[voiserPlayer]
Asgari ücret gündemimizin en önemli başlıklarından biri. Ne de olsa 3 milyona yakın haneyi ve 10 milyondan fazla vatandaşımızı doğrudan ve neredeyse tüm özel sektör çalışanlarımızı da dolaylı olarak ilgilendiren bir konu. Ancak maalesef genelde tek bir boyutta ele alınıyor: Kaç lira olacak? Bu elbette anlaşılabilir bir mesele, ancak konunun daha kapsamlı ele alınması gerekiyor. Kaş yaparken göz çıkarmamak, yaratıcı çözümler geliştirmek gerek. Gelin meseleyi yedi farklı açıdan ele alalım.
Bir: Asgari ücret açlık sınırının altında
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı asgari ücreti, “İşçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek ücrete asgari ücret denilmektedir” ifadeleriyle tanımlıyor.
Bugünkü asgari ücretle, bırakın giyimi ve kültürü, vatandaşlarımız mutfak alışverişini bile karşılayamıyor. TÜRK-İŞ’in Kasım ayı araştırmasına göre açlık sınırı aylık 14 bin lira, yoksulluk sınırı 46 bin lira. Bekar bir çalışanın bile yaşama maliyeti aylık 18 bin lira olmuşken insanlardan asgari ücretle aile geçindirmeleri bekleniyor.
Asgari ücrette 350-400 dolar seviyesini bir türlü kıramıyoruz. Yapılan zamlarla 400 doların üzerine kısa süreli çıkılıyor, ancak kurun yükselmesiyle birlikte yine 300-350 dolar seviyelerine dönüyoruz. Bir mukayese için söyleyeyim: Dünyanın ucuz işgücü deposu denen Çin’in Şanghay şehrinde asgari ücret aylık 370 dolar seviyesinde. AB ülkeleri arasında en düşük asgari ücret verilen ülkeyiz. Komşumuz Bulgaristan’da asgari ücret 400 dolar seviyesinde. Saatlik asgari ücret sıralamasında, 36 OECD ülkesi arasında 28’inci sıradayız.
Maalesef ucuz işgücü, ucuz ülke, ucuz para birimi politikası ülkemizi vasatistan, vatandaşlarımızı da parya hâline getirdi. Her ikisini de reddetmeliyiz.
İki: Asgari ücrete yapılan zam, enflasyon karşısında birkaç ay içinde eriyor
Maalesef asgari ücrete yapılan zammın bereketi birkaç ay ancak sürüyor. Meseleyi somutlaştırmak için bir hesaplama yapalım. Bu sene başında belirlenen net asgari ücret 8 bin 506 liraydı. Haziran ayına geldiğimizde, asgari ücretli bir çalışanın enflasyondan arındırılmış, reel ücreti 7 bin 100 liraya kadar gerilemişti.
Sonra bir ara zam yapıldı. Net asgari ücret 11 bin 402 liraya çıktı. Tabii ki bu zam da enflasyon karşısında direnemedi. Kasım ayı itibarıyla, ara zamma rağmen, asgari ücretlinin reel seviyesi yeniden 7 bin 100 lira seviyesinde.
Daha önce de birçok kez söylemiştim: Enflasyonu düşürmeden, vatandaşın alım gücünü artıramazsınız. Ara zamlarla, TÜİK’in makyajlı enflasyon verileriyle ancak vatandaşın gözünün boyandığı düşünülür, ama cebindeki para her geçen gün eriyip pul olan vatandaş buna da kanmaz. Asgari ücretlinin alım gücünü yükseltmenin tek yolu enflasyonla sözde değil özde bir mücadeledir.
Üç: Asgari ücret artık genel ücret hâline geldi
TEPAV’ın “Türkiye’nin Ücret Sorunu: Bölgesel Geçinme Maliyeti Farklarını Ne Yapalım?” başlıklı raporuna göre 2022’de “emek geliri olarak hanesine sadece asgari ücret giren 4,15 milyon hanede 16,05 milyon kişi” yaşıyor. Neredeyse 3 milyon haneye ise sadece bir asgari ücret giriyor. Tek asgari ücretle geçinen hanelerin ortalama büyüklüğünün 3,5 kişi olduğu verisinden yola çıkarsak 10 milyonun üzerinde vatandaşımız asgari ücretle geçiniyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına göre “Asgari ücret, uygulamada verilebilecek en düşük ücrettir.” Yani asgari ücret, mesleki veya teknik becerisi olmayan, iş deneyimi az çalışanlara başlangıç ücreti olarak verilir.
Nitekim dünya uygulamaları da bu yönde. İspanya’da asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 1. Almanya’da asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 6,5. Bulgaristan’da asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 14. Bizde ise bu oran yüzde 40!
