[voiserPlayer]
Bu yazı serisi, beş bölümden oluşacak ve ortak bir coğrafyayı paylaşan Türkiye ile Avrupa Birliği’nin ilişkilerinde güvenlik, ekonomi ve normlar olmak üzere üç temel sütundan oluşan bölümlendirme eşliğinde genel bir değerlendirme sunacaktır. Giriş niteliğindeki ilk yazıda, serinin mantığı ve aktörlerin genel görünümleri açıklanacaktır. Yazı serisinin üç temel amacı bulunmaktadır:
Serinin ilk amacı; AB – Türkiye ilişkilerine dair yazında eksikliğini hissettiğim çok yönlü bakış açısını kendimce sağlamaktır. Kamuoyunda AB üyeliği konusunda gittikçe artan hayal kırıklığına ve mevcut siyasi söylemlerin Batı blokundan uzaklaşmasına yanıt olarak AB şüpheciliğinin yükselmesi bir yanda, AB’nin mükemmelleştirilmesi ile birlikte onun standartlarına uyum sağlayamayan Türkiye’nin yerilmesi arasında –genelde- iki uçta bir yazın gözlemlemekteyim. Bu durumlardan azade ve yansız bir biçimde genel bir değerlendirme yapmak temel motivasyonum.
Serinin ikinci amacı ise henüz emeklediğim bir alan olan AB çalışmalarında biraz kendimi geliştirmek biraz eleştiri almak biraz da günceli takip etmeye kendimi zorlamak. Bu sürece kendimle beraber sizleri de sürüklemekte bir sakınca görmüyorum. Böyle bir seriyi kafamda olgunlaştırırken gözlemlediğim ve kıymetli insanlarla sohbet ettiğim kadarıyla, Daktilo1984’te yayımlanan yazılar, kırılmalarla dolu politik iklimimizde imza niteliği taşıyan, kalıcı eserler olacak. Ben de uzun soluklu olabilecek bir sürede, hepimizin bir şekilde ilgilendiği –hatta benim jenerasyonum için ömrü boyunca duyduğu / maruz kaldığı– Türkiye – AB ilişkileri konusunu güvenlikleştirmeden, iktidar hiziplerinin kaderine terk etmeden özetlemeye çalışmak ve böyle bir iz bırakmak istiyorum. Geriye dönüp bakınca izlerin geçerliliğini yitirdiğini görmekse kümülatif ilerlemeye inanan bilim insanları için aslında büyük bir keyif. Sahaftan beş liraya aldığım “Çağdaş Türkiye’nin Avrupa Dönüşümü”[i] kitabı bende değişik duygular uyandırdı. 2004 yılında yayımlanan kitabın öngörüsü, 2005 yılında başlayacak olan müzakerelerin oldukça uzun süreceği ve 2012 – 2015 yılları arasında AB’ye gireceğimiz imiş. Uzun sürme ön görüsü tutmuş fakat 2019 yılında görüyoruz ki müzakereleri kapatmaya yakın bile değiliz. Bu durumda hiç şüphesiz bizim Güney Kıbrıs yönetimi olarak tanıdığımız hükümetin tüm Kıbrıs’ı temsilen AB üyesi olması ve hiç birimizin tahmin edemeyeceği 15 Temmuz süreci de çok etkili oldu. Bugünlerde ise Doğu Akdeniz’de yaşanan hareketlilik önümüzü görmemizi zorlaştırmakta.
Son olarak biraz geri gidip bu araştırmaya nasıl başladığımı özetleyeyim. Yazının taslak hali aslında Haziran 2018’de “Uluslararası Sistem, Düzen ve Türkiye” dersim için hazırladığım final ödevine dayanmaktadır ve yine 20 Nisan 2019’da Şehir Üniversitesi Modern Türkiye Çalışmaları Merkezi ve Tarih Vakfı’nın ortaklığında gerçekleşen “Modern Türkiye Çalışmaları Lisansüstü Kongresi”nde sunduğum bildiri ile güncellenmiştir. “Sorumlu Komşu Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye’nin Bölgesel Politikaları: İşbirliği ve Çatışma Alanları” başlıklı birliğimde, şu an doktora tezim için çalıştığım Avrupa Komşuluk Politikası ile paralel bir biçimde; Akdeniz, Ortadoğu ve Karadeniz Bölgeleri’nde Türkiye ile AB’nin dış politikalarını değerlendirdim. AB ve Türkiye açısından Arap Ayaklanmaları’nın başlaması ile birlikte komşu coğrafyalarına olan dış politikalarında büyük kırılmalar olduğunu iddia ettim. AB için bu değişim, normatif politikalardan pragmatik politikalara geçiş şeklinde tezahür ederken; Türkiye’nin değişimi, ayaklanma sürecinin başındaki liberal iyimserliğin[ii] 2015 yılı ile birlikte yerini eksen kaymasına (bir başka değişle blok değiştirme) bırakması olarak tezahür etti. 2019 yılından baktığımızda, iki aktör arasındaki ilişkilerin bu değişimlerden nasıl etkilendiğini analiz etmek yazı serisinin bir başka motivasyonu.
