[voiserPlayer]
Her zaman bir ideolojiyle eklemlenerek karşımıza çıkan popülizmin Türkiye’deki yansıması, AK Parti’nin konjonktüre göre mutasyona uğrayan siyasal İslamcı ya da milliyetçi diskurlarıyla oldu. Popülizmin demokrasiyi tahrip eden tüm özellikleri bir yana, onun demokrasiye yegâne katkısı, halktan kopuk ya da halka rağmen siyaset yapmaya çalışan politik özneleri halka yakınlaşmak zorunda bırakmasıdır. CHP’nin Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde geçen 10 yıldan biraz fazla süren hikayesi de tam olarak budur. Ayrıca bu hikâye, Millet İttifakı gibi toplumsal ve siyasal diyaloğu zorunlu kılan bir önemli yapıyla da taçlandı. İşte her şeyden önce bu diyaloğu ve ittifakı topluma yaymak, sürekli kılmak ve kurumsallaştırmak için helalleşmeliyiz.
Kendi adıma ben, benden önceki nesillerin toplumsal barışımızın temeline koydukları dinamitlerin bedelini ödemek ya da yaşam tarzı tercihleri ve yönelimleri dolayısıyla kimseyle yapay olarak mesafeli biçimde hayata başlamak ve bu zorunlu mesafeyle hayatımı sürdürmek istemiyorum. İşte bu yapay bariyerleri aşmak için helalleşmemiz şart. Benzer biçimde, fay hatları aktive edilerek bir daha bu cinnet ortamına gelmemiz için, barışmanın ön koşulu olarak tarihsel doğruların peşine düşüp helalleşmeliyiz. Geçmişe bakmaktan tutulmuş boyunlarımızı öne ve ortak geleceğimize çevirmenin en sağlıklı yolu da budur.
Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısı aynı zamanda her şeyi özgürce tartışabileceğimiz bir kamusal tartışma zeminine de kapı aralıyor. Bu da pek çok yönden son derece ufuk açıcı bir süreç vadediyor. Böyle bir zemin, Türkiye’de sağ siyasetin CHP düşmanlığı üzerinden sanki 1930’lardan direkt 1990’lara atlanmış ve arada hiçbir şey yaşanmamış gibi yarattığı döngüsel tarihselliğin manipüle ettiği gerçekliğin önüne geçmemiz, hakkaniyetli bir tarihsel anlatı yaratmamız için ideal. Necip Fazıl’ın kaynaktan azade (source-free) tarihsel-tarafgir çarpıtmalarının önüne geçmemizin yegane yolu, kamusal tartışmayı kaynaklara dayanarak zenginleştirmektir. Arşiv bilgisi fena olmayan bir araştırmacı olarak şunu söyleyebilirim ki; arşivler aşındırılırsa CHP, tüm bu süreçten kârlı çıkacak ve sağın tüm tarihsel anlatısının fanteziden ibaret olduğu ortaya çıkacaktır.
Tüm bunların sonucu olarak, hem olgusal gerçeklikten kopan iki kutuplu bir toplumsal yapının yeniden ortaya çıkmaması hem de tesis etmek için emek verdiğimiz toplumsal barışa halel gelmemesi için helalleşmek en iyi çıkar yol. Ben Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını yersiz ya da yanlış bulanlardan değilim, eksik bulanlardanım. Çünkü 1990’ların İslami terörünün mağdurlarıyla da, 1970’lerde CHP’nin öldürülen il başkanlarının yakınlarıyla da, Bahçelievler Katliamı’nın hayattan kopardıklarıyla da, 7 Haziran-1 Kasım arasının kaosunun muzdaripleriyle de helalleşmeliyiz. Bunun yolu da tüm bu dönemlerin sorumlularıyla hesaplaşmamızdan geçiyor. Hesap defterlerini ‘a la carte’ olarak dürerek yapılacak helalleşme faydasızdır. Halel gelmeyen bir helalleşme için yalnızca CHP’nin iyi niyeti yetmez.
Bugün helalleşme çağrısı, beklenenin aksine toplumsal diyaloğa değil, CHP’nin üzerinde Demokles’in kılıcının sallandığı bir sürece evrilme riski taşıyor. Çünkü Kılıçdaroğlu, adaylık yarışında ipi göğüsleme iddiasını arttırdıkça tamamen tek taraflı olarak üstüne aldığı bu süreçte kamusal tartışmadan ziyade tartışmasız kabuller üzerinden ziyaretler gerçekleştiriyor. Bu da siyasal İslamcı sağın ve Kürt hareketinin ya da bütüncül bir ifadeyle post-modern dönemin alternatif tarih okumasının, CHP’yi “bütün kötülüklerin anası” olarak gören anlayışının iştahını kabartmak gibi bir risk taşıyor.
Dolayısıyla bu kabaran iştahta toplumun bir bölümünün, CHP’lilerin mutlak kötü olarak görüldüğü ve adeta tövbe etmesinin beklendiği bir düşünce yapısında helalleşme yerine, alternatif travmalar türeyeceği unutulmamalıdır. Helalleşmenin işteş bir fiil olduğu hatırlanarak tüm siyasi aktörlere inisiyatif alma çağrısı yapılması ve iktidar gücü ele geçirildiğinde bugün siyasi bir strateji olarak kurgulanan helalleşmenin, kamusal tartışma zemininin nasıl kurgulanacağı, bu tartışmanın eşit saygınlıkta ve temsildeki kişiler tarafından nasıl yürütüleceği somut bir yol haritasıyla topluma anlatılmalıdır.
Aksi takdirde bizim gibi toplumsal fay hatları keskin, herkesin kendi mahallesini ahlaki olarak daha saygın gördüğü bir toplumda böylesi bir çağrı, istismar edilmeye son derece açıktır. Sözün özü, sınırları demokratik-kamusal tartışma zeminiyle çizilmeyip sadece seçim stratejisiyle sınırlı kalması durumunda helalleşme çağrısı, Türkiye’nin toplumsal barışı için kaş yapayım derken göz çıkarma riski taşımaktadır.
Fotoğraf: Drew Saurus