Ülkemiz hem büyük bir risk hem büyük bir fırsat ile karşı karşıya: illerimiz ve bölgelerimiz arasındaki büyük uçurum.
Riskimiz, tüm yumurtalarımızı aynı sepete koymamız.
Riskimiz, pek çok ilimizin kalkınma tuzağına düşmesi ve potansiyeline erişememesi.
Riskimiz, “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” haline gelmemiz.
Bu ciddi riskleri, aklımızı kullanırsak yepyeni fırsatlara çevirebilir, Türkiye’nin kalkınma hikayesinde yeni bir ufuk açabiliriz.
Fırsatımız, en az 15 şehrimizi cazibe merkezi hale getirmek, yıldız şehirler çıkarmak.
Fırsatımız, Anadolu kaplanlarının önünü açmak, onların enerjisiyle kalkınma seferberliğinin meşalesini yakmak.
Fırsatımız, bölgesel bir kalkınma portföyü oluşturarak doğal afetlere ve küresel dönüşümlere dayanıklı hale gelmek.
I.
Türkiye büyük bir ülke. Avrupa’nın en geniş topraklarına ve en yüksek nüfusuna sahibiz. Sadece üniversite öğrencisi sayımız Bulgaristan’ın toplam nüfusu kadar! Trilyon dolarlık milli gelir ile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biriyiz. Devletimiz bizden her gün 20 milyar lira vergi alıp 30 milyar lira para harcıyor. Ancak tüm bunlar, çok az sayıda şehrimizde gerçekleşiyor.
Nüfusumuzun üçte biri dört büyük ilimizde yaşıyor – İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa. En kalabalık on il, nüfusumuzun yarısından çoğuna sahip. Terazinin bir kefesinde on il, diğerinde kalan 71 il…
Bundan daha yüksek bir yoğunlaşmayı ise ekonomide görüyoruz. Milli gelirimizin üçte biri tek başına İstanbul’da. Yarısı, en büyük dört ilde. Üçte ikisi en büyük on ilde. Yani ülkemizin ekonomisi üç birimse; bir birimi İstanbul’da, bir birimi sonraki dokuz ilde, bir birimi de kalan 71 ilde! Allah korusun, İstanbul ve çevresinde yaşanacak bir afetin nelere mal olacağını düşünebiliyor musunuz?
Bu yoğunlaşmanın neticesinde kişi başı milli gelirde müthiş farklılıklar meydana geliyor. Makul bir dağılım olsa illerimizin yarıya yakınının ortalamanın üstünde, yarıya yakınının da ortalamanın altında olmasını bekleriz değil mi? Ama bizdeki durum bambaşka: Ülkemizde sadece 13 il Türkiye ortalamasının üzerinde kişi başı milli gelire sahip. Geri kalan 68 il ortalamanın altında. Yani, ortalamadan daha zengin bir ile karşılık, ortalamadan daha yoksul beş ilimiz var! Bunlardan biri de seçim bölgem Balıkesir. İki denize kıyısı bulunan, geniş ve bereketli arazilere sahip, turizmde ciddi yeri olan bir ilimiz dahi ortalamanın altında. İktisadi yoğunlaşmanın seviyesine bakın!
Bunun neticesinde ülkemizin bir yanı Macaristan bir yanı Libya seviyesinde kişi başı gelire sahip. O meşhur şarkıdaki gibi: “Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe.”
Eğri oturalım, doğru konuşalım. Bu durum sürdürülemez. Apayrı ekonomik seviyeleri olan yerlerin çok farklı öncelikleri ve hassasiyetleri olur, millet ayrışır. Bu her yerde böyledir. Örneğin, geçen hafta yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde çıkan oy haritası, Doğu-Batı Almanya farkının bir nesil sonra hâlâ sürdüğünü gösterdi.
Ekonominin dinamosunun hür teşebbüs olduğunu düşünüyorum. Devletin rolü zemini hazırlamak; girişimcinin, KOBİ’nin, sanayicinin, tüccarın, esnafın, çiftçinin işi de o sahada top oynamak. Ancak burada da çok dengesiz bir durum var.
İstanbul Sanayi Odası’nın Türkiye’nin en büyük 500 ve ikinci 500 sanayi kuruluşu listelerinde yine çok ciddi bir yoğunlaşma görüyoruz. İlk 500’deki şirketlerin üçte biri İstanbul’da. Sonraki beş vilayette de bir o kadar şirket var. Yani Türkiye’nin en büyük 500 firmasının üçte ikisi sadece altı ilimizde: İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli ve Gaziantep. Şirketlerin geri kalan üçte biri de diğer 75 vilayetimizde.
