RTÜK, Açık Radyo’nun 24 Nisan’da “Açık Gazete” programında kullanılan “Ermeni Soykırımı” ifadesi nedeniyle 5 kez program durdurma müeyyidesi aldığını ve radyonun bu kararı uygulamaması üzerine lisansının iptal edildiğini belirtti.
Sonbaharın gelişini iyice hissettirdiği günlerde güneşi görmek, piyangodan ikramiye kazanmak gibidir; bolca faydalanmalı. Bu güdümde yalnız değilmişim. Karşı kaldırımda akşam güneşine kendini bırakmış, miskin belki de nefes almak için hayatı yavaşlatan bir kedicik vardı. Keyfi de hayli yerindeydi.
Birkaç tane kadın, ellerinde kameralarla oturduğum mekânın camındaki bir şeyin fotosunu çekiyorlardı. Ne olduğunu anlamadığım, Arapça olan bir menü, belki de kendilerini evlerinde, vatanlarında hissettirmiş olan bir şey olmalıydı. Kadınların yüzlerinde hoş bir gülümseme beliriyordu. Oturduğum mekâna ilk kez alıcı gözüyle bakarken, “Lübnan Mutfağı” da olan bir kafeye oturduğumu anlıyorum. Fotoğraf çekme sahnesi, şimdi kafamda bir yerlere oturuyor.
Lakin yine de kafamda yerli yersiz görüntüleriyle, kendini anımsatan Tophane’ye dair eksik bir şeyler var; bıçkın abilerin yerinde yerler esiyor. Acaba karanlığı mı bekliyorlar; gecenin loşluğudur habitatları, yahut kendilerini daha mı heybetli hissettiriyordu ki…
Gideceğim yer göz takip seviyemdeydi. Oraya geldiklerini düşündüğüm bir grup insan da önümden geçerken ben de peşlerinden kalkıyorum.
Koca Bir Tarih: Açık Radyo Sessizliğe Gömülüyor
Kimisi duvarların üzerine çıkmış, olanı biteni daha iyi görme telaşıyla, bazıları çocuk bazısı da ileri yaşta anne babasıyla gelmiş her kesimden insanlar; daracık bir sokaktan, daha da daralan ve çıkmaz sokağa dönüşen minik avlumsu alanı tıka basa doldurmuşlar.
Yüzlerde kasvetli lakin biraz da inatçı bir ruh hali hakim. Arada bir tanıdık bir yüz görmenin, yalnız olmadığını bilmenin hoşnutluğu yansıyor topluluğun çehresine.
Sokakla meydan arası küçük alan, yakın zamanda yitirdiğimiz Kenan Işık’ın sesiyle doluyor bir anda. Hemen peşinden de Açık Radyo’da yer bulmuş başkaca sesler kulaklarımıza ulaşıyor.
“Ekoloji mücadelesinin, sosyal dayanışmanın, hak mücadelelerinin seslerine daima kürsü ve megafon olan sakin ama kararlı bir radyo istasyonu” diye tarif ediyor Ömer Madra Açık Radyo’nun serüvenine ve geldiğimiz son noktaya dair konuşmasında. Büyüttüğü çocuğunu şefkatle anlatan bir baba gibi, “Açık Radyo denildiğinde akla, bir başka mecrada hakettiğini bulamamış bir hüzünlü şarkı; radyo tiyatrosundan aklımıza kazınmış müthiş bir tirad; edebiyatın görünür kıldığı bir büyük hikaye; insanlığın renk ve titreşimlerini sesle çepeçevre kuşatan bir mecra gelir.”
“29 yıl 11 aydır FM bandında, 22 yıl 11 aydır da internet üzerinden Türkiye ve dünyaya yayın yapmış, tamamı gönüllü 1.416 programcıyla, 1.219 birbirinden farklı program üretmiş, bu programlardan türetilen 29 farklı kitap yayınlandı. Her bir kitap, 30 yıl boyunca Türkiye’den ve dünyadan yaklaşık 28 bin aktivist, yazar, düşünür ve güzide konuğu ağırladı.” diyor Madra.
Hayatın acı bir şakası gibi… 18 Ekim 2024, saat 13.00’de karasal yayını RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) tarafından durdurulan Açık Radyo, bir gün sonrasında İzmir Basın Kampı’nda Basın Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Yayın hayatı boyunca aldıkları 69. ödül de böyle bir güne denk düştü.
“Korkarım Çocuklarımız Demokrasiyi Böyle Sanacak”
“Nasıl yani, 1’de kapanacak ve biz hiçbir şey yapamıyor muyuz” şeklindeki şaşkınlığını, üzüntüsünü, belki de -umalım ki şimdilik olsun- son kez Açık Radyo’nun mikrofonundan dile getiriyordu oyuncu Hatice Aslan. Kayıt sonrasında da son ana kadar oradan ayrılmamıştı.