Avrupa Düzeni ve Türkiye
Avrupa Birliği (AB), ekonomik entegrasyonunu tamamlamış ve değerler birliği olarak yükselmiş bir bölgeselleşme örgütüdür. Yirminci yüzyılın başlangıcından beri akıllarda yer alan “Avrupalılık”, “Avrupalı Kimliği”, “Avrupa Medeniyeti” gibi kavramlar[iii] yirmi birinci yüzyılın ortalarında nihayet kurumsallaşmaya başlamıştır. Kuruluşundan itibaren hızla değişen ve gelişen AB, isim değişikliklerinin yanı sıra ekonomik birliğini güçlendirmiş, sosyal politikalarını ortak hale getirmiş ve üye sayısını arttırmıştır. Lizbon Anlaşması [iv] ile birlikte ulus-üstü (supranational) bir örgüt olarak bölgesel bütünleşmenin ulaşabileceği en üst noktaya ulaşmıştır. Lizbon Antlaşması ile değişen AB’nin kurumsal yapısı, Türkiye’nin tam üyelik sürecinde yeni bir dönemi açmıştır. Öncelikle Türkiye’nin başvurduğu birlik ile müzakerelerini devam ettirdiği birlik aynı değildir. Karar alma mekanizmasında nüfusun etkinliğinin artması, Türkiye’nin AB’ye girişini zorlaştıran bir etken olmuştur. Siyasal bakımdan üyelerin Türkiye’yi dışlamalarının kolaylaşması bir yana, Türkiye nüfusunun çokluğu ile AB dinamiklerini tehdit eden bir güç olarak algılanmaya başlanmıştır. Bu durumda “İmtiyazlı Ortaklık” adı altında yeni bir çözüm önerisi AB’nin temel taşları olan Almanya, Fransa gibi ülkelerce dile getirilmeye başlanmıştır. Şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde Türkiye, AB için vazgeçmesi zor, kârlı bir ortaktır. Üye olarak varlığı ise, kendi içerisinde de çelişkileri barındıran AB için yeni bir yüktür. 2010’lu yıllara damgasını vuran Eurozone Krizi ve göç krizi, popülist ve İslamofobik siyasal ve toplumsal dalgaları beslemiş ve AB’nin derin entegrasyon ile parçalanma çelişkileri arasında bir geçiş dönemine girmiştir.[v]
Türkiye, Avrupa’nın Asya kıtasıyla bağlantısını sağlayan en önemli coğrafi komşusu olarak, AB Düzeni’nin ve yönetişiminin bir parçasıdır. 1856 Kırım Savaşı’ndan sonra Avrupalı bir devlet sayılan Osmanlı Devleti’nin ardılı olan Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu tarihten itibaren Batıcı bir kimlik benimseyerek yüzünü Avrupa’ya dönmüştür. Mustafa Kemal Atatürk’ün “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” şeklinde kavramsallaştırdığı cumhuriyet projesi; alfabesinden kıyafetine kadar Avrupa medeniyetinin parçası olma yolunda adım adım ilerlemiştir. Özellikle demokrasinin yerleşmesi konusunda, çevresindeki Sovyet ardılı ülkelerden ve İslam dünyasından ayrılmaktadır. Bu nedenle Avrupa’nın kıtasında inşa ettiği AB düzeninin bir parçası olma hedefi Türkiye için şaşırtıcı değildir. Ne var ki tam üyelik başvurusunun ardından otuz yılı aşkın süre geçmiş olan Türkiye, kendi kategorisinde ilk ve tektir [vi].
Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye ilişkileri, uzun yıllar süren dalgalı seyri nedeniyle gerek Türk uzmanlar gerekse Avrupalı uzmanlar tarafından oldukça ilgi çeken bir konu başlığıdır. Türkiye – AB ilişkileri üzerine yerleşmiş kapsamlı literatürde, üyelik perspektifinin yanı sıra; Gümrük Birliği, stratejik ortaklık seçeneği, enerji diyalogu, mülteciler konusunda iş birliği vb. konular da dikkat çekmektedir. Bu yazının temel sorusu ise iki aktörün bundan sonra birbirlerine fayda sağlayıp sağlayamayacağı konusudur. AB’nin şu an kendi “şeytanları” ile uğraştığı, genişleme ve entegrasyon kapasitesini zorladığı ve devamlılığını sağlamak için askeri açıdan da yeterli bir Stratejik Aktör olması gerektiği vakıadır. Türkiye ise zayıf demokratik karnesi bir yana, Doğu Akdeniz’de yürüttüğü sondaj faaliyetleri nedeniyle yaptırımlarla karşılaşması nedeniyle arzu edilir bir partner olmakta uzaklaşmaktadır. Kıbrıs sorunu, AB – Türkiye ilişkileri üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. Türkiye, demokratikleşme süreci, ekonomik yönetişim kriterlerinin sağlanması ve yargı reformu paketlerinde AB’nin isteklerini karşılayamamaktadır. Bu durum tüm reformlarını ve genişleme sürecini koşulluluk ilkesi ile yürüten AB’nin Türkiye’yi “kapıda bekletmesi”, Gümrük Birliği revizyonu ve Vize Serbestisi Diyalogunu sekteye uğratması sonuçlarını doğurmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı, Türkiye – AB ilişkileri tek bir yazıda anlatılamayacak kadar komplekstir. Bu nedenle serinin giriş yazısında ortaya koyduğum tabloya sık sık atıf yapmayı ve tüm sütunları ayrı yazılarda açıklamayı hedeflemekteyim.
Özgün olarak oluşturulan tabloya göre, Türkiye üye olmasa dahi Avrupa Düzeni’ne dair temel konularda AB ile etkileşim halindedir. Türkiye AB mevzuatına uyum sürecini devam ettirirken, modern cumhuriyet projesinin sağlamlaşmasını sağlamıştır. Türkiye Avrupa düzeni içerisinde AB’nin önemli partnerlerinden biri konumunda varlığını sürdürmektedir. Tam üyelik süreci ise henüz net bir biçimde tahmin edilememektedir. Uzun zamandır açılmayan fasılların yanı sıra, Türkiye’deki siyasal ve ekonomik görünüm şu an için AB kriterlerini karşılamamaktadır. Müzakerelerin başlamasının üzerinden on dört yıl geçmesine rağmen hala Kopenhag Kriterleri’ni karşılayıp karşılayamadığımızı sorguluyor olmak bile başlı başına bir çelişkidir. Yine de bu durumun tek taraflı olmadığı, AB’nin genişleme dalgasından nasiplenen ve hali hazırda adaylık müzakereleri yürüten Balkan ülkelerinin de Türkiye ile hemen hemen aynı durumda olduğu açıktır.
Giriş yazısı ile birlikte uzun sürecek olan bir araştırma ve yazma sürecine başladığımı Daktilo1984’ün değerli okuyucularına arz ederim!
[i] Derviş, K., Gros, D. , Emerson, M. ve Ülgen, S.(2004). Çağdaş Türkiye’nin Avrupa Dönüşümü, 2. Baskı, İstanbul: Doğan Kitap.
[ii] Tarık Oğuzlu, Türk Dış Politikası’nı dönemlere ayırdığı makalesinde 2002 – 2008 Arası dönemi, Batı Yanlısı Realism, 2008 – 2015 Arası dönemi Liberal İyimserlik Dönemi ve 2015 sonrası dönemi Realist Dönüş olarak değerlendirmektedir. Bknz. Oğuzlu, T. (2018). “Turkish Foreign Policy in a Changing World Order,” All Azimuth, V0, no. 0 (2018), s. 1-13.
[iii] Wintle, M. ve Spiering, M. (2002). Ideas of Europe since 1914 The Legacy of the First World War. N.Y: Palgrave Macmillan.
[iv] 13 Aralık 2007’de imzalanan ve 1 Aralık 2009’da yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, AB’nin kurumsal birliğini ve yönetişim mekanizmasını değiştirmiştir. Parlamentoya ve konseye verilen yeni rollerle üye ülkelerin bazı yetkileri tamamen AB’ye devredilmiş bazı yetkileri ise ortaklaştırılmıştır (Lisbon Treaty, Article 10A-10B, 2007).
[v] Kılıç, B. (2018). “European Union Enlargement Challenges After the Lisbon Treaty: Case of Turkey”, The Geopolitics, 29 Mayıs 2018. https://thegeopolitics.com/european-union-enlargement-challenges-after-the-lisbon-treaty-case-of-turkey/
[vi] Tocci, N. (2014). “Turkey and the European Union A Journey in the Unknown”. Turkey Project Policy Paper. Center on the United States and Europe at Brookings.