkı feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde kilisenin düştüğü durumun bir benzerine düşmüş oldu.
Her ne kadar Avrupa’da yaşandığı gibi gelişmediyse de kapitalistleşme sürecini uzun yıllar önce tamamlayan Türkiye için AKP’nin öncülük ettiği Siyasal İslam, halkın önemli bir bölümünün gözünde artık geride kalması gereken totaliter bir yönetim tarzı olarak algılanmaya başladı.
Türkiye’de aydınlanma hareketlerinin başlamasından bu yana tam anlamıyla gerçekleşmeyen bu bilinçlenmenin sağlanması için ne yazık ki 20 yıllık bir karşı devrim süreci gerekmişti.
Ancak bunun sonucunda, halkın nezdinde Türkiye’nin totaliter Siyasal İslam anlayışına kapalı olduğu da net olarak anlaşılmış oldu.
Avrupa’da burjuvazinin iktidara geliş sürecinde halkın kiliseye ve din adamlarına duyduğu öfkenin aynısı, günümüz Türkiyesinde Siyasal İslam’ın bütün unsurlarına karşı duyulmaktadır.
İşte, içinde bulunduğumuz bu şartlar, demokrasinin gelişimi için önemli fırsatlar doğurmuştur. Türkiye’de özellikle 1945’ten sonra aydınlanma ile demokrasi arasında ortaya çıkan ve bir türlü çözülemeyen çelişkinin sona erme ihtimali bu fırsatların başında gelmektedir.
Çünkü, Siyasal İslam anlayışının bütün foyası ortaya dökülmüş, demokrasi ve insan haklarının ne kadar değerli olduğu Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar açık bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Bu durum, Cumhuriyet’in 2. yüzyılına girerken ülkenin bir daha totaliter gerici yönetimlerin pençesine düşmemesi ve demokrasimizin sağlamlaşması adına önemli bir başlangıç olabilir.
Fotoğraf: Brandon Morgan