PKK kongresinin sonuçlarını duyurdu. Genel beklentiye uygun bir şekilde fesih kararı çıktı. Alınan kararların nasıl uygulanacağı, hangi mekanizma ve aktörlerin silah bırakma ve fesih sürecine aracılık edeceği meselesi ise açık değil. Ancak bu saatten sonra terör veya politik şiddet yoluyla silahlı mücadeleye geri dönmek imkansız. Zor olan kongre yapmak ve yapılan kongreden fesih kararı çıkarmaktı. Bundan sonra her şey kaçınılmaz bir sona doğru ilerleyecektir. PKK’nın fesih kararını herhangi bir koşul, takvim ve aşamaya işaret etmeksizin açıklaması şaşırtıcı görülebilir. Ancak Suriye’deki mevcut durum dikkate alındığında pek çok şey yerine oturuyor gibi. Bu nedenle PKK’nın fesih kararı ne anlama geliyor hususunu konuşmaya SDG-YPG’den başlamakta yarar var.
Fesih metninde de açıkça kayıt altına alındığı üzere PKK terör örgütü “PKK adıyla silahlı mücadeleyi” sona erdirdiğini ilan etti. Demek ki PKK’yla ilişkili olsa da başka isimle varlığını sürdüren diğer yapılar için bağlayıcı bir şey yok. Bu kararı Suriye jeopolitiği bakımından irdelediğimizde ise karşımıza inişli çıkışlı bir tablo çıkıyor.
Bilindiği üzere SDG ile HTŞ arasında 10 Mart’ta yapılan Şam mutabakatı ikinci çözüm sürecinin Suriye PKK’sını da kapsayabileceğini göstermişti. Bahsi geçen ilke metniyle SDG-YPG, ulusal orduya katılmayı, silah bırakmayı ve merkezi bir ulus devlet düzenine katkı sunmayı kabul etmişti. YPG-PYD güçlerinin Şam ordusuyla birleşerek zamanla tasfiye olma ihtimali Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrının Suriye’de karşılık bulduğunu gösteriyordu.
Ancak bu iyimser hava 26 Nisan Kamışlı kongresiyle dağıldı. DEM’in de bir temsilciyle katıldığı Kamışlı kongresi, Barzani yanlısı Suriye Kürtleri ile PYD’nin çıkar ve beklentilerini ortaklaştırdı. Adem-i merkeziyetçi bir yapı ve kimlik/dil hakları talep eden Suriye Kürtleri, Irak’takine benzer bir siyasal düzeni kendi politik gündemleri içinde ön plana çıkardı. ABD, İsrail ve Fransa dahil olmak üzere hiçbir Batılı aktörün itiraz etmediği bu yeni bildiri yeni bir siyasal iklim yaratmış durumda. Bu yeni koşullar altında PYD-YPG’nin tasfiyesi çok zor.
Muhalefetin PKK’nın fesih kararını bir hile olarak görmesi biraz da bu olumsuz Suriye tablosu yüzünden. PKK’nın ağırlık merkezinin Suriye olduğu bir terör zemininde Suriye PKK’sının silah bırakmaması, Kandil’in açıkladığı kararı işlevsiz hale getirecektir. Milliyetçi kesimler şimdiden siyasi iktidarı suçlamaya başladı. Suriye’nin Kuzeyinde özerk bir Kürdistan kuruluyor. Bu yapıda liderlik rolü Suriye’nin PKK’lı kadrolarına ait. Türkiye’nin yapabileceği şeyler ise sınırlı. Tabii haklı bir şekilde şu olasılık hatırlatılıyor: Zamanında Barzani ve Talabani nasıl terörist ve Türkiye için tehdit olmaktan çıktıysa Suriye’de de benzeri bir yönelim söz konusu olabilir. Bu ihtimalin Türk kamuoyu ve devleti tarafından kabul edilebilir olması PKK’nın gerçekten de silah bırakmasına, Kandil’in uzak bir hatıraya dönüşmesine, PKK ile PYD arasındaki bağların zayıflamasına ve tabii ki Şam’daki rejimin en azından Bağdat kadar teşkilatlanmasına bağlı. Suriye devlet ve ordu aygıtı sadece kağıt üstünde var. Şam’da güçlü merkezi bir otoritenin kurulması Türkiye’nin kaygılarını bir ölçüde hafifletecektir.
