[voiserPlayer]
Yine, yeni, yeniden açıklanan Yeni Ekonomi Programı hakkında gün boyu çok şey söylendi ve yazıldı. İnanın bu konuda ne gibi bir orijinal fikir üretilebilir bilmiyorum. Ekonomideki güncel konular üzerine konuşan kim varsa bıkmış durumda. Bir kısım iyi niyetli ekonomist insanlara ve karar alıcılara bir şeyler anlatmak için canla başla çabalıyor. Konuştuklarının, söylediklerinin karar alıcılar üzerinde hiçbir etkisi olmayacağını bildikleri halde yine de doğru bildiklerini aktarmaya çalışıyorlar. Onları takdirle karşılıyorum. Ben yaşadığımız krizle ilgili yazmayı uzun zaman önce bıraktım. En son Mart 2015’te Bloomberg Businessweek’te “Ev Yapımı Kriz” başlıklı bir yazıyla bu konuyla ilgili görüşlerimi açıkladım ve sonrasında sorulduğunda birtakım cevaplar verip geçiştirdim. Bu konu artık o kadar konuşuldu ki, ve dahi, yapılacaklar o kadar belli ki bu konu üzerine konuşmak kendine değer veren her insana ızdırap veriyor. Yine de konuyu biraz spesifikleştirip Bakan Albayrak tarafından açıklanan yeni ekonomi programının eski versiyonuyla bugünkü versiyonu üzerine biraz yazabiliriz.
Efendim, bildiğiniz üzere Yeni Ekonomi Programı (YEP) aslında, ismiyle müsemma, yeni bir isim. Esası orta vadeli programdır ve uzun yıllardır 3 senelik vadeler halinde açıklanagelirdi. Fakat her şeyimiz tam olduğu ve eksik olan tek şeyin altını dolduramadığımız kavramlar olduğu gerçeği mucibince adı değiştirilmiş, bu sayede biricik krizimizi çözmeye vesile olacağı umudu hâsıl olmuştur. İşin garip tarafı ise eski Yeni Ekonomi Programı 2019-2021 dönemini kapsıyordu, yeni Yeni Ekonomi Programı ise 2020-2022 dönemini kapsıyor. Yani hâlihazırda 2018’de hazırlanmış 3 yıllık orta vadeli plan bir yıl sonra revize edilerek yeniden sunuluyor. Zaten 3 yıllık planın nesi revize edilir sorusu ise önümüzde duruyor. Biz her sene bu üç senelik programları revize edip, altlarına bir slogan bularak mı devam edeceğiz ekonomi yönetimine? Bu yazıda hedeflere, verilere çok fazla değinmeden programın uygulanmasına engel teşkil eden iki husustan bahsetmek istiyorum. Hedeflerin ve verilerin ne kadar da önemsiz(!) olduğunu zaten 3 yıllık bir programı 1. Yılında revize ederek gösterdi Sayın Bakan.
Yeni Ekonomi Programının eski haline ilişkin 1 Şubat 2019’da Özgürlük Araştırmaları Derneği ve Friedrich Naumann Vakfının ortaklığında bir sunum yapmıştık Nesrin Nas ile birlikte. Program esasında Ankara ve İzmir’de gerçekleşen iki çalıştayın sonucuna ilişkindi. Bu sunumlarda değindiğimiz problemlerin yeni programda da çözülmediğine tanıklık etmek gerçekten üzücü. Çünkü ortada bir ekonomik plan varsa ve bu plan 3 yıllıksa sizin bazı temel sorunlara çözüm üretecek mekanizmaları kurmanız beklenir. Peki, nedir bu açmazlar?
Güvenilirlik bu açmazların en büyüğü. Şöyle ki, eski YEP açıklanırken bu programın IMF anlaşmasına bir alternatif olduğu ve IMF ile anlaşmadan bu programın uygulanarak her şeyin düzeltileceği vurgulandı. Burada sorun ortadaki programı uygulayanın ve denetleyenin aynı yapı olmasıydı. Eski YEP’te ihsas edileceği vurgulanan FİKKO (Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi) ile Kamu Maliyesi Değişim ve Dönüşüm ofisi tarafından eski YEP’in monitör edileceği açıklandı. Hâlbuki programların güvenilirliği ancak uygulayıcının bir bağımsız göz tarafından denetlenmesiyle mümkün olur.
Bizim FİKKO toplantılarında ise katılımcılar Hazine ve Maliye Bakanlığının ilgili Bakan Yardımcısı ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkanları, Borsa İstanbul Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Başkanı olarak basına yansıdı. Gelin görün ki bugüne kadar birkaç kez toplanan komiteden kamuoyuna dönük bahsedilen hedeflere ilişkin bir açıklama da gelmedi. Basına yansıyan sadece genel ekonomik gelişmeleri değerlendirmeye aldıklarına yönelik açıklamalar oldu. Eğer denetim için oluşturulan bir kurum dahi işini bu gizlilikte yapacaksa, herhangi bir şeffaflık kuralı olmayacaksa o zaman güvenden nasıl bahsedebiliriz?
