Bugün bambaşka bir yazı yazmayı planlıyordum. Üstelik bir kısmını yazmıştım da… Ancak ülkemizde gündem her zaman olduğu gibi bizden daha hızlı ilerliyor. Benim yazıyı zihnimde tasarladığım sıralarda Bartın’dan çok acı bir haber, bir iş cinayeti haberi geldi. Zihnimde hemen Soma katliamı belirdi. Gencecik bir üniversite öğrencisiyken hissettiğim acı geldi aklıma ve burnumun direği sızladı, yine tam da o günkü acıyla. Sonra ise bir anda Soma madeninden çıkarılan, ölümü koklamış o genç madencinin yer üstündeki hayattan soyutlanması ve hatta dışlanmasından kaynaklı olarak verdiği o mahcup reaksiyon geldi aklıma, “Çizmelerimi çıkarayım mı?”
Kendi kendime düşündüm bir süre, yıllar sonra yeniden. Acaba bu genç madenciye bir sedyenin bir insandan önemli olabileceğini düşündüren şey neydi acaba? Vatandaşların ortak bütçesiyle yapılan yatırımları onların yüzüne sanki bir lütufmuş gibi vuran buyurgan iktidar anlayışı mıydı mesela? Yahut yoksulluğu tembellikle özdeşleştiren kapitalist vahşilik miydi? İş cinayetlerini, “fıtrat” ya da “kader” gibi İslami sosla harmanlanmış bir şekilde dünyevi yanından soyutlayarak normalleştirmeye çalışan iktidar sahipleri olabilir miydi bu durumun müsebbibi örneğin? Ya da tüm bunların bir birleşimi ve fazlası mıydı insan için, insan hayatı için üretilen şeyleri insana kendisinden daha değerli hissettiren?
Bunları düşündüğüm esnada “eyvah!” dedim bir anda içimden. Bir yanımda can kaybının endişesini taşırken, diğer yandan da iktidar sahiplerinden gelebilecek kan dondurucu açıklamaların endişesine kapılmıştım yılların travmasıyla. “Eyvah” dedim, yine insanlığımızdan utanacağız, Jack London romanlarının sınıfsal bilinci sonradan oturan masum karakterleri gibi. Ben bunları düşüp kaybettiğimiz yurttaşların sayısının artmaması için dua ederken o beklenen açıklama geldi. Şöyle dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“En son 41’inci işçimize ulaştık o da rahmetli olmuş. Merhumların sayısı 41 olmuş oldu. Patlamanın sorumluları soruşturmayla ortaya çıkacak. Amasra en ileri maden teknolojilerine sahip. Biz kader planına inanmış insanlarız.”
Bu sefer de kadere havale edildi bütün ihale. Yani, iktidarın sermaye kayırmacılığının, kâr maksimizasyonu için çalışanlarının hayatını hiçe sayan sermayedarın ya da Sayıştay raporuna rağmen harekete geçmeyen hiç kimsenin payı yoktu yine bu iş cinayetinde. Bütün ihale yaradana havale edilmişti yine. Yani yaradan, bir gurubun kaderini ve fıtratını ölümle özdeş tutmuş, ama kerameti kendinden ve banka cüzdanlarından menkul iktidar sahipleri ve sermayedarları bu fıtratın dışında tutmuştu ne hikmetse.
Elbette bunu söyleyenler de farkında bunun bir kader ya da kaçınılmaz bir son olmadığının. Ancak onlar, hitap ettikleri oy tabanını bu yolla manipüle etme gayesindeler. Yine aynı kişiler, birilerinin doyumsuz yaşamlarını sürdürebilmesi ve ağzına kadar dolu cüzdanlarının daha da dolması için birilerinin ölmesi gerektiğinin de gayet farkındalar. Bunu da İslami bir sosla normalleştirme kaygısındalar.
Netflix’e, YouTube’a, sosyal medyaya, hatta Hasan Can Kaya’ya fırça atmak, ayar vermek, kısıtlamak ya da şikayet etmek için sıraya giren iktidar yetkililerinin, mesele iş cinayetlerine gelince sorumluluğu yaradana atmaları işte tam bu yüzden. Yani, kendileri ve temsil ettikleri sınıfların çıkarlarını İslam sosuyla harmanlayıp toplumu manipüle etmek için. Bu konularda birbiriyle yarışan iktidar yetkililerinin yaradana havale ettikleri diğer konularda ise vermesi gereken bir cevap var elbette: Bu işlerle yaradan ilgileniyorsa diğer işlerle neden siz ilgileniyorsunuz kardeşim?
Fotoğraf: Dexter Fernandes