Önceki yazımda, emperyalizmin en azından doğrudan Britanya Sanayi Devrimi’nde belirleyici bir rol oynamadığını görmüştük. Peki sömürgeciliğin Sanayi Devrimi’ne dolaylı bir yoldan katkısı olmuş olabilir mi? Örneğin, daha önceki yazılarımda analiz etmiş olduğum Robert Allen’ın “yüksek ücretler hipotezi”, sömürgeciliğin dolaylı etkilerinin Sanayi Devrimi üzerindeki belirleyici bir rolü olduğunu savunmaktadır.[1] Allen’a göre Sanayi Devrimi arifesinde Britanya’daki yüksek ücretlerin varlığı, icatları teşvik etmiş ve böylece Britanya’nın Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmesini sağlamıştı. Peki, Allen’a göre en başta neden Britanya kıta Avrupası’ndaki en yüksek ücret seviyesine sahipti? Allen, Britanya’nın bu dönemdeki yüksek şehirleşme seviyesinin yüksek emek maliyetinin altındaki temel faktör olduğunu vurgulamaktadır.[2] Çünkü şehirlerde yaşam maliyeti çok daha yüksek olduğundan işçilerin şehirlerde kalmasının sağlanması için maruz kaldıkları sağlıksız ve kötü yaşam koşullarının telafisi mahiyetinde daha yüksek ücret gerekmekteydi. Dolayısıyla Britanya’daki yüksek ücretlerin altında yüksek şehirleşme yatmaktaydı. Peki Britanya’daki hızlı şehirleşmenin temel nedeni neydi? Allen, Atlantik ticaretinin yükselişi ile sömürgecilik faaliyetlerinin artışının şehirleşmenin ve dolayısıyla da yüksek ücretlerin temel sebebi olduğunu ve böylece Sanayi Devrimi’nin Britanya’da gerçekleşmesini dolaylı yoldan olsa da belirleyici biçimde etkilediğini kaydetmektedir. Fakat daha önceki makalemde detaylıca tahlil ettiğim gibi, yüksek ücretleri Britanya Sanayi Devrimi’nin temel sebeplerinden birisi olarak değerlendirmek olanaksızdır.[3]
Emperyalizm başka bir dolaylı yoldan Sanayi Devrimi’nde önemli bir rol oynamış olabilir mi peki? Genel bir çerçevede bunu düşünmek için 18. yüzyılın sömürgeci ülkelerini karşılaştırmalı bir perspektiften inceleyelim. Bilindiği üzere, sömürgecilik ve emperyalizm faaliyetlerini başlatan ve 18. yüzyılın ortalarına kadar dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarına sahip ülkeler, İspanya ve Portekiz imparatorluklarıydı.[4] İspanya ve Portekiz, Yeni Dünya’nın en gelişmiş ve zengin bölgelerini imparatorluklarına katmış ve Britanya’ya tarımsal faaliyetlerin bile ölçek ekonomisine uygun olmadığı Kuzey Amerika kalmıştı.[5] Bununla birlikte ilginçtir ki İspanya ve Portekiz göz kamaştırıcı nitelikteki sömürge imparatorluklarına rağmen giderek Britanya ve Hollanda’nın gerisine düşmekteydi. Broadberry ve diğerleri bu konuda şöyle yazar: “Cenevizliler, Portekizliler ve İspanyollar bu denizaşırı girişimlerin öncüsü olduklarına göre, bu girişimlerden en büyük faydayı sağlayacak ülkelerin onlar olması beklenebilirdi. Şüphesiz, Portekiz ve İspanya büyük denizaşırı imparatorluklar kurmuştu. Ancak nihayetinde, güney Kuzey Denizi’ndeki Antwerp, Amsterdam ve Londra gibi limanlar ve onların daha küçük uyduları, ticareti daha fazla yönlendirdi ve daha büyük ticari kazançlar sağladı.”[6]
Peki neden ilk sömürge imparatorluklarını kuran İspanya ve Portekiz ekonomik olarak geriye düşerken, Britanya veya Hollanda tam tersi bir trend izledi? Bu olgu acaba sömürgecilik faaliyetinin ülkelerin bazı karakteristik özellikleri ile etkileşime girip, bu etkileşimin kalkınmayı mümkün kılacak bazı koşulları dolaylı biçimde tayin etmiş olabilmesinden kaynaklanıyor olabilir mi? Acemoğlu, Johnson ve Robinson’ın (bu üç ismin kısaltma adı AJR’dir) ortaya koyduğu gibi, aslında durum tam olarak da böyleydi.[7] AJR, sömürgeciliğin Kuzey Batı Avrupa’da kurumların değişmesini ve iktisadi büyümeyi mümkün kılacak biçimde düzenlenmesini sağladığını, kurumsal değişimi teşvik ettiğini ve böylece de dolaylı yoldan Batı ve daha spesifik olarak Britanya’nın iktisadi olarak kalkınmasını dolaylı yoldan belirlemiş olduğunu öne sürmektedir.
