[voiserPlayer]
Toplumlar bazen aldatıcı bir siyasi iradenin peşine takılırlar. Bu aldatıcı irade, onları büyük ve muğlak bir “dava”ya çağırır ve bu “dava”nın sonunda onları bekleyen bir cennet vardır. Bu cennete ulaşmak için ise kalıcı bir cinnet hâli pompalanır. Sürekli olarak aşılması gereken engeller ve yenilmesi gereken iç ve dış düşmanlar vardır. Bu hikâyelerin sonunda ise ulaşılan menzil vadedilenin tam tersi olur. İtibarı yerle bir olmuş, yoksullaşmış, hukuku ayaklara altına alınmış, demokrasisi boğulmuş, kurumları çökmüş ve toplumsal barışı büyük ölçüde zedelenmiş bir tablodur elde kalan.
Nitekim Türkiye de sebepleri ve süreçleri ayrı ayrı yazıların konusu olabilecek bahsi geçen tüm alanlarda büyük bir geriye gidişten mustarip. Ak Parti iktidarının yarattığı 20 yıllık tahribatın yanında, Ak Parti’ye kadar taşıdığımız siyasi kültürün de geldiğimiz bu tabloda çok büyük bir payı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Neticede Ak Parti, kendisinden önceki dönemin tahribatını giderme ve yine o dönemin ötekilerini kucaklama iddiasıyla iktidara gelmiş ve iktidarını korumuştu. Peki, neydi bu siyasi kültürün özü? Bu siyasi kültür, muhalifini ikna değil, imha etmek üzerine kuruludur. Yani, kamu gücünü elinde bulunduran iktidarlar, iktidarda kalmanın maliyeti arttığında bu maliyete katlanmamak için muhaliflerini yargı sopası da dâhil çeşitli yollarla bertaraf etmeye çalışırlar.
İşte Türkiye’nin de yaşadığı kader bu oldu. Bu ahvalde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun kurduğu muhalif cephe, Türkiye’nin yukarıda açıkladığım sorunlu siyasi kültüründe eşi görülmeyen bir başarıya imza atarak Türkiye’nin uğradığı kurumsal tahribatı tamir etmek, Türkiye’de rekabetçi demokrasiyi yeniden egemen kılacak bir restorasyon süreci inşa etmek için bir araya geldi. Bu süreç, siyasi muhataplarını ikna etmeyi, müzakere yürütmeyi ve herkesin en çok istediğinden vazgeçebildiği demokratik erdemi içerdiği için siyasi kültürümüzü değiştirmek adına önemliydi. Bu süreç içinde tüm bu siyasi tabanlar, kendi siperlerinden çıkarak kendi durdukları yerin ötekisiyle diyalog kurdular. Nitekim hem 28 Şubat 2022’deki toplantıya hem de 30 Ocak 2023’teki toplantıya katılmış biri olarak edindiğim izlenim şuydu: Altı partinin tabanı, birbiriyle daha çok iletişim kuruyor ve bu iletişim vasıtasıyla da önemli bir muhalif sinerji doğmuş durumda.
Peki, Altılı Masa’nın sürekliliğinin önünde bir engel görünmüyor mu? Ben, sürekli olarak kamuoyunu meşgul eden tartışmalara girmek yerine meselenin başka bir yönüne dikkat çekmek istiyorum. Özellikle metnin iktisadi restorasyon kısmına değinen bölümünde Ak Parti’nin egemen kıldığı ahbap-çavuş kapitalizmindense normatif ya da ortodoks olarak adlandırabileceğimiz bir iktisadi politikanın benimsendiğini görüyoruz. Yani, bu politikada liberal-kapitalist sistemin içinde Türkiye’nin ekonomisinin nasıl büyüyeceği ve sermaye birikiminin nasıl sağlanacağına odaklanılırken, yaratılan servetin nasıl bölüştürüleceğinden bahsedilmemiş. İşte bu nokta, ittifakın da en büyük sınırlılığı. Bugün toplumun anti-Erdoğanizm dolayısıyla muhalefete sağladığı destek, seçimden sonra mevcut olmayacak. Başka bir ifadeyle, muhalefetin elindeki anti-Erdoğanizm konforu seçimlerin kazanılması durumunda seçimden sonra ortadan kalkacak. İşte bu noktada, Türkiye’nin sorununun yalnızca sermayesizlik değil, sermayenin belli ellerde toplanması, bölüşümün adaletsizliği olduğunu fark edecek bir siyasi iradeye ihtiyaç var.
Derin yoksullaşmanın yaşandığı mevcut düzende, tersine bir servet transferi yapılmadıkça, yani zenginden yoksullara dönük bir transfere girişilmedikçe hem yeni iktidar mevcut iktidarın türedi sermayesinin vesayeti altında kalabilir hem de toplumun hayatında beklenen değişimlerin yeterince gerçekleşmemesi durumunda Erdoğan’ın yerini neo-Erdoğanizmin alma ihtimali belirebilir. Dolayısıyla bu ortam içinde kim kamuculuğu ve yeniden sosyal demokrasiyi tartışırsa orta vadede kazanan da o olacaktır. Tarihsel olarak CHP’nin bir başka sorumluluğu da işte burada başlamaktadır. Erdoğan’ı Altılı Masa, Erdoğanizmi ise kamucu bir CHP yenecektir. Aksi takdirde Erdoğan’ın kaybetmesinin ardından verili toplumsal durumda Erdoğanizmin talibi de çok olacaktır.
Fotoğraf: Karsten Würth