Kazanç eşiğini asgari ücretin yüzde 20 fazlasına taşırsak bu oran yüzde 50’yi aşıyor. Yani, yaklaşık 12 milyon kayıtlı çalışan ayda 14 bin liranın altında maaş alıyor. Bazı kayıt dışı çalışanlar, ya da kazancının bir kısmı elden iade edilenler asgari ücretin bile altında kazanıyor. Bu meseleler kadın çalışanlar açısından daha da yaygın.
TEPAV’ın araştırmasına göre özel sektörde çalışanların yüzde 91’i, asgari ücretin iki katının altında kazanıyor. DİSK-AR’ın TÜİK verilerini baz alarak yaptığı hesaplamaya göre bu seviye yüzde 82. Yani, bugün özel sektörde çalışan her 10 kişiden 8 veya 9’u ayda 23 bin liranın altında kazanıyor.
Bu, orta direğin yok olması demektir. İki kişi, iyi maaşla çalışan bir ailenin, yoksulluk sınırında yaşaması demektir. Bırakın iki anahtarı, yani ev-araba almayı hayal etmeyi, ayın sonunu getiremeyen milyonlarca insan demektir.
Dört: Yıllar içinde ücretler, asgari ücrette buluşuyor
2007’de Türkiye’de ortalama ücret asgari ücretin 2,4 katıyken bugün bu oran 1,7’ye gerilemiş. Yani, asgari ücret açlık sınırına doğru, ortalama ücretler de asgari ücrete doğru baskılanıyor.
Bunun doğal sonucu; tecrübe, çalışkanlık, eğitim gibi kriterlerin para etmemesi, anlamsızlaşmasıdır. Bunun doğal sonucu; kolay para hevesinin, kredi batağının her yanı kanser gibi sarmasıdır.
Kötü ekonomi idaresinin neticesi, sefalettir. Kötü ekonomi idaresinin neticesi, vasatlıktır. Kötü ekonomi idaresinin neticesi, ahlaksızlıktır.
Beş: Asgari ücretli çalışanlar, daha yüksek maaşlı işlere geçemiyor. Asgari ücret kalıcı hâle geliyor
Asgari ücret demir atılacak bir liman değildir. Bir merdivenin ilk basamağıdır.
Ancak ülkemizde asgari ücretten çıkmak çok zor hâle geldi. İş hayatına asgari ücretle başlayan milyonlarca insanımız, yıllarca deneyime rağmen daha yüksek ücretlere erişemiyor. Asgari ücret kalıcı hâle geliyor. Nitekim TEPAV’a göre 2013-2021 dönemi boyunca her 4 asgari ücretliden 3’ü, bir yıl sonra da asgari ücret kazanmaya devam etmiş.
Bu durum, yoksulluğun kalıcı hâle gelmesi demek. Nesiller arası adaletsizliğin artarak devam etmesi demek. Okuyarak, çalışarak kazanmanın, sınıf atlamanın yeniden mümkün olduğu bir işgücü piyasası yaratmak mecburiyetindeyiz.
Altı: Asgari ücretin refah etkisi şehirden şehire, bölgeden bölgeye çok değişiyor
İllerimiz arasında çok ciddi yaşam maliyeti farklılıkları var. Örneğin, Endeksa verilerine göre bazı illerimizde 8-9 bin lira civarında olan aylık ortalama kira ücreti, İstanbul’da 17 bin, Ankara’da 14 bin liranın üzerinde. Asgari ücretin kiraya bile yetmediği illerimiz var.
Bu gerçeği iktidar da kabul ediyor. Nitekim, geçtiğimiz haftalarda Meclis Genel Kurulu’nda görüşülen Torba Yasa’da, İstanbul’a taşınan BDDK personeline “hayat pahalılığı” gerekçe gösterilerek ek tazminat verilmesi maddesi vardı.
TÜİK’e göre temel gelir kaynağı maaş, ücret, yevmiye geliri olan hanehalkları, gelirlerinin yüzde 22,5’ini ulaşıma, yüzde 21’ini gıdaya ve yüzde 21’ini konut ve kira harcamalarına ayırıyorlar. Bu üç temel kalem, aylık gelirlerinin yaklaşık üçte ikisine tekabül ediyor. Şaşırtıcı değil.
Bir tarafta ortalama aylık kiranın 17 bin lira olduğu, işe gitmek için vesait değiştirilen, gıda fiyatlarının yüksek olduğu İstanbul var. Diğer tarafta kiranın 8-9 bin lira olduğu, işe tek vesaitle gidilen, gıda fiyatlarının nispeten az olduğu başka şehirlerimiz.
Yine TEPAV’ın raporuna göre 2022’de Ankara, ülke ortalamasına kıyasla yüzde 2, İstanbul ise yüzde 13,9 daha pahalı. 2014-2022 yılları arasında özel sektördeki tam zamanlı ücretli sayısı artışının yüzde 26,4’ünü İstanbul ve Ankara sağlamış ve asgari ücretli yoğunluğu bu iki ilimizde 2014 sonrasında ülke ortalamasının üzerinde artmış. Ancak, 81 ilimizde bütün asgari ücretliler aynı maaşı alıyor. Bu adil bir yaklaşım değil!