Şöyle ki, sömürgecilik ve daha spesifik olarak Atlantik ticareti Britanya ve Hollanda’da kraliyet, aristokrasi ve genel olarak status quo’dan bağımsız bir burjuva sınıfının doğuşuna yol açmıştı. Diğer bir deyişle, Atlantik’in fırsat ve zenginliklerle dolu yeni dünyası, Avrupa’da ancien regime’lerden bağımsız olan güçlü yeni bir sosyal sınıf yaratmış, bu olgu da dönemin Avrupa’sında güç dengelerini altüst etmişti. Bu değişen güç dengesi, Sanayi Devrimi’ni mümkün kılacak kurumsal yapıların filizlenmesini sağlayacaktı; nitekim bu yeni sosyal sınıf, özellikle Britanya’da monarkın gücünün sınırlandırılması için verilen çatışmalardaki belirleyici rolü oynamıştı. Sömürgecilikten elde edilen sermaye birikimi ve kârların mahiyetlerini yukarıda verilerle aktarmaya çalışmıştım. Sömürgeler ve küresel ticaretten elde edilen sermaye birikimi ve kâr akışları, her ne kadar tek başına Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirebilecek seviyelerde olmasa da, belli bir sınıfın elinde toplandığında, Britanya’nın sosyo-ekonomik panoraması ve güç dengesini kökten sarsabilecek boyutlardaydı. Nitekim Sven Beckert’in ifadesiyle, “(…) bu tüccarlar uzun mesafeli ticaretten servet kazandıkça, onlardan gelir elde etmeye gitgide daha bağımlı olan hükümetten politik koruma talep edebiliyor”[8] ve böylece monarşinin keyfi biçimde vergi koyma ve kamulaştırma yetkilerini sınırlandırıp özel mülkiyete saygı gösterecek kurumların inşasını destekliyorlardı.
Mesela Saumitra Jha, 17. yüzyıl Britanya Parlamentosu’nda bir milletvekilinin deniz aşırı anonim şirketlerde hissesinin bulunmasının İngiliz İç Savaşı sırasında krala karşı parlamentonun üstünlüğünü destekleme olasılığını yüzde 15.9 artırdığını ve deniz aşırı anonim şirketlerde hisse senedi sahipliğinin, daha önce hiçbir ticari çıkarı olmayan veya mecliste tarafsız bir tutum takınmış bir milletvekilini bile kral karşısında tavır almaya ittiğini ampirik olarak belgeler.[9] Üstelik çalışma bu verilerin ardından gösterir ki, bu olgu son kertede Britanya Parlamentosu’nun monarşiye baş kaldırma olasılığını yüzde 71.2 düzeyinde artırmıştı. Çünkü İngiliz Parlamentosu’nun monarka karşı başkaldırabilmesi için meclisin çoğunluğunun desteğine ihtiyaç vardı ve son tahlilde mecliste parlamento üstünlüğünü savunanlar, yüzde 56’ya yüzde 44 çoğunluğu sağlayarak krala meydan okuyabilmişti. İki grup arasındaki fark sadece 30 milletvekilinden ibaretti; eğer 16 milletvekili kralın tarafına geçmiş olsaydı, monarşistler mecliste çoğunluğu sağlayacaklardı. Hülasa Atlantik Ticareti, parçalanmış çıkar gruplarının parlamento üstünlüğünü savunan geniş bir koalisyona dönüşmesine sebep olmuş ve böylece de Britanya’da kapsayıcı siyasi ve iktisadi kurumların çimentosu görevi görmüştü. Sonuç olarak, Atlantik tüccar koalisyonunun ortaya çıkışı, Britanya’da ekonomik büyüme için gerekli ortamı hazırlayabilecek kurumların inşasına sebebiyet vermişti. Söz konusu bu kurumlar da, ileriki bölümlerde detaylıca üzerinde duracağım üzere, Britanya’da Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesindeki en önemli nedenlerin başında gelmekteydi.
