[voiserPlayer]
Türkiye 2017 yılında kabul ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tüm siyasi altyapısını değiştirdi. Sadece siyasetin tepesi değil, ülkedeki çıkar gruplarının ve lobilerinin beklentileri de dönüştü. Siyasetin ana amacı olan iktidara gelerek kendi fikriyatını devlete ve topluma hâkim kılma yerine başka öncelikler gündeme gelmeye başladı.
Bu yönüyle Türkiye, kendi içinde özgün bir siyasi sistemi olan Lübnan ile benzerlikler göstermeye başladı. İki ülkenin iç dinamikleri ve siyasi yapısı farklı olsa da Türkiye’nin girdiği siyasi süreç Lübnan’da yaşananları andırıyor. Türkiye keskin bir sistem dönüşümü ya da düzeltmesi yapmazsa ülkemizin Lübnan’ın yaşadığı sorunları yaşaması muhtemel görünüyor.
Lübnan’ın Yükselişi ve Çöküşü
Bugünkü Lübnan 1943 yılında bağımsızlığını elde etti. Dini ve mezhepsel farklılıkları bulunan kurucu siyasi kadrolar Ulusal Pakt denen bir kurallar bütünü üzerinde anlaştı. Buna göre devlet başkanlığı Hıristiyan Marunilere, başbakanlık Sünni Müslümanlara ve parlamento başkanlığı Şiilere ait olacaktı.
İlk başta bir uzlaşma sağlayan sistemin getirdiği denge, özellikle Marunilerin sahip olduğu eğitimli insan kaynağı ve dışa açık politikaların uygulanmasıyla Lübnan’ın Orta Doğu’nun İsviçre’si olarak adlandırılmasını sağladı. Lübnan bölgenin incisi bir turizm ve finans merkezi hâline gelerek 60’lı yıllarda zirveye çıkan bir başarı hikayesi çıkardı.
Arap-İsrail savaşları bölgede bir Filistinli mülteci sorunu doğurmuştu. Lübnan’a yerleşen Filistinliler de bir yandan demografik dengeyi bozuyor, öte yandan Filistinli gruplar İsrail’e saldırılar düzenleyerek Lübnan’ı zor durumda bırakıyordu. Aslında Lübnan’ın kurucu unsuru eğitimli Hıristiyan Marunilerdi. Ancak bozulan demografik yapı onların egemenliğini tehdit eder hâle gelince çatışma başladı.
1975-1990 arasında süren Lübnan İç Savaşı 150 bin kişinin ölümüne yol açtı. Ülke harabeye dönerken İsrail ve Suriye gibi bölge ülkelerinin dış müdahalesi Lübnan’ın bağımsız bir ülke olarak varlığını tehlikeye attı. 1990’da imzalanan ve çatışmayı bitiren Taif Anlaşması’na göre mezhebe dayalı sistemin değiştirilmesi öngörülmüştü, ancak halen bu yapı değişmiş değil.
Lübnan, 2005’teki eski Başbakan Hariri suikastinden sonra Suriye’yi ülkesinden çıkarmayı başardı. Ancak 2006 yılında İsrail’in işgaline uğradı. İstikrarın bir türlü sağlanamadığı ülkede bölgenin insan kaynağı en gelişmiş ülkesi olmasına karşın Lübnan ekonomik ve siyasi krizden başını kaldıramıyor. Çoğu gözlemci için Lübnan, sosyal patlamaya hazır bir bomba hüviyetinde.
Lübnan Siyaseti: Pastadan Pay Almak
Lübnan’daki mezhepsel ayrıma sahip sistem, zaman içerisinde belirli aileleri ve klanları öne çıkardı. Öyle ya, başbakan Sünniler arasından seçilecekse Sünniler için de bu koltuğu kimseye kaptırmama motivasyonu öne çıkacaktı. Bu paylaşım devletin tüm alanlarına yansıdı ve devlet kadroları âdeta bu büyük ailelere “tahsis” edilen bir pay haline geldi. Lübnan’da belirli kamu alanları belirli mezheplere ayrılmış durumda ve bu mezheplerin başını çeken aile ve klanlar da buraları kendi aralarında pay ediyor. Liyakate dayalı bir sistem yerine kontenjana dayalı bir yapı var.