İkinci önemli husus bu kararın Türkiye siyasetinin anayasal ve ideolojik mimarisiyle çelişme ihtimalidir. PKK kongre bildirisinde açıkça Lozan Anlaşması ve 1924 Anayasasının hedef alınması Atatürkçü-cumhuriyetçi kesim tarafından kışkırtıcı bulundu. PKK’nın Öcalan’dan farklı olarak özeleştiri vermediği, yaptığı hiçbir şeyden pişman olmadığı ve Atatürk Cumhuriyetini hedef alarak toksik dili yeniden ürettiği görülmekte. Bu dil barışın dili olamaz. Siyasi iktidarın yeni bir anayasa yapmak istediği ise sır değil. Yeni anayasanın eski anayasanın ilk dört maddesine dokunmayacağı AKP-MHP’nin kesin taahhütleri arasında. Ancak DEM aynı kanaatte değil. Onlar Kürt kimliğinin anayasada tanımlanması ve adem-i merkeziyetçi bir yapı istiyorlar.
PKK’nin fesih metnindeki Atatürk saldırısı yeni anayasa yapmanın hiç de o kadar kolay olmayacağını bir kez daha gözler önüne koydu. Çünkü yasal ve yasa dışı Kürt hareketinin politik hafızası ilk dört maddeyi tanımama eğilimde. Bu şartlar altında ancak kısmi bir anayasa değişikliği gündeme gelebilir. Erdoğan’ın başkanlık sistemiyle ilgili taleplerini karşılayan, aynı zamanda özel olarak Kürt hareketiyle ilişkilendirilmeyecek nitelikte bazı demokratik reformları hayata geçiren bir metinle karşılaşmamız olası. Ama ne olursa olsun anayasa mutabakat demek; Türkiye Cumhuriyetini, onun kurucu lider ve değerlerini tartışmaya açan bir dille mutabakat sağlamak imkansız.
PKK’nın fesih kararının iç politikaya en büyük etkisi ise İmamoğlu’nu unutturacak ve CHP’yi daha edilgen bir pozisyona itecek konjonktürde kendini gösterecektir. Bu bağlamda 12 Mayıs Kongre kararı, 19 Mart İmamoğlu göz altı kararının alternatifi. CHP’nin büyük dalgası Kürt barışıyla kırıldı. Muhalefetin doğal lideri olan İmamoğlu birden gündemden düştü. AKP, MHP ve DEM, tüm hükümet yanlısı medya aygıtları, liberal sol ve Kürt aydınları aynı şeyi konuşuyor. Barış ve anayasa kavramlarının yarattığı politik büyü varken İmamoğlu’nun mahkumiyet hayatının toplumsal tartışmadaki merkez konumuna yeniden yerleşmesi neredeyse olanaksız.
Erdoğan ve Bahçeli PKK’ya silah bıraktıran liderler olarak tarihe geçecek. Ayrıca Kürtlerin Erdoğan’a oy vermesini mümkün ve makul hale getirecek siyasal sosyolojik bir denge yavaş yavaş mayalanıyor. Gelmekte olan şey karşısında ise ana muhalefetin atacağı adımlar oldukça sınırlı. Şüphesiz ki sağ milliyetçi partilerle Halk Partisi ortak bir karşı cephe inşa edebilir. Ancak CHP üst yönetimi böyle bir politik iddiayı taşıyabilecek Kemalist motivasyondan yoksun. Dahası AKP-MHP birliğine daha yakın bir siyaseti içselleştiren Kürt siyasetini doğrudan eleştirmeden çözüm süreci karşıtı bir söylem inşa etmek de mümkün değil. Bu yola bir kez girdiğinde ise Kürtlerle arasındaki mesafe daha da artacaktır ana muhalefetin.
Sonuç olarak iktidar Suriye’yle ilgili yeni bir oyun planı ortaya koymak ve DEM’in anayasa konusundaki radikal taleplerini makul bir zemine çekmek koşuluyla PKK’nin fesih konjonktürünün açık kazananı konumunda.