Bu tablonun milli gelir dağılımına benzemesi şaşırtıcı değil. Ancak çok önemli bir nokta var: büyükşehir statüsündeki bölgesel ağırlığı olan altı ilimizin (Diyarbakır, Malatya, Mardin, Şanlıurfa, Trabzon ve Van) İSO 500’de hiç temsilcisi yok. Büyükşehir olan iki ilimizin de (Erzurum ve Ordu) yalnızca birer temsilcisi var. Bu tablo, sanayileşme için, istihdam için, vatandaşlarımızın önündeki fırsatlar için iyi bir durum değil.
Geleceğin devlerinin yer aldığı ikinci 500 listesinde de tablo benzer ama daha olumlu. Listeye giren şirket sayısında Bursa ve Konya’nın ciddi ağırlığı var. Adana, Balıkesir, Kahramanmaraş ve Kayseri dinamik. İlk 500’de olmayan Diyarbakır ve Malatya ikinci 500’e ilk adımlarını atmış, Trabzon ve Ordu ciddi temsile kavuşmuş. Bunlar iyi haberler, zira yıldız şehirlerimiz ancak ve ancak Anadolu kaplanlarımızın omzunda yükselebilir.
Öte yandan, ihracatta yoğunlaşma yüksek. Bu bilhassa önemli, çünkü şirketlerimizin kurumsal yönetimi benimsemesi ve kabiliyetlerini geliştirmeleri için uluslararası rekabet çok önemli bir katalizör. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin en büyük 1000 ihracatçı listesindeki şirketlerin neredeyse yarısı İstanbul’da. Sonraki beş şehri (Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli, Gaziantep) eklediğimizde, listenin dörtte üçüne ulaşıyoruz. Tabii merkez adresi İstanbul’da olan şirketler tabloyu çarpıtabiliyor. Nitekim üretim yerine göre ihracat hacminde İstanbul’un payı dörtte birin altına iniyor. Yıldız şehirlerin payı artıyor. Ancak yine de illerimizin beşte biri, ihracatımızın beşte dördünü üretiyor.
Tüm bunların vergiye yansımaması mümkün mü? Türkiye’nin vergisinin yüzde 80’ini beş vilayet ödüyor. Yüzde 90’ını on vilayet. Kalan yüzde 10’unu 71 vilayet. Açık konuşalım. Böyle bir ortamda sürdürülebilir bir mali yapıdan da, adil kamu yatırımlarından da, artan yerinden yönetimden de bahsetmek mümkün olmaz.
Ekonomiden çok bahsettik. Biraz da futbola bakalım. Yeni tamamladığımız sezonda, 20 takımın olduğu Süper Lig’de İstanbul’un sekiz takımı vardı. Önümüzdeki sezon bu altıya düşecek. Halbuki, 18’er takımın bulunduğu Fransa ve Almanya’da her takım farklı bir şehirden geliyor. 20 takımlı ligleri olan İspanya ve İtalya’da ana şehirlerin ikişer takımı var: Madrid, Roma ve Milano. Bize yakın bir yoğunlaşma ancak İngiltere’de Londra özelinde görülüyor. Orada da şampiyon bir süredir başka bir şehirden çıkıyor.
II.
Açık söyleyeyim: Bu tablo devam edemez.
Bu tablo risk yönetimi açısından devam edemez. Adeta bütün yumurtalarımız aynı sepette. Allah korusun bir afet yaşasak ne yapacağız? Türkiye üretemez, ihracat yapamaz, vergi toplayamaz hale mi gelecek? Bizi kurtarın, besleyin, ayağa kaldırın diye elaleme muhtaç mı olacak? Gerçek beka meselemiz budur!
Bu tablo kalkınma tuzağı yüzünden devam edemez. “Orta gelir tuzağı yetmedi, şimdi başımıza bir de bu mu çıktı!” dediğinizi duyar gibiyim. Maalesef öyle. Ülkemizin önde gelen düşünce kuruluşu TEPAV bu konuda bir analiz yayınladı. Buna göre bir yerde istihdam, kişi başına gelir ve verimlilikte artış hızı giderek yavaşlıyorsa, oranın kalkınma tuzağına düştüğü değerlendiriliyor. Nitekim Brexit’te AB’den çıkış için oy verenler, 2016 Amerika seçiminde Trump’a oy verenler, Fransa’da Le Pen’e oy verenler ağırlıkla kalkınma tuzağındaki yerlerden çıkmış. TEPAV analizine göre Ankara, Antalya, Balıkesir, Bursa, Samsun, Şanlıurfa ve Trabzon gibi bölgelerimiz kalkınma tuzağında. Aydın, Erzurum, İstanbul, Kastamonu, Kayseri, Malatya ve Van gibi illerimiz ise yüksek risk taşıyor. Herhalde bunu oturup izleyecek halimiz yok!