Dürzi Canbulat ailesi, Sünni Hariri ailesi, Maruni Gemayel ve Franjieh ailesi ve Şii Berri ailesi bu aileler içinde öne çıkıyor. Tüm bu sistemin dışında var olan Hizbullah ise ayrı bir başlık. Ülkenin güneyindeki Şii’ler arasında yoğun desteğe sahip Hizbullah, bir paralel devlet gibi zaten karmaşık olan siyasi sistemi daha da karmaşık hale getiriyor.
Ülke içindeki siyasi yarış, birbirleri ile güç mücadelesi içindeki farklı din ve mezhepten aileler arasında geçiyor. Dengenin bozulmasından korkulduğu için nüfus sayımı yapılmıyor. Ülkede siyasi çözüm, çözüm önerisi ya da ülkenin kalkınması için yeni fikirler yok. Bunun yerine siyasi klanların birbirinin bileğini bükme mücadelesi var. Ülke böyle bir kriz içerisindeyken siyasi sistemin yenilenmesine ise kimse yanaşmıyor. Ülkede yaratılan sistemin başına çöreklenen aileler bu sistemi değiştirmeye yeltenen dinamikleri de el birliğiyle eziyor.
Türkiye’de Değişen Rejim ve Dönüşen Siyaset
Türkiye’de 2017 yılında yapılan sistem değişikliğinin ardından 2018 genel, 2019 yerel ve 2023 yine genel seçimleri yapıldı. Bu üç seçimde de partiler yerine ittifaklar öne çıktı. Kazananın her şeyi alacağı ve Erdoğan rejiminin domine ettiği bir ortamda muhalif partiler bir araya gelerek buna karşı koyma yolunu seçti.
Aslında sistem inşa edilirken MHP’nin %10-15 arasında değişen oy oranıyla verdiği kritik destek ile AKP oy oranı birleştiğinde en az %60’lık bir çoğunluk ile her seçimin kolaylıkla kazanılacağı öngörülmüştü. Ancak MHP içinden bir grubun ayrılması ve AKP’nin oy oranındaki düşüş nedeniyle siyaset matematiği (pek çok kereler olduğu gibi) bozuldu ve Erdoğan 2018 seçimini %52,54 ve 2023 seçimlerini ise %52,18 (ikinci tur) ile %50’nin biraz üzerinde bir oy ile kazanabildi. 2019 yerel seçimlerinde ise Erdoğan, Ankara ve İstanbul’u kaybetti.
Tüm bu uç uca kazanımları yönetmek için Erdoğan, belirli siyasi gruplara bir takım tavizler vermek zorunda hissetti kendini. MHP’ye güvenlik bürokrasisi ve 2016 yılından itibaren yeni açılan bekçi gibi kadrolar tahsis edildi. Şeffaf olması beklenmeyen bu süreçte MHP’ye başka hangi alanların verildiği bilinemiyor. Bunun yanında bu pay alma sürecinden faydalanmak isteyen Yeniden Refah gibi partiler de kendilerine tahsis edilen bazı alanlarda devletten payını aldılar.
Tarikat ve cemaatlerin de bu pay alma yarışından geri durmadığı biliniyor. Özellikle Sağlık Bakanlığı’nın uzun süredir Menzil Cemaati denilen örgüt tarafından kontrol edildiği konuyla ilgilenenlerin bildiği bir gerçek.
HÜDAPAR da Kürt seçmen içinde Erdoğan’a verdiği desteğin karşılığında dört milletvekili kazanmayı başardı. Başka hangi imkânların devlet içinde verildiği ise açığa çıkmıyor.