Peki, niçin İspanyol ve Portekiz İmparatorluklarında sömürgelerden akan kârlar aynı etkiyi yaratmamıştı? Çünkü İspanyol ve Portekiz monarkları tüm sömürge ticaretini kendi tekelleri altına almayı becerebilmiş ve böylece Atlantik ticareti üzerinde mutlak bir hakimiyet elde etmişlerdi. Dolayısıyla, sadece monarktan imtiyaz alanlar transatlantikte ticaret yapabilme yetkisine sahipti. Böylece yalnızca monarka bağlı ve sadık çevreler kolonilerle ticari ilişkilere girebilmekteydi. Zira kolonilerle ticaret doğrudan imparatorun kendi “mal”ıydı ve ancak monarkın imtiyaz sunduğu kraliyet yanlısı tüccarlar kolonilerin zenginliklerinden faydalanabilirlerdi.[10] Bellin’in işaret ettiği üzere, bir sınıfın ideolojik ajandasını belirleyen en temel iki olgudan biri mevcut status quo’ya olan bağımlılıklardır.[11] Bu bağlamda monark ve status quo’ya bağımlı ve onun sayesinde sermayelerini biriktirebilmiş bir burjuvazi, doğal olarak status quo’nun devamından yana olacaktır. Britanya’da ise durum daha farklıydı, çünkü İngiliz monarşisi Atlantik ticaretini kendi tekeline almayı başaramamıştı. Dolayısıyla Atlantik ticaretiyle sermaye birikimini sağlayan yeni İngiliz burjuvazisi, monarşiden ve status quo’dan bağımsız bir mahiyetteydi ve bu bağlamda kendi çıkarları uyarınca, monarkın kontrolsüz vergi koyma ve kamulaştırma gücüne şüpheci ve muhalif bir tavırla yaklaşmaktaydı. Britanya’nın tam tersine, İspanya ve Portekiz’de Atlantik’ten akan kârlar monarkların ekonomik gücünü iyice pekiştirmiş ve monarşinin anayasal taleplere karşı daha dayanaklı ve tavizsiz olabilmelerine olanak tanımıştı. Zira, sömürgelerden akan paralar monarşinin çevresine akmıştı.
O zaman şu soru sorulmalıdır: Neden Britanya’da monarşi sömürge ticaretini kendi tekeline alamazken, tam tersine İspanyol ve Portekiz monarkları sömürge ticaretini tekellerine almakta başarılı oldu? Aslında fark ayrıntılarda gizlidir; yeni dünyanın keşfinin arifesinde Britanya veya genel olarak Kuzey Batı Avrupa, kurumsal olarak İspanya ve Portekiz’e kıyasla biraz daha kapsayıcı bir niteliğe sahipti. Genel kurumsal bağlamda çok benzerlerdi tabii ki, fakat Britanya veya Hollanda kurumsal olarak sadece birkaç parmak kadar öndeydi. Dolayısıyla, monarşinin gücü Kuzey-Batı Avrupa’da biraz daha sınırlıydı. Örneğin, bu olguyu bölgelere göre değişkenlik gösteren parlamento faaliyetlerindeki sıklıklardan görebiliriz. Van Zanden ve diğerleri, 1200-1800 yıllarında Avrupa parlamentolarının etkinliğini gösteren bir endeks oluştururlar[12]:

Yukarıdaki endeksten de görülebileceği üzere Kuzey Batı Avrupa parlamentoları, Yeni Dünya’da sömürgecilik faaliyetlerinin başladığı 16. yüzyılda, Güney Avrupa parlamentolarından sadece biraz daha etkili ve güçlüydü. İşte bu küçük fark uzun vadede belirleyici olmuştu, zira bu yüzden Britanya’da Atlantik ticaretini tekeline almak isteyen monarşi başarılı olamamıştı. Üstelik, Beckert’in işaret ettiği gibi, “Tüccarların ve üreticilerin bu piyasalara erişebilme kabiliyeti, özel ve yeni bir devlet biçiminin önemine işaret ediyordu; çünkü bu devlet, sanayi kapitalizminin zaruri bileşeni haline gelecek ve zamanla gayet özgün biçimlerde tüm dünyayı dolaşacaktı.”[12]
