[voiserPlayer]
Türk milletvekilleri 13 Ekim’de sahte haberler ve dezenformasyonla mücadele amaçlı bir yasa tasarısını onayladılar. Ancak yerel sivil toplum kuruluşları yasayı, muhalefeti ve eleştiriyi bastırmak için kullanılacak gizli bir sansür yasası olarak tanımlıyor. Yasayı eleştirenler, Türkiye parlamentosu tarafından geçirilen 40 maddelik yasanın ifade özgürlüğüne yönelik bir tehdit olduğunu ve Türkiye’nin 2023 seçimleri öncesinde feci sonuçlara yol açabileceğine işaret ediyorlar.
Yasada; içeriğin zorunlu olarak kaldırılması, kullanıcı gizliliğinin ihlal edilmesi, diğer platform düzenleme önlemleri gibi bir dizi ilgili yeni kısıtlama var. Ancak en endişe verici maddelerden biri olan 29. madde “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu tanımlıyor ve hapis cezası öngörüyor: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Bu yeni düzenleme 18 Ekim tarihinde TBMM’den geçti.
22 basın özgürlüğü örgütünden oluşan uluslararası bir koalisyon tasarıya yanıt olarak, “belirsizce formüle edilmiş dezenformasyon ve ‘niyet’ tanımıyla, Türkiye’nin son derece politize edilmiş yargısı tarafından denetlenen, milyonlarca internet kullanıcısını cezai yaptırım riskine sokacak” açıklamasında bulundu ve “2023 seçimlerine kadar kapsamlı sansüre ve otosansüre yol açabilir” diyerek endişelerini ortaya koydu. Türkiye’de Haziran 2023’te genel seçim yapılması planlanıyor.
Tasarı ayrıca, hükümete ait Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) 2021’den bu yana kullanıcı gizliliğini büyük ölçüde ihlal ederek özel kullanıcı verilerini topladığına ilişkin yakın tarihli bir açıklamanın hemen ardından geldi. Ana Muhalefet Partisi CHP Milletvekili Onursal Adıgüzel, BTK’ya dair bulgularını, “Cumhuriyet tarihinin en büyük musluk skandalı” olarak nitelendirdi.
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) üyeleri tarafından önerilen yasa tasarısının geçen yıldan beri üzerinde çalışılıyordu. İki taraf, tasarının Alman NetzDG gibi Avrupa’daki mevcut mevzuata benzer olduğunu iddia ediyor, ancak eleştirmenler aynı fikirde değil. Şeffaf olmayan yasal tanımları ve dezenformasyon, yalan haber, asılsız bilgi, çarpık dezenformasyon, güvenlik, kamu düzeni ve kamu barışı gibi belirsiz terimlerin kullanılmasının mahkemelerin elinde bir silaha dönüşebileceği gerekçesiyle muhalif çevreler bu yasayı şiddetle eleştiriyor.
Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Türkiye şubesi başkanı Emre Kızılkaya, The Guardian’a verdiği röportajda yasa tasarısının, “yetkililerin dezenformasyon dediği şeyi, bunun gerçekte ne anlama geldiğini tanımlamadan suç olarak öngördüğünü” belirtti. Kızılkaya ayrıca, “hükümete gazeteciliği eleştirme konusunda gerçekten keyfi yetkiler veren bu yasanın belirttiği dezenformasyon ve niyet kelimelerinin nasıl tanımlanacağına bir yargıç karar verecek” açıklamasında bulundu.
Muhalif siyasi partilerin üyeleri de tasarıya karşı sert çıkışlarda bulundu. CHP Milletvekili Burak Erbay, tasarının kabul edilmesinden önce mecliste yaptığı konuşmada telefonunu çekiçle kırdı. Erbay oylama öncesinde, “Telefonlarınızı böyle kırın, kullanmanıza gerek kalmayacak” ifadelerini kullandı.
14 Ekim’de başka bir milletvekili, Türklerin seçim ayı geldiğinde Twitter, Facebook veya WhatsApp olmadan sandık başına gidebileceğini söyledi. Milletvekili Garo Paylan, savcılara ve BTK’ya hükümetin kullanıcılar hakkında veri sağlama taleplerine uymamaları halinde platformları kapatma yetkisi veren yasaya atıfta bulunarak; “Bu sansür yasası devletin Facebook, Twitter ve Whatsapp’ı kapatmasına izin veriyor” açıklamasını yaptı.
Paylan, Anayasa Mahkemesi’ne tasarıyı iptal etmesi çağrısında bulundu: “Dün meclis dezenformasyon yasasını kabul etti. Bir Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olarak bundan utanıyorum […] Yasa tasarısını Meclis durduramadı ama Anayasa Mahkemesi durdurabilir.” Paylan; “Anayasa Mahkemesi’nde hâlâ yargıçlar varsa, Anayasa’ya açıkça aykırı olan bu yasaya bir son vermeleri gerekir” ifadelerini de sözlerine ekledi.
18 Ekim tarihinde ana muhalefetteki CHP, Anayasa Mahkemesi’nden yasa tasarısını, özellikle de 29. maddeyi iptal etmesini resmen talep etti.
Medyayı Sansürlemek ve Ötesi
Tasarı sadece gazetecileri ilgilendirmiyor. Belirsiz tanımlar, kullanıcıları paylaştıkları herhangi bir paylaşımdan sorumlu tutabilir. Teyit.org yayın yönetmeni Emre İlkan Saklıca, DW Turkish ile yaptığı röportajda, “Herhangi bir sosyal medya platformu kullanıcısı, herhangi bir gönderi/tweet/paylaşımdan bu yasa kapsamında sorumlu tutulacaktır” dedi. Bilim insanları ve bağımsız ekonomistler de tahminleri ve analizleri nedeniyle bu yasa kapsamında olumsuz sonuçlarla karşılaşabilirler.