İktidar kanadı böyleyken muhalefet de bu yeni düzende kendine göre bir paylaşıma gitti. Büyükşehir Belediyelerinde İYİ Partili kadroların önemli yer işgal ettiği bilinirken 2023 seçimlerde kurulan Altılı Masa ile küçük partilere onlarca milletvekilliği verildi.
Türkiye Lübnanlaşır mı?
Ortaya çıkan siyasi manzarada Türkiye’de Erdoğan’ın liderliğinin genel kabul gördüğü, MHP’nin verdiği dış desteğin karşılığını devlet içinde kadrolaşarak aldığı, küçük diğer partilerin de bu pay alma yarışını sürdürdüğü, muhalefette ise özellikle belediyeler yoluyla yaratılan rantın pay edildiği, siyasetin sadece bu pay dağıtma ve parti liderlerinin kendi aralarındaki pazarlığa indirgendiği bir yeni yapıyla karşı karşıyayız.
MHP’nin daha taşra, İYİ Parti’nin daha şehirli milliyetçilerden oluşan %10’arlık oy tabanı ile sabit kaldığını, CHP’nin laik yerleşim birimlerindeki yüksek ranttan yararlandığını, küçük partilerin de kendi destekleri karşılığında kamudan pay aldığı bir yeni model karşımızda duruyor. Bu model, her partinin üzerine oturduğu sosyolojik kesimi temsil iddiasında olduğu ve ülkenin genel sorunlarına dair siyaset yapmanın bittiği bir yeni dönem.
Türkiye bu sistemi yenilemezse sadece parti liderlerinin pazarlıklarına dayanan bir siyasetin hâkim olduğu, kimin hangi kamusal kaynaktan faydalanacağının öne çıktığı ve siyasi çözüm için düşünce üretmenin yersiz olduğu bir toplum olmakla karşı karşıya. Bu hâliyle Lübnan’ın büyük aileleri gibi Türkiye’de de aileler ya da klanlar oluşacak ve siyasi sistem Lübnan’daki gibi bir kötü sona doğru ilerleyecek.
AKP’nin muhafazakar geniş kitleyi, MHP’nin taşra milliyetçilerini, İYİ Parti’nin şehirli milliyetçileri, CHP’nin laik ve eğitimli kesimler ile Alevileri, HDP’nin Kürtleri diğer küçük partilerin de kendi tabanlarını koruduğu ve bundan mutluluk duyduğu; AKP’nin devletin geneline hâkim, MHP’nin güvenlik bürokrasisinde kadrolaşan, CHP’nin belediyelerin gelirlerinden yararlandığı, İYİ Parti’nin CHP belediyelerinden beslenen, küçük partilerin sistem gereği kilit konumları nedeniyle oy oranından fazla siyasi temsil edildiği ve kendilerine rant sağladığı absürt bir tablo ile karşı karşıya kaldık.
Bu tablo Türkiye’nin sorunlarına asla çözüm bulamaz. Herkesin kendi köşesinde mutlu olduğu ve kendi kampını korumaya çalıştığı bu sistem, demokratik tartışma ortamını öldürür. Türkiye bu yeni sistemde demokratik tartışma yeteneğini kaybetme gibi büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.
Sonumuz Lübnan gibi olmamalı…
Faydalı kaynaklar:
- Lebanon: A History, 600–2011, by William Harris. Oxford, Oxford University Press, 2012.
- The Regional Sources of Power-Sharing Failure: The Case of Lebanon, Brenda M. Seaver, Political Science Quarterly, Vol. 115, No. 2 (Summer, 2000), pp. 247-271 (25 pages) published by: Oxford University Press.
- Political Familism in Lebanon, Suad Joseph, The Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 636, Patrimonial Power in the Modern World (July 2011), pp. 150-163 (14 pages), Published By: Sage Publications, Inc.
Fotoğraf: Charbel Karam