Özetle, yeni sömürgelerden akan servetler Madrid ve Lizbon’da monarkların yeni saray inşaatlarına çimento olurken[14]; Britanya’da meclisin kraliyete karşı üstünlüğünü savunan zengin ve nüfuzlu bir kesim meydana getirmişti. Bu yeni Atlantik burjuvazisi, Görkemli Devrim gibi parlamenter olayların dinamosunu oluşturacak ve kraliyetin güçlerinin kısıtlanmasını sağlayarak kapsayıcı kurumların temellerini atacaklardır.[15] AJR işte bu olguyu çalışmalarında ekonometrik olarak ortaya koymakta ve aslında sömürgeciliğin dolaylı biçimde, kurumsal değişimi sağlayarak, Britanya Sanayi Devrimi’nde belirleyici bir rol oynadığını göstermektedir. AJR, bu dolaylı etki hesaba katıldığında ve ekonometrik olarak sabit bırakıldığında sömürgeciliğin istatistiksel olarak Batı Avrupa’nın kalkınmasında kayda değer bir doğrudan etkisi olmadığını da ortaya koymaktadır.[16]
Sömürgecilik ve Yeni Dünya’nın keşfinin kalkınma üzerindeki etkisinin, ülkelerin kurumsal formasyonlarına bağlı olduğunu böylece görmüş olduk. Daha da genel bir bağlamda ifade edilebilir ki, ticaret ve ticari entegrasyonun bir ülke üzerindeki etkisi, o ülkenin kurumlarının niteliğine bağlıdır. Başka bir deyişle, ticari genişlemenin ülkeler üzerindeki etkisi, kurumların bir fonksiyonudur. Dani Rodrik, Arvind Subramanian ve Francesco Trebbi ünlü çalışmalarında bu olguyu 80 ülke üzerinden ampirik olarak belgelemektedir.[17] Makalede kurum kalitesinin değişkeni sabit bırakılınca, ticari entegrasyonun kişi başı milli gelir üzerindeki etkisinin kaybolduğu gösterilmektedir. Bu bağlamda Rodrik ve diğerleri, küreselleşme ve ticari entegrasyonun ülkeler üzerinde doğuracağı sonuçlar hususunda yerel kurumların içeriğinin belirleyici olduğunu göstermektedirler.[18] Bunun muhtemel bir sebebi ülkelerin küresel ticaretteki karşılaştırmalı avantajlarının doğrudan kendi sahip oldukları hukuki kurumlara bağlı olmasıdır. Nunn’un belgelediği üzere, bir ülkenin hukuki kurumlarının sözleşmeleri icra etmedeki başarıları, o ülkenin uluslararası ticarette uzmanlaşacağı mal türünü belirlemektedir.[19]
Şöyle ki, efektif bir şekilde sözleşmeleri icra edebilen kurumlar, ülkelerin “ilişkiye-özgü” (relation-specific) yatırımların önemli olduğu malların üretiminde uzmanlaşmalarına ve karşılaştırmalı üstünlüklerini bu eksende kurabilmelerine olanak sağlamaktadır. Bu minvaldeki yatırım türlerinin, sanayi ve hizmet gibi tarım-dışı sektörlerde daha yoğun olduğunu düşünürsek, bu olgunun tarım-dışı sektörlerde küresel bağlamda karşılaştırmalı üstünlüğü sağlama anlamına geldiğini kavrayabiliriz. [20] Hülasa, bir ülkenin küresel ekonomi içerisinde çevre ülkeleri gibi tarım sektöründe mi, yoksa gelişmiş ülkeler gibi sanayi ve hizmet sektöründe mi yoğunlaşacağının en temel belirleyicilerinden biri, o ülkenin kurumlarıdır. Aynı şekilde Levchenko da ticaretin etkilerinin ülkelerin kurumsal yapılarına göre değişkenlik gösterdiğini belgelemektedir.[21] Levchenko, kurumsal kalitenin sektörel ihracat yapısında belirleyici olduğunu, güçlü kurumların daha karmaşık ve sözleşme yoğun sektörlerde uzmanlaşmaya olanak sağladığını ampirik olarak göstermektedir. Dolayısıyla, bu olgular bir kez daha, bir ülkenin küresel ticaretten ne ölçüde faydalanacağının temel belirleyenin kurumlar olduğuna işaret etmektedir.