Bu tablo vatandaşımızın mutluluğu açısından devam edemez. Yaşadığı şehirde fırsatlara erişemeyen vatandaşımız mutsuz olur. Potansiyelini değerlendiremez. Ekonominin de, siyasetin de, devletin de esas amacı insanın mutluluğu değil midir?
Bu tablo şehirleşme açısından devam edemez. İstanbul başta, beş-altı büyük şehre yığılıp duran nüfus, oraları da yaşanmaz hale getirir. Koca bir ülkenin yükünü birkaç lokomotif şehrin sırtına yıkarsanız oralar da tıknefes olur.
Bu tablo toplumsal barış açısından devam edemez. Bir kısım vatandaşımız “ben neden kötü şartlarda yaşıyorum” der. Hatta “beni geri bıraktınız” diye sitem eder. Bir başka grup vatandaşımız “neden bu memleketin bütün vergisini ben veriyorum” diye serzenişte bulunur. Hür bireylerden oluşan tek bir millet yerine, birbirinden çok farklı önceliklere ve hassasiyetlere sahip insan kümeleri oluşur.
III.
Ülkemizin dörtte üçü kentlerde yaşıyor. İstihdamın yüzde 85’i sanayi ve hizmetler sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Kalkınmaya, refaha ve huzura ulaşmak için şehirlerimizi şenlendirmeye mecburuz. Ülkemize bolluk, bereket ve zenginlik getirmenin yolu Anadolu’nun yıldız şehirleridir. Çok çeşitli kriterlerde hep ilk üç-beş sırada yer alan kentlerimizin hemen ardından gelen 15 kadar şehrimizin önünü açarsak, iktisadi olarak Türkiye’ye bir Türkiye daha ilave ederiz.
Peki, mevcut siyasi ortama baktığınızda böyle bir vizyon, irade ve icraatçılık görüyor musunuz?
Ben de görmüyorum. Ama olsun. Gelin biz bu durumdan vazife çıkaralım ve hükümete beş adımlı bir yol haritası önerelim:
Birincisi, ülkemizdeki çeşitli bölgeleri çeşitliliği sağlayan ve toplam riskimizi azaltan bir kalkınma portföyü olarak değerlendirin. Kamu yatırım planını bu çerçevede gözden geçirin. Bu vesileyle, kapattığınız Devlet Planlama Teşkilatı’nı yeniden hayata döndürmenin tam vaktidir.
İkincisi, Anadolu kaplanlarının prangalarını çözün. Açık söylüyorum: Türkiye’nin önünü ancak girişimciler açabilir. Ancak hükümet hâlâ ihracatçıyı dövizinin yüzde 30’unu bozmaya zorlamak, bakkallarla rekabet etmek, taksi lobisine teslim olmak, ödeme sistemlerini yasaklamak gibi işlerle meşgul.
Üçüncüsü, kalkınma hamlesini entegre olarak ele alın: Pazara erişim, finansmana erişim, ve kurumsal kapasite inşası bir sacayağıdır. Bir ayak çalışmazsa sistem ayakta kalamaz. İpotek sorunu olan yerlerde Kredi Garanti Fonu’nu işletmezseniz, sanayi şehirlerini limanlara demiryolu ile bağlamazsanız, vergileri kafanıza göre değiştirirseniz bu iş olmaz.
Dördüncüsü, tüm paydaşlarla yakın çalışın. Merkezi idarenin yerel yönetimlerle, iş dünyasıyla, üniversitelerle ve yurtdışı organizasyonlarla işbirliği yapmasında yarar vardır. Kavga ile kalkınma olmaz.
Beşincisi, esneklik ve yaratıcı çözümlerden korkmayın. Üniter devlet yapısına halel getirmeden, bölgesel asgari ücret gibi, yeni teknolojilerde regülasyon test alanları gibi imkanları değerlendirin. Mesela, bazı sahil ilçelerinde Bitcoin ile ödeme kabul edilse, başka bazı yörelerimizde sürücüsüz araçlara izin verilse, hem girişimcilerimiz desteklenir hem de yenilikçiliğin önü açılır.
IV.
Türkiye’nin yeni kalkınma ufku Anadolu’nun yıldız şehirleridir.
Balıkesir’i Berlin ile, Konya’yı Köln ile, Diyarbakır’ı Düsseldorf ile yarışır hale getirirsek “Almanya bizi kıskanıyor” avuntusuna sığınmamıza gerek kalmaz.
Bunu başarırsak “gençlerimiz neden gitmek istiyor” dememize gerek kalmaz.
Ülkemizin dört yanını şenlendirirsek, “yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” dememize gerek kalmaz.
Türkiye bunu başaracak kadrolara da kaynaklara da sahip. İnşallah bu yeni kalkınma ufkuna hep birlikte yürüyeceğiz. Anadolu’nun yıldız şehirlerini hep birlikte gerçekleştireceğiz.
Fotoğraf: Osman Köycü