Zaten yaşadığımız birçok sıkıntının temelinde şeffaflık sorunlarımız ve 3 güne bir plan değiştiren ekonomi yönetiminin öngörülemez çıkışları yatıyor. Bir de bakan tarafından Kamu Maliyesi Değişim ve Dönüşüm Ofisinin de kurulduğu açıklandı. Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesinde kurulan bu kurumda ise diğer bakanlıklardan da temsilciler varmış. Bakanın açıklamasına göre bu ofistekiler “Biraz değişik çalışacaklar”. Bakanlıklararası bir takım olan bu kurumun kamu maliyesinde 76 milyar TL tasarruf hedefi olduğu açıklanmıştı. Fakat yeni YEP’te bu konuya ilişkin hiçbir somut açıklama yapılmadı. Umarım bu kurum bir whatsapp grubundan daha fazlasıdır.
İkinci temel sorun ise büyüme açmazı. Eski YEP’te büyüme hedefleri 2019 için %2.3, 2020 için %3.5, 2021 içinse %5 olarak belirlenmişti. Yeni Yep’te ise bu oranlar 2020-2022 dönemindeki her sene için %5 olarak belirlenmiş durumda. Sanırım programı yazan bürokratların klavyesinde 5 tuşu basılı kalmış. Şöyle ki, eski YEP’te 2019 için belirlenen %2.3 hedefinin çok uzağında olduğumuz bir gerçek. Zaten yeni YEP’te 2019 büyümesi tahmini, IMF’in öngörülerine uygun olarak, %0.5 olarak güncellenmiş. Bu kadar kısa vadede böyle bir sapmaya neden olan şey ülkenin ne iç ne de dış koşullarıyla açıklanabilir. Ancak politikasızlığı politika olarak belirleyen bir kurumun nasıl içten içe eridiğinin göstergesidir bu sapma. Gelgelelim esas soruna. Türkiye’nin kanayan yarasıdır tasarruf sorunu.
Biz Şubat’ta yayınladığımız raporda iç talepteki daralmaya eşlik edecek olan kamu tasarrufunun sonucunun %2.3 büyüme olmayacağını net bir şekilde görmüştük. Yeni YEP’te de bu konuya bir açıklık getirilmemiş bulunuyor. Siz tasarruf fazlası olmayan bir ülkede ekonomiyi kamu harcaması da olmadan nasıl büyütmeyi planlıyorsunuz sorusunu aklı başında tüm ekonomistler soruyor. Burada özenle belirtmek isterim ki kamu eliyle gerçekleştirilen büyümenin maliyeti konusu başka bir yazının/tartışmasının konusudur.
Sanırım burada gelişmiş ülke Merkez Bankalarının politika faizlerindeki indirimlerin bizim gibi gelişmekte olan ülkelere fon akışı sağlayacağını düşünüyorlar. Bizim Merkez Bankamızın yaptığı önden yüklemeli faiz indirimi stratejisi de bu düşüncenin tüm ekonomi yönetimini kapsadığını gösteriyor. Fakat bu tarz bir dinamizmin üretime ve büyümeye dönüşmesi için iç talebe eşlik edecek bir dış talep oluşturmaktan geçtiğini kimse unutmamalı. Bu unutulursa kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasılanın düşüşünü yine çok sert hissederiz. Nihayetinde tasarrufunu artıramayıp dışarıdan borçlanmak suretiyle yapılan her tüketim harcaması ilerleyen dönemde büyüyen kur sorunuyla birlikte başımıza dert oluyor.
Türkiye ekonomisinin sorunları konuşmakla bitmiyor. Ama sorunların çözümü en azından konuşmakla başlar. Fakat yeni YEP bu konuşmayı sağlıklı bir biçimde sürdürebilecek gerekli zemini hazırlamanın bile çok uzağında. Bu nedenle sadece göze çarpan iki soruna dikkat çekip diğer sorunlu alanların üzerine pek bir söz söylememeyi tercih ediyorum şimdilik. Sonuç olarak bir şeyi vurgulamak istiyorum: Alınan her yanlış karar, üzerine düşünmeden kurulan her cümle birilerinin zararlarını toplumsal hale getiriyor. Bu noktada biz liberallerin savunması gereken şeyin kârların bireysel olduğu bir ortamda zararların da aynı şekilde bireysel olmasının temin edilmesini savunmak olduğunu düşünüyorum.
Açıklanan her programın, paketin altında bir şekilde, harcanabilir gelirinin neredeyse tamamını harcamak zorunda kalan ve tüketimdeki aslan payını oluşturan kesim olan orta sınıfın ekonomik haklarının yendiğini ve ekonomik özgürlüklerinin git gide ellerinden alındığını görmek çok can sıkıcı. Umarım politika yapıcılar ve karar alıcılar bir gün bu toplumun gerçek dertleriyle dertlenmeyi öğrenebilirler.