Kurumsal yapı ile küresel ticaretten faydalanabilme arasındaki ilişkiyi, Luigi Pascali, “İlk Küreselleşme Dalgası” olan 1870-1914 arasındaki zaman periyodu üzerinden göstermektedir. 1870-1914 arası, ilk kez küresel anlamda ülkelerin ticari entegrasyonu deneyimlediği zaman periyoduydu. Küresel ticaret bu zaman aralığında yüzde 400 civarında artış göstermişti.[22] Peki, dünya tarihinin ilk küreselleşme dalgası ülke ekonomilerini nasıl etkilemişti? Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nu iyi biçimde etkilememişti.[23] Nitekim, Pascali’nin belgelediği üzere, ilk küreselleşme dalgasının ülke bazındaki etkileri son derece heterojendi; daha da ötesi, zengin ve fakir ülkeler arasındaki ayrışma eğiliminin en temel nedenlerinden biriydi.[24] Peki, 1870-1914 döneminde, bir ülkenin ticari globalleşmeden yararlanıp yararlanamayacağını hangi faktörler belirledi? Neye dayanarak bazı ülkeler önemli ölçüde ilk küreselleşme dalgasından fayda sağlarken, Osmanlı gibi diğer ülkeler de zarar gördü? Pascali, esasında sadece kapsayıcı kurumlara sahip ülkelerin ilk küreselleşme dalgasından faydalanabildiğini ampirik olarak belgelemektedir. Pascali şöyle yazar: “Tablo 9’daki 2SLS tahminleri, uluslararası ticaretin getirilerinden faydalanmada kurumların belirleyici olduğunu doğrulamaktadır. İhracatın GSYİH’ye oranında dışsal bir iki kat artış, yürütme gücünün mutlakiyetçi olduğu ülkelerde kişi başına düşen GSYİH büyüme oranını üçte birden fazla düşürürken, yürütme gücünün sınırlı ve birden fazla hesap verebilirlik grubuna karşı sorumlu olduğu ülkelerde bu oranı yaklaşık yüzde on artırmıştır.”[25] Yani aynı orandaki dışsal ihracat artışı, kurumlara bağlı olarak, ekonomik büyümeyi farklı şekillerde etkilemektedir.[26] Kısacası, 19. Yüzyılda ülkelerin küresel piyasalara entegre olmalarının ekonomileri üzerindeki etkileri siyasal kurumlarına bağlıydı.
Sonuç olarak, sömürgecilik ve emperyalizm, Britanya Sanayi Devrimi’nde doğrudan belirleyici bir rol oynamamış; daha ziyade dolaylı olarak siyasi kurumları biçimlendirmek suretiyle Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesine katkıda bulunmuşlardı. Zira genel olarak bir ülkenin küresel ticaretten faydalanabilme şansının siyasi kurumlarla girdikleri etkileşimin sonucunda belli olmaktaydı. Şurası kesinlikle doğrudur ki, Britanya emperyalizmi, dünyanın dört bir bölgesinde insanın kanını donduracak cinsten soykırım suçları işlemiş ve birçok ülkeyi azgelişmişliğe mahkûm etmişti.[27] Sömürgeciliğin Batı’nın gelişimi üzerindeki sınırlı düzeydeki olumlu etkisi, kimseyi şu mantığa sevk etmemeli: “Madem ki önemli kazançlar yoktu, o halde sömürgeciliğin maliyetleri de sınırlı kalmıştır.” Bairoch’un da ifade ettiği gibi, bu çıkarım hatalı biçimde ekonominin sıfır toplamlı bir oyun olduğu yanılgısına dayanmaktadır.[28] Tam tersine, bugün birçok ülkenin azgelişmişliği, İngiltere ve daha genel olarak Batı’nın sömürgeci mirasının bir sonucu mahiyetindedir.
