Devletçilik Türkiye’de çok güçlü.
Kamunun ekonomide bir aktör olarak yer almasını öngören devletçilikten bahsetmiyorum. Bahsettiğim devletin siyasi kutsallığı… “Devlet için” ölmek, öldürmek, yalan söylemek, iftira atmak, çalmak; toplumdaki azımsanmayacak oranda bir kesim için meşru eylemler arasında yer alıyor.
Chuck Lorre, 3 sene öncesine dek, TV (daha doğrusu) komedi sektöründen nasıl para kazandığını bir türlü kafamda oturtamadığım birisiydi. Mizahı temelden sorunlu, birbiri ile benzeşen mantıksız ve genelde komik olmayan dizilerin unutulmaz yapımcısıydı. Two and a Half Men gibi sonuna dek mizojinist ve saçma bir diziyi 12 sene devam ettirebilmesi bile tek başına takdire şayan ama temelde “Friends for wannabe bully nerds” olan The Big Bang Theory raf ömrünü çoktan doldurdu bile. Bu diziler iyi değildiler. Komik değildiler. Nitelikli hiç değildiler. Aslında bu beyefendinin tüm gelmiş, geçmiş ve gelecek işlerinden umudu kesmek için yeterli done vardı.
Şimdi biraz zamanı 2018’e saralım müsaadenizle. Malum hepimizin streaming servislerine zaman ayırmadığı ve bir süre bakmadığı zamanlar vardır. Ne vardı ne yoktu çok emin değilim ama yoğun zamanlardı 2018 yılında After Life ve The Kominsky Method dizileri aynı zamanda radarıma girmişti. Açıkçası After Life için çok heyecanlıydım. The Office’in yaratıcısı meşhur komedyen Ricky Gervais kesinlikle aklımızı alacak bir iş çıkarmıştır diye beklentiye girmiştim. Diğer dizide de sadece Michael Douglas öne çıkıyordu, dizinin kalanı hakkında çok fikrim yoktu. Açıkçası yapımcısına rağmen izlenecekmiş izlenimi veriyordu. Ama tabi hayatta her şey beklediğimiz gibi olmaz. Aslında After Life ilk sezonu orijinal karakterleri, sadeliği ve dikkate değer anları ile iyi bir seyir keyfi yaşatmıştı ama The Kominsky Method çok daha sürpriz bir şekilde giriş yapmıştı. Komik ve duygusal yönden rakiplerini ezip geçen bir işti.
Aslında dizide hâlâ satır aralarında Chuck Lorre patentli espriler vardı. Temelde irkiltip güldürmeyi amaçlayan bu espriler çoğunlukla birbirine benzeyen, nadiren komik espri kalıplarıydı. Ama Kominsky tüm bu handikaplara rağmen doyurucu ve “dahası yok mu acaba?” diye merakla beklettiren bir ilk sezonla hayatımıza girmişti bile. Yaşlanmanın, hızla önümüzden akıp geçen hayatta geri kalmanın ve bir şekilde zanaat ile unutulmaya çağın gerisinde kalmaya direnmenin hikâyesini anlatmıştı. İlk sezonu olumlu hislerle bitirmiştim açıkçası ama ikinci sezon beklentim de çok yoktu hani.
Tabi aradan zaman geçti ve 2. sezon teşrif etti ve sürprizlerin en güzeliydi. Bir kere Chuck Lorre alametifarikası olan cringe esprilerin dozunu biraz azaltıp daha cesur atılımlarla yeni yollar açmıştı karakterlerimize. İlk sezon genelde Michael Douglas ve Alan Larkin arasında bir tenis maçı gibiyken aile bireylerinin daha dikkat çekici bir şekilde dahil edilmesiyle görünürlükleri ve anlatımdaki derinlik arttırılmıştı. Belki ilk sezonun günahıdır Michael Douglas artık utangaçlığını üzerinden atmıştı ve mütemadiyen her sahnede devleşiyordu. Bu da yetmezmiş gibi ilk sezonun silik tiplemeleri artık iki boyutlu varoluşlarından sıyrılmış, ete kemiğe bürünmüştü üstelik. After Life’ın 2. sezonda kendini tekrara düşerek yapmayı ıskaladığı her alanda TKM yıldızlı pekiyi ile geçiyordu. Görsel dünyanın arka sokaklarından bile daha mikro bir evrene odağını çevirip, biraz dağınık bir kurguyla da olsa, seyir değerini arttırması takdire şayandı. Efekt yok, yıldız oyuncu yok (misal kaç kişi bu diziden önce Alan Larkin ismini zikrederdi? Veya Michael Douglas, yeni nesil onun ismini bir MCU filminde oynamamış olsa bileceğinden dahi şüpheliyim. Bu iki titan ve yanındaki kaliteli yardımcı cast her şey olabilirler ama günümüz Hollywood dünyasında yıldız olarak anana çok rastlayamazsınız) komplike bir kurgu yok, basit bir hikayesi var. Şimdilerde revaçta olan işleri düşünürseniz hiç ilgi toplayamayıp 1. sezonda iptal edileceğine bahis oynarsınız emin olun. Ama tüm bu eksilere rağmen oyunculuk gövde gösterisine dönüşen dokunaklı ve eğlenceli bir dizi olarak tarihte yerini aldı.