Dayanışmaya gelenler arasında çeşitli medya kurumlarından yayın yönetmenleri, akademisyenler, yazar, çizer, oyuncu, kültür sanat alanında bir çok tanıdık yüzün yanında, TİP (Türkiye İşçi Partisi) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ve TGS (Türkiye Gazeteciler Sendikası) Başkanı Gökhan Durmuş kalabalık içinde seçebildiğim yüzlerdi.
Deniz Türkali, Yekta Kopan (kendisi de bir dönem Açık Radyo’da program yapmıştı), yine oyuncular Hazar Ergüçlü, Tülin Özen, Yiğit Özşener, Tilbe Saran ve Ata Demirer… gibi sayısız isim, orada olamasalar da “AçıkRadyoAçıkKalmalı” etiketiyle desteklerini sundular.
Desteğini sunanlardan birisi de Nazan Öncel’di. Öncel, yolladığı video mesajda radyonun kapatıldığı sabaha dair hislerini “Evimden cenaze çıkmış kadar üzüldüm…” diyerek belirtti. Devamında ise “Korkarım ki gençlerimiz demokrasiyi böyle bir şey sanacaklar… O yüzden, Açık Radyo iki kere açık kalmalı” ifadelerini kullandı.
Sahi, demokrasi nasıl bir şeydi? Uzun süredir hayatımızdan çıkıp tozlu raflarda yerini alınca… İdolüm de olan Nazan Öncel’in kaygılarına katılmayanımız yoktur sanırım: “Ya gençler demokrasiyi böyle sanmaya başlarlarsa…?”
“Belki Bir Gün Senin Sesini De Yayına Veririz”
10’lu yaşlarında güzel bir kız annesi aracılığıyla, Açık Radyo’nun koordinatörü ve 21 yıllık emektarı olan Didem ablasına ulaşıyor. Beğenisini ve duygularını anlattığı sırada, “Belki bir gün senin sesini de yayında veririz, seni de konuk alırız” diyor Didem Gençtürk, mutlulukla küçük hanıma sevgiyle bakarken.
Sevgili Didem’le sohbetimize yayın odasında devam ediyoruz. Ben de en az önceki güzel kız kadar heyecanlıydım. Açık Radyo’nun kalbindeyim. Koca bir ömrü bize aktaran mikrofonlar az ötemdeydi. Duayenlerin soluduğu havayı içime çekiyor, oturduğu koltuklara oturuyordum. Buruk ama bir o kadar da kendi adıma gururlu anlardı…
Sohbetimiz sırasında “Bunu da aşacağımıza inanıyorum. Hukuki süreç devam ediyor. Gelişmelere göre belki de dijital yayınlarla devem ederiz, ama bir şekilde açık kalmanın yollarını bulacağımız fikrindeyim” diyor Gençtürk.
Gün içerisinde atılmış çeşitli destek postlarını incelerken DEM’in (Halkların Demokratik Partisi) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın mesajında geçen “Karıncanın bile sesi olan” bölümünü aktarıyorum Didem’e. Duyguları sesine yansıyarak, “Öyleydik, basın açıklamasında da duymuş olmalısınız; Cerattepe’den nesli tükenen balığa kuşa, herkesin sesini verdik mikrofonlarımızdan, tüm canlılara ses olmaya çalıştık” diye özetlerken yayınları ve politikalarını, yüzünde de hedefe ulaşabilmiş olmanın haklı gururu ve mutluluğu beliriyor.
Şu an yayında olsanız “Veda veya merhaba cümleniz, spot ne olurdu” diye soruyorum İlksen Mavituna’ya. Bir yandan da yayın odasından dışarıyı izler gibi; radyonun içinde, camdan dışarıyı izleyerek yaptığımız sohbet esnasında, “Son bir haftadır sürekli dillendirdiğimiz gibi Açık Radyo Açık Kalmalı” derdim diyor.
İlksen de benim kadar dışarıdaki insan kalabalığını izlemekten hoşnut, buruk olduğu kadar da umutlu halde… “ Sizin de söylediğiniz gibi, buruk bir gün ama bunca desteğin olduğunu bilmek, her yaştan, kesimden insanın burada oluşu ise başka bir mutluluk; umutlandırıcı… Gerçi biz senede bir de olsa dinleyicilerimizle buluşmaya çalışıyor, çeşitli etkenliklerde bir arada oluyorduk, yine de bunca kalabalığın desteğimize gelmiş olmaları ayrıca mutluluk verici” diyordu ayaküstü sohbetimiz sırasında İlksen Mavituna.
Arzuları, Tek Ses Yaratmak
Küçük bir alanda olmak ve kalabalıktaki uğultu nedeniyle TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş’a sorularımı yazılı yollamak istediğimi iletiyorum ve o da kabul ediyor.