Dipnotlar:
[1] https://daktilo1984.com/yazilar/sanayi-devrimini-aciklamak-1-yuksek-ucretler/
[2] 1500-1700 arasında İngiltere’de şehirleşme 4 kat artmıştı. Bak: Stephen Broadberry, Bruce M. S. Campbell, Alexander Klein, Mark Overton, Bas van Leeuwen, British Economic Growth 1270-1870, Cambridge University Press, 2015, s. 153.
[3] https://daktilo1984.com/yazilar/sanayi-devrimini-aciklamak-2-yuksek-ucretler/. Ayrıca Britanya’da sanayileşme de zaten ücretlerin nispeten daha düşük olduğu bölgelerde başlamıştı, bak: Kelly, Morgan; Ó Gráda, Cormac; Mokyr, Joel (2020) : The mechanics of the Industrial Revolution, UCD Centre for Economic Research Working Paper Series, No. WP20/16, University College Dublin, UCD Centre for Economic Research, Dublin. 185
[4] Birçok çalışma İspanya ve Portekiz’in geriye düşüşünün 16. Yüzyılın sonunda gerçekleştiğini ifade eder. (Mesela: Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi, 1. Cilt, çev: Latif Boyacı, Yarın Yayınları, 2015, s. 455-8.) Fakat, aslında bu tam anlamıyla doğru değildir. Nispeten yeni bir çalışma örneğin, 1750 yılında Portekiz’in Avrupa standartlarında yüksek olan bir kişi başına düşen milli gelir seviyesine sahip olduğunu ve Portekiz’in ekonomik olarak geri kalışının 1750 sonrasında gerçekleştiğini belgelemektedir. Bak: Palma N, Reis J. From Convergence to Divergence: Portuguese Economic Growth, 1527–1850. The Journal of Economic History. 2019;79(2): 477-506. Ayrıca Britanya’nın da Napolyon Savaşları sonrasına kadar hegemonyasını sağladığını söyleyebilmek güçtür. Bak: Joel Mokyr, The Enlightened Economy, Penguin Books, 2011, s.174.
[5] Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. A. (2002). Reversal of Fortune: Geography and Institutions in the Making of the Modern World Income Distribution. The Quarterly Journal of Economics, 117(4), 1231–1294; Sokoloff, Kenneth, L., and Stanley L. Engerman. 2000.”Institutions, Factor Endowments, and Paths of Development in the New World.” Journal of Economic Perspectives 14 (3): 217–232
[6] Stephen Broadberry, Bruce M. S. Campbell, Alexander Klein, Mark Overton, Bas van Leeuwen, British Economic Growth 1270-1870, Cambridge University Press, 2015, s. 382-3.
[7] Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. (2005). The Rise of Europe: Atlantic Trade, Institutional Change, and Economic Growth. The American Economic Review, 95(3), 546–579. Ayrıca bak: Daron Acemoğlu, James Robinson, Ulusların Düşüşü, çev: Faruk Rasim Velioğlu, Doğan Kitap, 2018, s. 102-6.
[8] Sven Beckert, Pamuk İmparatorluğu, çev: Ali Nalbant, Say Yayınları, çev: Ahmet Ataseven, Küre Yayınları, 2018, s. 88.