Günümüzde oyunculukla ilgilenen hiçbir yapım kalmadı ve TKM bu açıdan çok değerli. Sabit kamera, aynı basmakalıp diyaloglar bolca efekt ve entrika/ aksiyon. Sinemanın neyle alakalı olduğu ver esas itici gücünün unutulmaya başlandığı böyle bir devirde bence bu katkı çok değerli. Sosyal medya ile gelişen, mobil cihazlarla piyasanın şekillendirildiği ve gidişatın nereye olduğunu kestiremediğimiz bu dönemde bizi ancak Michael Douglas ve saz arkadaşları hizaya sokabilirdi zaten. Buna ihtiyacımız vardı Michael amca, teşekkürler.
Ve 3. sezon geçen hafta gösterime girdi bile. Kötü bir haberle giriş yapalım: Alan Larkin bu sezon yok. 2 sezonluk bir anlaşma yapmış olduğu için önceki sezon bitiminde biraz oyunculuğa ara vermek üzere kendi özel hayatına geri dönmüş üstat. Sağlığı yerinde ama tamamen özel sebeplerle son 6 bölüm bizi kendisinden mahrum bırakıyor. Canın sağ olsun ve sağlığın daim olsun Alan Larkin, muhteşem bir 2 sezon için bile her şeye değer. E peki dizi genelde bu ikilinin paslaşmaları etrafında dönerken 3. sezon nasıl olmuş? Olabilmiş mi? Gayet de iyi olmuş. Alan Larkin’in hayat verdiği Norman Newlander’a veda ile başlangıç yapılsa da 6 bölüm boyunca onun etkilerini hissedebiliyoruz. İşte başarılı senaryo yazımı budur. Veda konuşması, sonrasında gelişen olaylar sadece Norman karakterini düşününce bir anlam ifade ediyor.
Elbette partnerinin yokluğunda artan yükten ezilmesinden korkabileceğimiz Michael Douglas bunları hiç umursamadan tek başına hiç zorlanmadan sahneleri taşıyıp işi şova döküyor, ama şikayetçi değiliz. Tabi iş sadece ondan da ibaret değil elbette. 2. sezonda ufaktan bir kendilerini hissettiren yan karakterler artık daha fazla derinlik kazanmış olarak geliyorlar ekranımıza. Lisa Edelstein ve Haley Joel Osment harika işler çıkartıyorlar ve kendilerine ayrılan sürenin hakkını veriyorlar. Şaşkın damat Paul Reiser çoğu yerde ekranı domine ediyor. Şundan emin olabilirsiniz oyunculuk olarak sizi kesinlikle hayal kırıklığına uğratmayacak TKM.
Zaten TKM’nin en önemli iki niteliğinden birisi oyunculuktu, diğeri de samimi anlatım dili. Kalan tüm alanlarda minimal ve sade tercihlerle adeta bu ikiliyi gölgelememeye uğraşıyor gibiydi yapımcı ekip. Bu sene de tutmuş formülü bozmamışlar oyunculuk açısından yeni zirvelere ulaşmışlar o ayrı senaryo da yine kendi standartlarını yakalamış açıkçası. Baş rollerden birisinin yer almadığı son sezonda (evet bir kötü haberim daha var, The Kominsky Method bu sezonu ile bizlere veda ediyor. Ama bana anlayış gösterin, tüm kötü haberleri tek bir paragrafta veremezdim sizlere) gölge anlatım ile neredeyse yokluğunu aratmamış. Bir de önceki sezonlarda elde kalan materyalleri de iyi değerlendirmişler. O yüzden genel olarak portelerde ve anlatımlarda gözünüze çok çarpan bir şey olacağını sanmıyorum. Yine duygusal anları çok güçlü olsa da bence en komik sezonları ile bize veda etmeleri ayrıca hoş. Espriler daha üzerinde düşünülmüş ve cesur. Hele 2. ve 3. bölümlerdeki “gender fluid coroner” esprileri beni gülmekten bambaşka boyutlara taşıdı. O kadar çok eğlendim ki o bölümlerde biraz o hissi sindirip içimde birkaç sene demlendirdikten sonra tekrar izlemeyi düşünüyorum ki yaşam enerjim yenilensin.
Son söz: Bu, harika bir dizinin tadında bırakılmış vedası gibi görünebilir ama uzun yıllar diğer dizilere emsal olacak, yol gösterecek kaliteli bir yapım. Sadece yıllara karşı direnirken dostluklara ve ailene sarılmakla ilgili değil. Aynı zamanda kaç yaşında olursan ol hayallerini takip etmekte inatçı olan insanlar için çizilmiş bir yol haritası.