Bugün ABD’de, Kanada’da, Çin’de şehirlere göre farklı asgari ücretler var. Mesela, ABD’de 100’den fazla farklı asgari ücret bulunuyor. Çin’de bazı bölgelerde, değişen ekonomik koşullara göre üç veya dört farklı asgari ücret seviyesi bulunuyor.
Biz de farklılaşan ihtiyaçlara ve ekonomik koşullarına göre asgari ücreti daha yaratıcı şekilde ele alabiliriz. Biliyorsunuz, hükümet dünyadaki milli gelirdeki sıralamamızı yüksek göstermek için satın alma gücü paritesini kullanıyor. O hâlde, asgari ücrette de illerimiz arasındaki satın alma gücü paritesi farkını göz önüne almak düşünülebilir.
Yedi: Asgari ücreti hükümet belirliyor, özel sektör ödüyor
Asgari ücreti hükümet açıkladığı için sanki iktidar kendi kesesinden bir şey bahşediyormuş havası var. Ancak bu yanlış bir yaklaşım. Zaten kamuda asgari ücretle çalışan kimse yok. Yani, hükümet kimseye bu ücreti ödemiyor. Asgari ücreti özel sektör işverenleri ödüyor. Hükümet, başkasının kesesi üzerinden maaş dağıtıyor.
İşveren deyince aklımıza sadece holdingler gelmesin. Bu maaşı sokağın köşesindeki esnaf Hamdi Efendi, KOBİ’sini büyütmeye çalışan İsmail Bey, girişimini ayağa kaldırmaya çalışan Ayşe Hanım ödüyor. Unutmayalım, ülkemizde 10 kişiden 7’sini KOBİ’ler istihdam ediyor! Asgari ücret seviyesini belirlerken, bu işletmelerin hayatını sürdürmesini ve kayıt dışına kaçmasını da göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Bu konunun bir de hürriyetler tarafı var. Hükümet 5 milyon memurun maaşını, 16 milyon emeklinin maaşını, 7 milyon asgari ücretlinin maaşını, dolaylı yoldan milyonlarca özel sektör çalışanının maaşını belirliyor. Toplumun dörtte üçünün maaşını belirleyen bir hükümet, aslında her şeyi belirliyordur. İktisadi, toplumsal ve siyasi hürriyetler bir bütündür!
Sonuç
Asgari ücreti belirlerken hassas bir denge kurmaya mecburuz. Vatandaşımızı fukaralık ve sosyal yardıma, işletmelerimizi iflasa ve kayıt dışına mahkum edemeyiz.
Elbette asgari ücret milyonlarca insanımızı enflasyona ezdirmeyecek, vatandaşlarımızı insan onuruna yaraşır bir hayat standardına ulaştıracak bir seviyede olmalı.
Rakamları da vereyim: Son asgari ücret zammından beri, yılın ikinci yarısındaki enflasyon yüzde 40. Önümüzdeki sene için devletin topladığı vergi ve harçlarda uygulayacağı artış oranı yüzde 58,5.
Yeri gelmişken beklenen enflasyon meselesine de değineyim. İTO Başkanı Sayın Şekip Avdagiç zam oranının beklenen enflasyona göre belirlenmesi gerektiğini söyledi. Eğri oturalım, doğru konuşalım: Türkiye’de hedef enflasyonun bir ciddiyeti yok. Merkez Bankası’nın enflasyon raporunun 2023 için kullandığı ifadeleri hatırlayalım: 26 Ocak: yüzde 22, 27 Temmuz yüzde 58, 2 Kasım yüzde 65. Bu şekilde bir zam belirlemek, geniş toplum kesimlerini fakirleştirmek olur.
Öte yandan, asgari ücret ülkemizde 10 kişiden 7’sini istihdam eden KOBİ’leri “Hayatını sürdürmek mi, kayıt dışına kaçmak mı?” açmazına mahkum etmemeli. Üstelik, tüm çalışanları tecrübesinden, çalışkanlığından, eğitiminden bağımsız şekilde aynı ücret seviyesinde toplarsak bunun sonu vasatlaşma olur.
Paryalığın da vasatlığın da karşısına dikilmeye mecburuz.
Bu çifte tuzaktan kurtulmanın yegâne yolu, daha nitelikli işlere daha yüksek ücretlerin ödendiği, daha çok gayret edenin daha çok kazandığı bir işgücü piyasası yaratmak. Bunun için;
Rant yerine üretim, yatırım ve istihdamı koyan;
Vasatlık yerine dünyayla yarışmaya odaklanan;
Ucuzculuk ve fasonculuk yerine katma değer ve markalaşmayı hedefleyen;
Kontrol-kumanda ekonomisi yerine hür teşebbüsü rehber alan ve
Çıkar lobileri yerine ekonomimizin dinamosu KOBİ’leri destekleyen bir Kalkınma Seferberliği’ni hep birlikte başarmak zorundayız. Başaracağız.