[9] Saumitra Jha, Financial Asset Holdings and Political Attitudes: Evidence from Revolutionary England , The Quarterly Journal of Economics, Volume 130, Issue 3, August 2015, Pages 1485–1545
[10] Tabii ki bu ticaretten monarklar da yüklü miktarda komisyon almaktaydı. Mesela İspanyol kolonilerinden alınıp transatlantikte yolculuk yapan değerli madenlerin yaklaşık yüzde 20 ila 30’u doğrudan kraliyetin cebine gitmişti. (Ronald Findlay, Kevin H. O’Rourke, Güç ve Refah, 2019, s. 213)
[11] Bellin E. Contingent Democrats: Industrialists, Labor, and Democratization in Late-Developing Countries. World Politics. 2000;52(2):175-205.
[12] Van Zanden, Jan Luiten, Eltjo Buringh, and Maarten Bosker (2012): “The Rise and Decline of European Parliaments, 1188–1789,” The Economic History Review, 65 (3), 835–861.
[13] Sven Beckert, Pamuk İmparatorluğu, 2018, s.118.
[14] Yine de iktisadi açıdan özellikle de Portekiz’e önemli belli bir fayda getirmişti. Bak: Leonor Freire Costa, Nuno Palma, Jaime Reis, The great escape? The contribution of the empire to Portugal’s economic growth, 1500–1800, European Review of Economic History, Volume 19, Issue 1, February 2015, 1–22. Ayrıca Yeni Dünyadan Avrupa’ya akan değerli madenlerin Avrupa ekonomisi üzerindeki etkisi için, bak: Nuno Palma, The Real Effects of Monetary Expansions: Evidence from a Large-scale Historical Experiment, The Review of Economic Studies, Volume 89, Issue 3, May 2022, 1593–1627.
[15] Fakat muhtemelen Görkemli Devrim, AJR’nin sunduğu gibi o kadar da büyük bir kopma noktası değildi. Bak: Clark, G. (1996). The Political Foundations of Modern Economic Growth: England, 1540-1800. The Journal of Interdisciplinary History, 26(4), 563–588; Sussman, N., & Yafeh, Y. (2006). Institutional Reforms, Financial Development and Sovereign Debt: Britain 1690-1790. The Journal of Economic History, 66(4), 906–935; Quinn, Stephen. “The Glorious Revolution’s Effect on English Private Finance: A Microhistory, 1680-1705.” The Journal of Economic History, vol. 61, no. 3, 2001, pp. 593–615. Bu dönemde Britanya’daki kurumsal değişim için bak: Gary W. Cox, Marketing Sovereign Promises, Cambridge University Press, 2016; David Stasavage, Demokrasinin Gerilemesi ve Yükselişi, çev: Selim Sezer, Epsilon, 2022, s. 302-314.
[16] Son yıllarda zanımca bu makaleye gelen en sağlam eleştiri şu’dur: António Henriques & Nuno Palma, 2023. “Comparative European Institutions and the Little Divergence, 1385–1800,” Journal of Economic Growth, Springer, vol. 28(2), 259-294. Palma ve Henriques Portekiz’in kurumsal olarak en azından 1650’ye kadar Britanya’dan bir farkı olmadığını savunmakta ve bu yönde bazı veriler aktarmaktadır. Ne var ki, yine de Portekiz monarkının gücü Atlantik ticaretini kontrol etmeye yeterken, Britanya’da durum tam tersiydi.
[17] Rodrik, D., Subramanian, A., & Trebbi, F. (2004). Institutions Rule: The Primacy of Institutions over Geography and Integration in Economic Development. Journal of Economic Growth, 9(2), 131–165.
[18] Tabii ki yerel kurumların yanı sıra, uluslararası kurumların önemini da unutmamak gerekir. Bak: Joseph Stiglitz, Globalization and Its Discontents, W.W. Norton & Company, 2002, s. 224-5.
[19] Nunn, N. (2007). Relationship-Specificity, Incomplete Contracts, and the Pattern of Trade. The Quarterly Journal of Economics, 122(2), 569–600.
[20] Ayrıca bak: Nathan Nunn & Daniel Trefler, 2013. “Domestic Institutions as a Source of Comparative Advantage,” NBER Working Papers 18851, National Bureau of Economic Research, Inc.
