[voiserPlayer]
Mayıs 2023 seçimleri sonrası 67. Hükümet açıklandığında muhalif kamuoyundan gelen tepkiler beklenmedik derecede olumluydu. Hatta Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu âdeta bakanlar ile şahsi hukukunu sıralayarak, “Şimdi yeni kabinede birçok açılardan yakından tanıdığım isimler var. Hatta kimileri ‘Davutoğlu’nun savunduğu isimler kabinede’ diye değerlendirmeler yaptı. Bazıları Davutoğlu kabinesi diye espri bile yaptı” ifadelerini kullandı.[1]
Kabine sakince incelendiğinde Mustafa Kemal’in 11 senelik İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın ardından 7 sene ya da 2468 günlük bakanlık dönemiyle çok partili dönemin en uzun süreli bakanı Süleyman Soylu’nun görevinin son bulması dikkat çekiciydi. 2015’teki Genelkurmay Başkanlığından 2018-2023 arasındaki Savunma Bakanlığına değin sekiz sene fiilen Türk Silahlı Kuvvetlerini yöneten Hulusi Akar da Mustafa Kemal’in 22 senelik Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın ardından orduyu en uzun süre yönetmiş isim olarak son hükümette görevi son bulanlardan olmuştu.
Yeni kabinenin ise en çok dikkat çeken yanı, İçişleri Bakanlığına İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’nın, Savunma Bakanlığına Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in ve Dışişleri Bakanlığına da MİT Başkanı Hakan Fidan’ın atanmaları oldu. Yıllarca tek parti dönemi CHP’sini il başkanları vali oldular diye eleştiren gelenek açısından devlet kurumlarıyla ve güvenlik bürokrasisiyle siyasetin bu derece iç içe geçmiş olması çarpıcıdır.[2] 100 yılını dolduran Cumhuriyetin 21 senesinde iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin devlet bürokrasisine vurduğu damga, kabinenin devletleşirken devletin partileşmesi gerçeğini ortaya çıkartmıştır.
1990’ların sert ikliminde aydınlar, entelektüeller, akademisyenler ve gazeteciler Genelkurmay Başkanının “sivil” Milli Savunma Bakanına değil de doğrudan Başbakana bağlı olmasını Türk demokrasisi için bir zaaf sayarken 67. Erdoğan Hükümetinde, 66. Erdoğan Hükümetinde olduğu gibi görevdeki Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı olarak atanmıştır. Geçmişte sivil bir makamın gücünün azlığı konuşulurken bugün sivil olması beklenen bir makam askerileşmiştir.
Süleyman Soylu’nun sert, otoriter, aşırı sağcı, popülist ve ayrımcı üslubunun ardından Ali Yerlikaya’nın nispeten sakin tarzının kimi muhalifleri bile rahatlattığı görülse de hükümetin muhaliflere kurduğu adli ve polis baskısında, antidemokratik uygulamalarda, hukuksuzluklarda bir değişme olmamıştır. Aslında olan, mevcut hukuksuz, baskıcı, otoriter hâl için Süleyman Soylu’nun yaptığı gibi sağ kamuoyunda bir rıza inşası oluşturma gerekliliğinin bile ortadan kalkmış olmasıdır. Muhalefetin fark etmek istemediği acı gerçeklik AKP’nin geçici bir anomali değil Devletin ta kendisi olmasıdır.
29 Ekim kutlamalarındaki heyecan bu açıdan AKP’ye karşı bir heyecan olmaktan çıkmış, AKP’nin de kapsadığı bir coşku haline bürünmüştür. AKP bugün otoriter ve İslamcı Cumhuriyetçilik ile Cumhuriyet düşmanlığını aynı anda gövdesinde rahatlıkla taşıyabilen bir yapıya dönüşmüştür. Siyasetin sınırlarını yargı ve medyadaki hegemonyası ile çok rahat çizebilen AKP, muhalefetin sınırlarını çizmekte de başarılıdır.
Bugün AKP kendi seçtiği Atatürkçü, liberal, sol, Türk milliyetçisi ve Kürt muhalif kadrolarla ilişki halindedir ve muhalif söylemleri etkilemektedir. 21 yıldan beri Devletteki kadrolaşma, siyasi davalar ve medya satın almaları ile kurulan hegemonya sonunda iktidar, kendisini olduğu gibi muhalefetini de şekillendirebildiği bir güce kavuşmuştur. Türkiye muhalefetinin elindeki tek güç, muhalif seçmenin muhalefet yapma enerjisi ve iradesidir.
Son 21 senede muhalefetin şekillenmesine mevcut iktidarın harcadığı enerji anlaşılmadan, iktidara karşı bir başarı elde edilmesi kolay gözükmemektedir. Muhalefet içinde seçimden önce ve seçimden sonra süren adaylık tartışmaları da iktidarın devlet içindeki gücü yadsınarak yapıldıkça eksik kalacaktır.
Devletin bugün geldiği hâl göz önünde tutularak bakıldığında muhalefetin hedeflerinin maksimalist değil gerçekçi, kısa vadeli değil uzun vadeli olması gerektiği görülecektir. Bahsedilen devleti anlamak için ise tarihin eksik bir harita ve yanlış bir pusula olduğu görülmelidir. Bugün için yapılan, İttihatçılık, 90’lar, Susurluk vs. analojilerinin gerçekle pek bir ilişkisi kalmamış durumdadır. Somali’de, Azerbaycan’da, Libya’da operasyonlar yapan unsurlara sahip 2023 Türkiye’sinde gerçek bir muhalefet alternatifi içerde ve dışarda bilgili ve tutarlı bir hükümet reddiyesini oluşturmaktan geçer.
Yıkılan ve dönüşen iktidarların içinde yeni oluşmuş iktidar bloğu kimi eski analizlerin artık rafa kalkması gerektiğini ortaya çıkartmıştır. AKP geçici değildir. AKP’nin devlette derinliği vardır. AKP’nin dış politikada bir derinliği, ittifakları, müttefikleri vardır. AKP’yi basit, sıradan bir maddi çıkar şebekesine indirgemek 21 senelik bir iktidarı açıklamaktan uzaktır. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun sağcı danışmanları tartışmasını, bir beceriksizlik ve ihanet hikayesi olarak görmek eksik kalacaktır. Ortada daha büyük bir eksiklik vardır.
Bugün muhalefetin enformasyon açısından sıradan bir AKP’linin çok gerisinde kaldığı açıktır. Medyanın çöküşü bu açıdan Devletin partileşmesi ile birlikte ele alınması gereken bir süreçtir. AKP kanadından enformasyon alma çabasının kendisi bile muhalefeti manipülasyona açık hâle getirmektedir. Bütün bunlara iktidarın rant dağıtma kabiliyeti de eklenince iktidarın muhalefet içinde kurduğu hegemonyanın gücü anlaşılabilir.
Sonuç olarak, seçim yenilgisinin ardından muhalefetin elinde ilkelere sığınmaktan öte çok fazla seçenek kalmamıştır. Neticede, muhalefetin iktidar vizyonu da nafile parlamenter sistem ayrıntılarından öteye geçip iktidarı kurabilme, AKP’lileşmiş bir Devleti yönetebilme üzerine kurulmalıdır.
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/davutoglu-bazilari-davutoglu-kabinesi-diye-espri-yapti-haber-1622456
[2] https://bianet.org/yazi/tek-parti-iktidarinin-toplumsal-kokenleri-14636