19 Ekim’de 200’ün üzerinde ünlü Türk edebiyatçı ve yazar, yeni tasarıyı kınayan bir bildiri yayınlayarak bu yasanın “ülkeyi derin bir karanlığa sürükleyeceğini” belirttiler.
Yeni kabul edilen yasa tasarısının 34. maddesine göre yasayı ihlal ettikleri tespit edilirse hashtag’lerin kaldırılması gibi farklı kısıtlamalar da hayata geçirilebilecek. Bu yasa maddesi, çeşitli suçlar için mevcut olan yasal cezaların da üzerine çıkılabileceği anlamına geliyor. Halihazırda Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesine göre cumhurbaşkanına hakaret eden kişi 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilir. Şimdiye kadar öğrenciler, sanatçılar, gazeteciler, avukatlar ve sıradan vatandaşlar bu maddeden dolayı göz altına alındı ya da tutuklandı. Bunlara ek olarak dezenformasyon yasasının 36. ve 37. maddeleri; WhatsApp, Signal, Telegram ve Skype gibi iletişim uygulamalarının Türkiye’ye yerel temsilciler atamasını gerekli kılıyor. Yeni yasa ayrıca, bu platformların devletin talepleri üzerine kişisel kullanıcı verilerini sağlamasını da zorunlu hale getiriyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ile yaptığı ortak açıklamada, 19. Madde Avrupa ve Orta Asya Başkanı Sarah Clarke, sosyal medya platformları üzerinde oluşturulan kontrol mekanizmasını, “2023 seçimleri öncesinde acımasız yeni bir dönemi temsil ediyor” sözleriyle eleştirdi. Hukuk Profesörü ve İfade Özgürlüğü Derneği’nin kurucusu Yaman Akdeniz’e göre, “sosyal medya, genel olarak hükümetin medya üzerindeki kontrolünü tehdit ediyor, çünkü insanların bilgiye erişmeleri ve kendilerini ifade etmeleri için geriye kalan tek yol olarak hizmet ediyor”.
Türkiye’de 2015 seçimleri öncesinde devlet, medyaya yönelik baskıyı “bilgilendirme kampanyaları ve fiziki yıldırma” yoluyla yoğunlaştırdı. AKP Milletvekili ve AKP Gençlik Kolları Başkanı Abdürrahim Boynukalın’ın örgütlediği bir grup, muhalif görüşlü Hürriyet Daily News’in genel merkezine saldırdı. Boynukalın o sırada cezalandırılmadı ve yedi yıl sonra sulh ceza hakimliği tarafından verilen ve kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle saldırıya karıştığıyla ilgili her türlü habere erişimin engellenmesine yönelik mahkeme kararını başarıyla kullandı. Mahkeme kararının ardından isminin geçtiği 100’den fazla haber internette engellendi.
Türkiye’nin Doğruluk Bakanlığı
Bu son önlemler buzdağının sadece görünen kısmı. Ağustos ayında İletişim Başkanlığı “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” kurdu. 13 Ekim yasasında atıfta bulunulan belirsiz terminolojiye benzer şekilde, merkezin amacı ve prosedürleri konusunda çok az şeffaflık var. Uluslararası Basın Enstitüsü tarafından o tarihte yayınlanan bir açıklamada, enstitü endişesini dile getirdi ve merkezin bir hükümet organı olarak “dezenformasyonla” mücadele etme görevini sorguladı. Açıklama şöyleydi: “Merkezin kurulması, ülkenin bir sonraki seçimlere doğru ilerlerken hükümetin bilgi ortamını kontrol etmeye yönelik son girişimleri bağlamında görülmelidir”.
Yeni kabul edilen Dezenformasyon Yasası, Basın İlan Kurumu (BİK) tarafından Temmuz 2022’de uygulamaya konulan Basın Etik Kuralları’nda yapılan değişiklikler, sosyal medya düzenlemesi ve diğer çevrimiçi kısıtlamalar son dönemde Türkiye’de ortaya çıkan bilgi ortamının sınırlarını çiziyor. Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, haftanın sahte haberi olarak tanımladığı haberleri listeleyen iki haftalık bültenler yayınlamaya başladı. İkinci bültende merkez, devlete ait bir tesiste 41 işçiyi öldüren yıkıcı kömür madeni patlamasıyla ilgili bir açıklama yaptı. Devlet kurumlarını daha iyi güvenlik önlemleri almadıkları için sorumlu tutan patlama haberlerinin yalan olduğunu ve devletin bu tür olayları önlemek için önlemler aldığını iddia etti.
18 Ekim’de Anayasa Mahkemesi’ne yeni yasa tasarısının 29. maddesinin iptali için önerge sunmasının ardından ana muhalefet partisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Engin Altay, yeni yasayı “Stalin yasası” olarak nitelendirerek bu yasanın “devlete kendi yalanlarını doğru olarak sunma yetkisi” verdiğini belirtti.
Stalin dönemi ile yeni yasa tasarısı arasındaki paralellikler şaşırtıcı değil. Ne de olsa “Dezinformatsiya” [dezenformasyon] terimini türeten, onu kendi devlet kurumuna yükselten, siyasi muhaliflere karşı agresif bir şekilde yalanlar yayan ve kitlesel ölçekte sahte propagandayla vatandaşları yanıltan Stalin’in kendisiydi. Günümüz Türkiyesinde hızlı bir şekilde ilerleyen ve gelişen olaylar, Stalin ve diğerlerinin onlarca yıl önce yaptıklarını hatırlatıyor.
Fotoğraf: Laura Lee Moreau