[21] Andrei A. Levchenko, 2007. “Institutional Quality and International Trade,” The Review of Economic Studies, Review of Economic Studies Ltd, vol. 74(3), 791-819.
[22] Jacks, D. S., & Pendakur, K. (2010). GLOBAL TRADE AND THE MARITIME TRANSPORT REVOLUTION. The Review of Economics and Statistics, 92(4), 745–755. Küresel ekonomi sisteminin temelinde de altın standartı bulunmaktaydı. Bak: Bordo, M. D., & Rockoff, H. (1996). The Gold Standard as a “Good Housekeeping Seal of Approval.” The Journal of Economic History, 56(2), 389–428. Bu dönemde küresel altın standartının ortaya çıkışı için bak: Flandreau, M. (1996). The French Crime of 1873: An Essay on the Emergence of the International Gold Standard, 1870-1880. The Journal of Economic History, 56(4), 862–897.
[23] Doğan Avcıoğlu Osmanlı’nın eğer dış devletlerin müdahalesi olmasa 19. Yüzyılın başında dahi Sanayi Devrimi’ni yapabilme şansının olduğunu iddia etmektedir. (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015, s. 32-3) Ne var ki bu çok yanlış bir bakış açısıdır. Osmanlı, Batı’ya iktisadi anlamda entegre olmadan önce kapitalistleşme lehine hiçbir ibare göstermemesi bir yana, çoktan klasik düzeni berhava olmuş, halihazırda ekonomisi içten çürümüştü.(Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, 2013; Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme(1820-1913), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.) Kurumları ise sanayi kapitalizmi için hiç uygun değildi.(Timur Kuran, Yollar Ayrılırken, çev: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 2023; Inalcik, Halil. “Capital Formation in the Ottoman Empire.” The Journal of Economic History 29, no. 1 (1969): 97–140.) Batı’da bunun üzerine son darbeyi vurmuştu.
[24] Pascali zengin ve fakir ülkeler arasında kişi başına düşen milli gelir seviyelerinin 1850-1900 arasındaki ayrışmasının en az yüzde 55’inin küreselleşmeden kaynaklandığını hesaplamaktadır. Bak: Pascali, L. (2017). The Wind of Change: Maritime Technology, Trade, and Economic Development. The American Economic Review, 107(9), 2821–2854.
[25] Pascali, L. (2017). The Wind of Change: Maritime Technology, Trade, and Economic Development. The American Economic Review, 107(9), s. 2849
[26] Ne var ki yine de Pascali, kapsayıcı kurumlara sahip olan ülkelerin küreselleşmeden yararlanmasının, kurumlar ve küreselleşme arasında bir nedensellik değil, Gauss-Markov 3 ihlali olabileceğinden korelasyon da olabileceği şüphesini dile getirmekte, lakin korelasyon olabileceği yönündeki en etkili iki itirazın doğru olmadığını göstermektedir. Tabii ki daha sağlam bir nedensellik için tam bir dışsal değişkene ihtiyacımız var, ancak yine de yapılan sağlamlık testleri ve kurumlar-küreselleşme etkisi literatüründen, ben bu bulguların nedensellik olduğu kanısındayım, ki Pascali de öyle düşünüyor.
[27] Bunu gösteren bazı çalışmalar örneğin şöyledir: Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. A. (2001). The Colonial Origins of Comparative Development: An Empirical Investigation. The American Economic Review, 91(5), 1369–1401; Nunn, N. (2008). The Long-Term Effects of Africa’s Slave Trades. The Quarterly Journal of Economics, 123(1), 139–176; Palma, Nuno & Papadia, Andrea & Pereira, Thales & Weller, Leonardo, 2020. “Slavery and development in nineteenth century Brazil,” CAGE Online Working Paper Series 523, Competitive Advantage in the Global Economy (CAGE); Dippel, Christian. 2014. “Forced Coexistence and Economic Development: Evidence from Native American Reservations.” Econometrica 82(6): 2131–65; Michalopoulos, Stelios and Elias Papaioannou. 2016. “The Long-run Effects of the Scramble for Africa.” American Economic Review 106(7): 1802-48.
[28] Paul Bairoch, Economics and World History, The University of Chicago Press, 1995, s. 88.