Gökhan Durmuş’a, gazeteciler ve medya üzerindeki baskıya, Açık Radyo yasağına, bu olan bitenler karşısında başta biz gazeteciler ve kamuoyu olmak üzere toplum yetersiz mi kalıyor sorusuna, iktidar cenahı ve yöneticilerinin sürekli el yükseltmelerinin sebeplerine dair fikirlerini soruyorum:
“22 yıllık AKP iktidarının son 18 yılı, ülkede basın özgürlüğüne müdahale ve medyayı yeniden yapılandırma politikaları ile geçti. Ülkede tek ses yaratabilmek için hem hukuksal hem de hukuk dışı tüm yöntemler denendi. Gazetecilerin tutuklanmasının normalleştirildiği, hâkim karşısına çıkmalarının olağan hale getirildiği bir ülkeye dönüştürüldü ülkemiz maalesef. Kuruluş ilkeleri medyayı ve gazetecileri korumak olan Basın İlan Kurumu ve RTÜK gibi kuruluşlar, son yıllarda basın özgürlüğünü bitirmeye ant içmiş gibi çalışıyor. AKP’nin politikalarını eleştiren medya kuruluşlarına cezalar yağdıran bu kuruluşlar, ekonomik baskılarla medyayı susturmayı amaçlıyor.”
“Bu baskı sistemi sadece gazetecilere yönelik değil. İtiraz eden, ses çıkartan tüm toplum kesimlerinin baskı gördüğü bir dönemden geçiyoruz. Birçok seçim, referandum, darbe girişimi atlattık bu 22 yıllık dönemde. OHAL’le iki yılı yaşadık. Toplumun adeta ikiye bölündüğü zamanları gördük.”
Durmuş’un konunun meslek odaları ve sendikalara dair kısmına dönük eleştirilere yanıtı ise şöyleydi: ”Gazetecilere yönelik baskıların arttığı dönemde herkes bu meslek örgütleri ne yapıyor sorusunu sordu. Bizler toplumdan farklı bir hayat yaşamıyoruz. Bölünmüşlük bu sektörde de neredeyse ortadan ikiye oldu. 50 bin civarında gazetecinin olduğu bir ülkede 500’e yakın basın meslek örgütü bulunuyor. 100 gazetecinin olduğu küçücük şehirlerde bile 2-3 dernek, cemiyet var. Dolayısıyla topyekûn bir karşı koyuş örgütlemek o kadar kolay olmuyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası olarak bütün bu olumsuzluklara rağmen hem baskı altındaki meslektaşlarımız için mücadele ediyoruz hem de meslek örgütleri ile ortak bir mücadele zemini oluşturmaya çalışıyoruz. Elbette yeterli değil. Bugün Açık Radyoyu keyfi bir biçimde kapatabiliyorlarsa, etki ajanlığını yeniden meclis gündemine getirebiliyorlarsa kavgayı daha çok büyütmemiz gerektiği ortaya çıkıyor.” dedikten sonra da şöyle devam ediyor TGS Genel Başkanı:
“Türkiye bu baskı rejimine rağmen farklı renklerin, dillerin, dinlerin, seslerin var olduğu bir ülke. Umut da aslında bu çeşitliğimizde yatıyor. Kapatarak susturacaklarını sananlar gazeteciliğin hep yeni yollar bulmak olduğunu anlayamayanlar… Bizler, her baskı, her susturma girişiminden sonra yeni bir yol açarak halka doğruyu götürmeyi başardık. Düşünsenize, bu ülkede televizyon kapatıldı, şimdi Web TV’lerde daha çok izleyiciye ulaşmanın yolunu bulduk; gazeteler kapatıldı, internet haber sitelerindeki çeşitliliğimiz arttı; işsiz bırakıldık, kişisel sosyal medya hesaplarımızı bir gazete gibi kullandık. Açık Radyo’daki meslektaşlarımız da bir yol bulacak ve bu çok sesliliği dinleyicileri ile buluşturacaklar. Bunu yaparken yanlarında bir sendikaları olduğunu da bilecekler.”
Sırtımda Küfe, Düştüm Yollara
Yokuş aşağı indiğim yol, biraz daha dik ve yorucu geldi. Belki günün yorgunluğu, bir kalenin, bir sesin daha susturuluşunun getirdiği ağırlık ve acı mıydı tam kestiremesem de 3-5 dakikalık yol sırtımda küfe varmışçasına yorucu ve uzun geldi.
Sürekli toplumun nefes borularının da biz gazetecilerin de ümüğünün sıkılması, daralan özgürlük alanlarımız, gün geçtikçe belimizi daha da büken yoksulluk, geleceksizlik… Mutlaka sizlerin de sırtımızdaki küfeye ekleyeceği çok şey vardır. O kamburlarla bırakın yokuş çıkmayı, ayakta durmak dahi zorlaşıyor gün be gün…
Yine de, tüm olan bitene rağmen umudu diri tutarak, gülebileceğimiz gün, sanki uyanacağımız sabahmış ve çok da uzakta değilmişçesine birbirimizin elini tutarak, bir adım sonraya bir adım daha atmalı.
Yol boyunca dilimizde türküler, hatta bir bütün olarak daha da gür “AçıkRadyoAçıkKalmalı” diye haykırmalı! Sessizlik ölümdür; en çok da sesten, birbirimizin sesini, hayatın sesini duymamızdan korkmuyorlar mı?